Sosyalistlerinin Kürdistan Gerçeğiyle İmtihanı

Üç Aylık Sosyal Bilim Dergisi Sayı:19-20 2014-15

Giriş

Marx ve Engenls Komünist Manifesto ’da devrim beklentisi içinde oldukları Avrupa’da devrimin iki ana büyük gücünden söz ederler. Birincisi zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi olmayan proletaryanın muazzam dinamik, sosyal ve büyük gücü. İkinci ise devlet olma talebiyle ayağa kalkan ezilen ulusların ilerici ulusal güçleri. Türk sosyalistleri ise tarihleri boyunca  ezilenleri görmezden geldiler. Ezilenlerin isyanını  görünür olmaya başladığında da anlamak istemediler, Marksist olduklarını unutarak egemen ideolojinin etkisi altında indirgemeci bir anlayışla savruldular. Egemen ideolojinden bağımız bir politik tutum Türk sosyalistleri içinde  90 yıldır hiç ama hiç etkin ve belirleyici güç olamadılar. Hep enternasyonalizmi savunduklarını iddia ettiler ama bu hep Filistin,  Küba gibi hep uzak diyarlar için geçerli oldu. Hiçbir zaman kendi topraklar için söz konusu olamadı. Kürt, Ermeni ve Kıbrıs meselesi söz konusu olduğunda hep utangaç Kemalist oldular. Buna anti emperyalizm, proletaryanın kutsal çıkarları gibi cafcaflı sözlerle gizlediler. Ana akımdan ayrılmaya çalışanları ise etnik siyaset yapmakla ve emperyalist güçlere hizmet etmekle suçladılar.

 

Türk sosyalist hareketi, kendi göbeğini kesmeyi öğrenmesi oldukça geç oldu.Sosyalist hareket, 1960’ların sonlarında Marksistklasiklerin çevirilerin yaygınlaştığı, okunabildiği, dünyayı sarsan 1968 isyanın rüzgârının da etkisiyle gelişen sosyalist hareket içersinde kendi sağından medet umma anlayışı bu dönem masayayatırıldı. Bu dönembirçok konuda olduğu gibi Kürt ve Kürdistan gerçeğiyle deilk kez karşılaştı. Ancak Türk sosyalist hareketi,  Kürt ve Kürdistan gerçeği ile yüzleşmeye bu dönem de cesaret edemedi/etmedi,  savuşturmayı tercih etti.

1.TİP’de etkin ve güçlü yer alan Kürt aydınlarının ve gençlerinin Kürt konusunda partinin tutumunda rahatsız olup koptuklarında 2. TİP’ de yer almadıklarından ders çıkarmayı beceremeyen Türk sosyalistleri gözlerini açmadılar.

Aynı dönemde Güney Kürdistan’da gelişen silahlı mücadeleye dönüp bakma gereği, Peşmerge ne yapıyor sorusuna yanıt arama gereği duymadılar. Türk sosyalistlerinden Kuzey sosyalist aydınlarının ve gençlerinin uzaklaşmasını bir iç hesaplaşmayla kavramaya çalışmadılar. Türk sosyalistleri için Şeyh Sait nasıl İngiliz ajanı idiyse Mele Mustafa Barzani’de ABD ajanı, Celal Talabani İran’ın adamıydı. Bu nedenle 12 Mart ve 12 Eylül  askeri darbelerinde Filistin örgütleriyle işbirliği yapan ve  onlara  konuk olan Türk sosyalistleri komşuları Kürt örgütleriyle iletişime dahi girme gereğini duymadılar.

Kürt aydınları 49’lar diye bilinen Musa Anter ve arkadaşlarının 1959 yılında Diyarbakır’da tutuklanmaları, İstanbul’da yargılanmaları Türk sosyalistlerinin dikkatini yeteri kadar çekmemiş olacak ki ciddi ilgilenmediler. Ne oluyor sorusunu sorma gereğini duymadılar. Sosyalist aydınların,gizli Komünist Parti’nin, Demokrat Parti iktidarının Kürt aydınlara yönelik operasyonuna karşı  güçlü tenkit eden tutuma rastlanmaması durumu yeteri kadar açıklıyor olsa gerek.

60 yılların sonuna doğru İstanbul’da gelişen Üniversite öğrenci hareketlerinde Kürtöğrencilerinin ağırlığı, Kürt önder kadrolarının mücadeleci, atak yapıları onlarla birlikte hareket etmek, ortak önderlik mekanizmaları oluşturmak mecburiyeti yaşamalarına rağmen bu onları Kürt realitesini tanıma, Kürdistan olgusuyla temas etmelerini getirmedi/ yetmedi.

Bunun nedenleri olarak Türk sosyalist hareketinin Kemalizm’le göbek bağının güçlü olması,

dış ilişkisini   komünterle sınırlaması ve 1960 sonuna kadar Sovyetler birliğine bağlı gelişmesi ile sıralamak mümkün.

Türk Sosyalistleri Kemalizm

Türkiye’nin, düşünsel hayatın sığlığı ve Türk aydınlarının Ortadoğu gerçeğine yabancıolması hali, bunun daha da kronikleşmesinin nedeni olarak söyleyebiliriz.

Osmanlı artığı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyetinin kurucu ideolojisi Kemalizm, “modern devlet,çağdaş toplum”  yaratmak için geçmişi silme aynı zamanda çarpık bir biçimde eski sosyal ve toplumsal kültürel zeminin dokusunu tahkim ederek Türk ulusu yaratma mücadelesine payanda olan tüm toplumsal öznelerin Kemalizm’e eklemlenmesiyle hayata geçirildi.

Bu eklemlenmenin yarattığı büyük problemler her daim yaşamın her alanında değişik biçimlerde de olsa çok hızlı üremeyi sürdürdü.

Kemalizm’in tanımı konusunda berraklığın ve genel bir mutabakatın olduğunu söylemek oldukça zor.  CHP’nin programına şekil veren altı okunda ifadesini bulan ve çok farklı yorum ve uygulamaları söz konusu olan bir anlayış/zihniyettir.

Cumhuriyetin üvey çocuğu olanak,  serpilip gelişen sosyalist hareketin de 1960’ların başlarına kadar aynı kaynaktan beslendiği için onun sınırlarını aşabilmesi mümkün olmadı.

Türkiye sosyalist hareketin 90 yıllık deneyimi ve kendi gerçekliğini idrak ediş tarzı ve serüveni üzerine düşündüğümüzde Cumhuriyetin kuruluşunda sonra karşılaştığımız muazzam toplumsal ve politik altüstlüğe rağmen bunun başarılamadığını görüyoruz.

Genç Cumhuriyetin ilk komünist önderlerinden Mustafa Suphi ve arkadaşları Ekim devrimini Doğu’ya doğru yayılan dalganın üzerine binerek, Kemal ve arkadaşlarının “öncülük ettiği Anadolu ihtilalini derinleştirme hedefiyle hareket ederek 1919’da Bakü’den yola çıkmaları bu bakışın sonucudur. Aslında M. Suphi ve yoldaşları, Sovyet Birliği’nin Kemalist devrime yaklaşımına paralel yaklaşım sergilemekteydi.  Anadolu devriminden kendisine müttefik yaratmaya çalışan Sovyet yönetiminin yörüngesinde hareket ederek devrimin karakterini, yönelimini ve amacınısorgulamadan ve kafa yormadan kanatlarının altına girerek yönlendirme gayesi içinde hareket ettiler.

Bizzat Mustafa Suphi, 22 Ocak 1921 tarihinde Trabzon’da arkadaşlarıyla birlikte rejim tarafından boğulmadan bir hafta önce Komünist enternasyonal toplantısındaki konuşmasında “Anadolu ihtilalini yapan Kemalistleri, Büyük Rus Devriminin müttefiki olarak selamladı. Sovyet yönetimi komşusuyla sorun yaşamadan kendi devriminin meşruiyet alanını genişletme çabası gösterirken, Kemalist devrime dönük müttefik belirlemesinin izlerinin etkisi Türkiye sosyalist hareketi üzerindeki etkisi farklı dozlarda bugüne kadar sürecek bir politik aşı yapıyordu.

Osmanlıdan arda kalan 72,5 milletten tek bir Türk milleti yaratma projesi olarak gelişen Anadolu devrimini müttefik ve onun kanatları altında geliştirilecek yeni bir devrim dalgası yaklaşımı Sovyet yönetiminin ulusların kendi kaderlerini belirleme ilkesiyle çelişen bir yaklaşımın tohumlarının Türkiye’de atılmasına yol açtı. Kürt ve Kürdistan gerçeğinin on yıllar boyunca inkârına ortak olan bir sosyalist hareketin doğuşuna ebelik edildi.

Türk sosyalist solu, Komintern’in yeni rejimin ilerici, anti-emperyalist olarak tanımladığı 1920’ler 1960’lara kadar dönemde  Kürt isyanlarını “gerici feodal ve emperyalizm destekli kalkışmalar” olarak tanımlayarakbastırılmasına açık veya örtük destek verdi ve  Kemalizm’in kanatları altında palazlanmaya çalıştı. Göbekten  bağımlı davranmayı tercih etti. Soykırım noktasına varan Dersim  katliamı bile Komünist Enternasyonalin 29 Temmuz 1937 tarihli 161 sayılı Rundschau isimli yayın organında  “feodal unsurların umutsuz direnişlerinin bastırılması” biçiminde yer almıştır. Bunun eksik veya yanlış bir değerlendirme olamadığı aksine politik bir tercihin sonucu olduğu açık.

Kominter 7. Kongresinde benimsenen Halk cephesi siyasetine uygun, yükselen faşizme karşı sosyal demokratlarla ittifak yapma öngörüsü aynı yolda yürümekti. TKP, kapısına kilit vurana kadar bu yoldan hiç şaşmadı.

Doktor Kürdistan adını koydu

Cumhuriyet kurulduktan sonra ilk kezDoktor Hikmet Kıvılcımlı  Kürdistan konusuna gerçekçi bir biçimde parmak bastı.  Doktorun “Kürdistan’ın bir sömürge olduğunu, Kürtlerin ayrı bir millet olduğunu” ayrık sesini  ne fazla duyan oldu, ne güçlü etki yarattı.  Ama hakkını vermek gerek bu, o günlerde önemli ve ezber bozan bir değerlendirme ve yaklaşımdır. Doktorun  Kürdistan devriminin sınıf mevzilenmesine ilişkin kafa yoruşu ve arayışları aslında sorunun bam teline değmekti.  Kürt ve Kürdistan konusunu el almada sömürge tespitinin belirleyici rolü, 1970 yıllarda daha açık ve berrak görülecektir.  Ama doktor bu tezinde ısrar edip, derinleştirmedi. Belki de parti için tartışmalar ve gelen tepkileri göğüsleyemedi.

 

İthal sosyalist yaklaşım, Türkiye sosyalistlerinin kendi ayakları üzerine basmalarına, kendi toprak ve bölgeleriyle barışık olmalarına hep mani oldu. Türkiye sosyalistlerinin tarihi, siyaseti kendi öz kaynaklarında öğrenmesi ve kendi öz gücüyle siyaset geliştirmesi oldukça geç başladı. Türkiye Sosyalistleri Kürt ve Kürdistan konusuna Filistin/ İsrail konusuna ilgi duyduğu kadar ilgi duymadı. 1980’e kadar Ortadoğu’nun en büyük en köklü sorunu olarak hep Filistin sorunu işaret edilirdi. Dört parçaya bölünmüş  (İran, Irak, Suriye ve Türkiye)

Kürt halkının ve Kürdistan varlığını sorun olarak telaki etmeyen,  kavramayan bir siyasal hareketin ezilenleri ve sömürülenleri zincirlerinden kurtarmanın yolunu açması imkândâhilinde olacak bir şey değildir.

Koçgiri, Ağrı, Dersim katliamı gibi olaylar da Türk sosyalistlerinin gözlerini açmasına veya akıllarını başlarına getirmedi.

Türk şovenizmine karşı mücadeleyi Türk sosyalistleri uzun yıllarvermedikleri/üstlenmedikleri için bu doğrultuda 1950’lerden sonra Kürt aydınları, siyasal grupları ve sosyalistleri geliştirdikleri mücadele, egemen güçler tarafından Kürtçülük, bölücülükle damgalandı.  Hatta buna çoğu zaman Türk sosyalistleri ortaklık ettiler. Bu durum Kürtlerin durumunu ve mücadelesini daha fazla zora sokup, zorlaştırdığı gibi Türk sosyalistlerine karşı güvenini de sürekli doğal olarak kemirdi. Ezen ulus, ezilen ulus sosyalistleri arasındaki güvensizliği derinleştirdi.

1970 darbesi sonrası idam sehpasında Kürt halkına selam çakan Deniş Gezmiş ve Türkiye sosyalist hareketinde yeni bir çizgi inşa eden İbrahim Kaypakkaya’nın Kürdistan konusuyla yüzleşme girişimleri sosyalistlerde büyük dönüşüm ve uyanışa yol açmadı.    İbrahim Kaypakkaya’nın,  doktor Kıvılcımlı’nın devrimin Kürdistan’daki halkasını kavrama çabası ve azmini dikkate almayanlar, Kemalizm’le göbek bağlarını kesme işinde doğal olarak zorlandılar. Sosyalist hareketinin bu körlüğü, kendi tarihini irdeleme iradesine, takatine ve olanaklarına sahip olamamasıyla da doğrudan bağlantılıdır.   Bu, 71 devrimci hareketi kendi sağından medet umma anlayışıyla hesaplaşmayı son kertesine kadar ulaştıramamasının nedeni ve sonucudur. 71 yenilgisi sonrası Kürt uyanışı ve sosyalist hareketin geçmişle yüzleşme eleştiri ve özeleştirisi Kürt ve Kürdistan konusuyla Türk sosyalistleri daha canlı karşılaşmalarına yol açtı.

 

Kürt sorunuyla ilk tanışmaları ve Şovenizm Egemenliği: Doğu Sorunu

Birinci TİP içinde yer alan Kürt sosyalistleri bir ölçüde Türk sosyalistlerinin Kürt sorunu ile karşılaşmasına vesile oldular. Bu nedenledir ki, 1.TİP Kürt sorunu tanımı getir. Ama bu hem Kürdistan gerçeğinden kopuktu hem de hala Türk milliyetçiliğinin şoven bakışıyla şekillenen bir açılım/ sıçramaydı.

Ancak bu dönemde Kürt sorunu geri kalmışlıkla, kalkınma ve feodalizmle, toprak reformuyla, kültürel haklarla izah ediliyordu. Bu dönemin en belirgin özelliği Kürtleri Türkiye proletaryasının müttefiki olarak gören bir anlayış  Türk sosyalistlerinin tavrını belirlemede uzun yıllar en önemli etmenlerden biri olmayı sürdürdü. Bugün bile Kürdistan’ın sosyo-ekonomik yapısında köklü değişiklik olmasına rağmen bu bakışın izlerine rastlamak mümkün oluyor.

1.TİP Doğu Sorunu tartışması 1970’ Ekim’indeki IV.  Parti Kongresinde “Kürt halkının üzerinde baştan beri hakim sınıfların faşist iktidarının, zaman zaman kanlı zulüm hareketleri niteliğine bürünen, baskı, terör ve asimilasyon politikası uyguladıkları, Kürt halkının yaşadığı bölgenin Türkiye’nin öteki bölgelerine oranla geri kalmış olmasının temel nedenlerinden birinin, kapitalizmin eşitsiz gelişme kanununa ek olarak, bu bölgede Kürt halkının yaşadığı gerçeğini göz önüne  alan hakim sınıf iktidarlarının güttükleri  ekonomik ve sosyal politikalar olduğu, bu nedenle  “Doğu Sorununun” bir bölgesel sorunu olarak ele almanın hakim sınıf iktidarının şoven-milliyetçi görüşlerinin ve  tutumunun bir uzantısından başka bir şey olmadığı, Kürt halkının Anayasal vatandaşlık haklarını kullanmak ve diğer tüm demokratik özlem ve isteklerini gerçekleştirmek yolundaki mücadelesinin, bütün anti-demokratik, faşist baskıcı, şoven-milliyetçi akımların amansız düşmanı olan Parti tarafından desteklenmesinin  olağan ve zorunlu bir  devrimci görevi olduğu, sosyalist devrim mücadelesini tek bir devrimci dalga halinde bütünleştirmek için, Türk ve Kürt sosyalistlerinin Parti içinde omuz omuza   çalışmaları gerektiği, Kürt halkına karşı uygulanan ırkçı-milliyetçi  şoven burjuva ideolojisinin Partililer, sosyalistler ve bütün işçi ve diğer emekçi yığınlar arasında yerle bir edilmesini sağlamanın Partinin ideolojik mücadelesinin ve gelişmesinin temel ve devamlı bir davası olduğu, Partinin, Kürt sorununa, işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesinin gerekleri açısından baktığını kabul ve ilan edilir” Bu kongre kararı 12 Mart askeri darbesi sonrada Anayasa Mahkemesi tarafından partinin kapatılmasının gerekçesi oldu.

TİP kongresinde alınan bu karar Türk sosyalist örgütlerin ilk resmi belgelerinde soruna Kürt sorunu olarak tanımlamaları o günün koşullarına göre oldukça ileri ve önemli görülebilir. Bir Kemalizm’den kopuş gibi gelebilir. Kürdistan gerçeğini gizleyen, sorunu tanımlanmasıyla inkarı yeniden üreten ve bu anlamda Türk sosyalistlerinin pespayeliğini gösteren bir karardır. 1970 yılların ilk yarısına kadar Türk sosyalistleri bu perspektif doğrultusunda hareket ettiler.

Kuzey Kürdistan sorununu emperyalistler tarafından dört parçaya bölünmüş bir ulusun sorununun parçası olarak tanımlamaktan kaçınmak veya bu yanını görmemek, Türkiye’nin bir bölgesinin ve iç sorunu olarak görülmek sorunun esas düğümlendiği noktaya işaret etmektedir. Kürt sorunu aslında bir Kürdistan sorunudur. Bunu kavramadan, buna odaklanmadan sorunun köklü ve kalıcı çözümü mümkün olamaz. Hangi yöntemle ve nasıl bir demokratik çözüm bulanacak ise bunun temel kalkış noktasını dört parçaya bölünmüş, dünyanın en kalabalık bir ulusunun devletsiz halkın sorununu çözüme kavuşturmak durumunda olduğunu unutulmamak zorundadır.

Türk sosyalistleri bu yıllara kadar Kemalizmin “modernleştirici, merkeziyetçi, devlet laizmine dayalı bir ulus devlet projesinin desteklediler.70’ler  bu büyük ölçüde Kürt sosyalistlerin mücadelesinin sonucunda değişmeye başladı.Cephe geleneğinin Mihri Belli çizgisi Milli Demokratik Devrim tezini sorgulamaya başlamaları ve İbrahim Kaypakkaya’nin “Kürt halkının ayrı devlet kurma hakkı vardır” tanımlaması  bu kopuşun ilk emareleri oldu.

12 Mart yenilgisi sonrasında ise Türk solu, Kürt meselesinin bir ulusal sorun ve Kürdistan sorunu olduğunu tartışmaya,   kavramaya, içselleştirmeye başladı. Ancak bu hiç de kolay olmadı.

27 Mayıs darbesinden sonra Kürtleri inkâr ve Kürdistan’ın yok sayılması başka bir ruh ve heyecan ile savunulmaya başlandı. Devlet “vatandaş Türkçe Konuş” kampanyaları düzenledi. Ermeniler, Rumlar ve Kürtler öğretmenler aracılığıyla asimile ediliyordu, resmi kitaplar ve araştırmalar hazırlatılarak inkâr güçlendirildi.

TİP içerisinden başlayan tartışma ve ayrışmanın yoğunlaşması sürecinde Kürt ve Kürdistan konusu zaman zaman öne çıksa da sağlam bir zemin yaratılamadı.  Kürdistan’daki sosyal ve devrimci potansiyel değerlendirilememiştir. Kemalizm modernleşmeci, laik, merkeziyetçi ve ulus-devlet kurucu projesi sosyalistleri cezbetmiştir.

Sosyalistler, sadece Kürt sorunu ve Kürdistan konusunda gözleri kör olmamışlardır. Sosyalistler 1970’lere kadar Kemalizmin köküne kibrit çaktığı diğer azınlıklar ve Ortadoğu konusunda da aynı durumdaydılar. Hep kör, sağır ve dilsizi oynadılar. Mihri Beli sosyalistlerin iyi birer milliyetçilerdir diye savururken Mahir Çayan ve arkadaşları “Hayır sosyalistler milliyetçi değil, yurtseverdiler” diye ayrışıyordu. Esas dikkat çekici olan ise İbrahim Kaypakkaya’ nın PDA çizgisinden “ Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milletlere bir amansız baskı uygulanması, zorla Türkleştirme, ve kitle katliamı demektir” tespitiyle “Kürt milletinin devlet kurma hakkı olarak anlaşılması gereken bir biçimde ayrılma hakkının anlaşılması gerektiğini” savunarak Kürdistan sorununa ilk dikkat çeken sosyalist yapının önderi olduğu tespit etmek gerek. Bu aynı zamanda bir hakkın tanınmasıdır. Türkiyeli sosyalistler, sosyalist örgütler ve aydınlar Kemalizm’den ilk olan bu kopuşu hep yok saymışlar, önemsizleştirmişlerdir. Burada aynı biçimde Ermeni sorununu ilk dile getiren siyasal hareketi,  Kaypakkaya siyasal geleneğinden çıkmış olmasının da bir tesadüf olmadığını belirtmekte yarar var. Kürt örgütleri de bu durumun üzerinde yeteri kadar yoğunlaşmıyorlar.

Sınıf indirgemeci ve Şoven yaklaşım

Bu çıkış ve açılım sosyalistlerin Kürt sorununa kaba sınıf indirgemeci bir anlayışla bakmaları sorgulanmıyordu, aksine sınıf indirgemeci yaklaşımları pekiştiriyordu.Sosyalist sol ilk günden itibaren hep Kürdistan/Kürt sorununu diğer bütün ezme ve ezilme ilişkilerini olduğu gibi sosyalist devrimle son verileceği yanlışı içerisinde hareket ettiler. Bu yanlış yaklaşım Leninizm temel belirlemelerinde biri olan “sınırların halklar arasında kalıcı olarak ortadan kalkması için önce her ulusun sınırı belirgin/net olması” yaklaşımını ve “ulusların kendi kaderleri belirleme hakkını”  burjuva demokratik bir sorun olduğu gerçeğine sırt dönmelerinin bir sonucudur.

Lenin’in Ulusların Kendi Kaderini Tanıma Hakkı  ilkesi Türki sosyalistleri arasında temel bir ilke olarak benimsenmesine rağmen, bunun nasıl yorumlanması gerektiği  her daim tartışma konusu olagelmiştir. Bu hakkın kullanılmasını Lenin ezilen ulus haklarına verirken bizde bunun somut koşullarda nasıl kullanılacağı üzerine sürdürülen tartışmalar bugün hala hakkın kullanılmasını ortadan kaldırmaya vardırılmaktadır. 1970’lı yıllarda yükselişe geçen ve Kürt sosyalistleriyle ayrışma yaşayan Türk sosyalist örgütlerinin ezici çoğunluğu bu hakkın kullanılmasının önüne binbir bahane ve gerekçe yığıyorlardır.

Kemalizm’le hesaplaşamayan ve sınıf indirgemeci sosyalist yapılar, ortak örgütlenme, ortak mücadele ortak devrim anlayışına sığınarak Kürt ve Kürdistan gerçekliğinin üzerindeki şalı açmaya cesaret edemediler. Bugün bunun ne kadar yapılabildiği de ciddi bir tartışma konusudur. Bugün Kürt ve Kürdistan gerçeğine,  düne göre bir ölçüde daha fazla yakınlaşmış olunması,  Kürtlerin 30 yıldır geliştirdikleri müthiş mücadelesinin dayatmasının bir sonucudur. Ancak bu bile gerçek anlamda düşünsel bir dönüşüme tekabül etmez. Bu durum kendini hala günlük siyasetin labirentlerinde kendi Kürt korkusunu biçimde sosyalist solda her an dışa vuruyor.  7 Haziran seçimlerin HDP- AK Parti ilişkisine karşı olan güvensizlik ve Demokratik Özerklik tartışmasında dile getirilen tartışmalarda bunun izlerini görmek mümkün.

1971 yenilgisinin muhasebesinde Türk Sosyalistleri yeni bir eşiğe dayandı.  Kürt ve Kürdistan gerçeği  kendini Türk sosyalistlerine artık dayattı. Yenilgi sonrası ortak örgütlenme/ayrı örgütlenme ve Kürdistan statüsü ve devrimin rolü gibi konularında başlayan tartışma süreci belirledi. Kürt ulusal hareketlerin pıtrak gibi hızla gelişmesi ve yaygınlaşması bu süreci büyük ölçüde etkisi altına aldı. Türk, sosyalistleri yarı sömürge ülkenin, sömürgesi olur mu/olmaz mı tartışması yürütürlerken sosyalist Kürt öğrenciler tarihlerin en yaygın örgütlenmesini yaratarak kendi uluslarının kaderini değiştirmek için yollara düşmüşler, daha önceki dönemde ortak örgütlendikleri Türk sosyalistlerinden yollarını ayrıştırdılar.

70 yenilgisinin muhasebesi sürecinde Türk sosyalistleri bu ayrışmayı yeteri kadar anlamadıkları ve olanı kavramadıklarında olsa gerek, Kürtlerdeki bu kendi yollarını arama,  belirleme eğilimine Türk sosyalist örgütleri, paralel yapılarla karşılık vermek istediler ancak bunların hiçbiri tutmadı. Sosyalist solunun her bir yapısına paralel Kuzey Kürdistan’da örgütü kurması /yapısı oluşturması bir ilerlemeye tekabül etmedi. Bu nedenle olsa istisnasız hiç birisinin ismi bile bilinmiyor.

Türk sosyalistleri, Kürt ve Kuzey Kürdistan sorununu dört parçaya parçalanmış Kürdistan sorunun bir parçasının sorunu olarak görmedikleri ve Türkiye’nin bir bölgesinin sorunu olarak yaklaşmasının sonuçlarından birini Ortadoğu’da bütün taşlarının yeniden düzenlediği bir dönemde Türk sosyalistleri oyunun tam anlamıyla dışında kaldılar, Kürt siyasal güçleri ise en temel aktörler.

70 yenilgisi sonrasında eski THKP-C hareketinin geriye kalan kadrolarının ayrışma konularında biri de Kürt ve Kürdistan sorunu oluşturdu.

Bu gelenekte türeyen Kurtuluş grubu, Türk sosyalistlerinde yeni bir tartışmayı açtı. İlk çıkışta 1976 Haziran ve Temmuz’da yayınlanan Yol Ayrımı’ nda geçmiş eleştirisinde  Kürdistan sömürgedir tezini ileri süren Kurtuluş diğer Türk sosyalistlerinden temelden ayrışıyordu. Buna ek olarak öncüllerinin Kemalizm konusuna yaklaşımlarını radikal olarak sorgulayan   Kurtuluş ulusal soruna yaklaşımın temellerini sağlamlaştırma çabası sergileyen grup oldu. Kemalizmin ulusal soruna yaklaşımını gerici ve tekçi olarak tarif eden kurtuluş aynı zamanda sosyalistler tarafından Kemalizmin anti-emperyalist yanının da yanlış tanımlandığını ileri sürdü. Kurtuluş’un bu tezleri sosyalistlerin aynı zamanda Kemalistleri müttefik görme geleneğinin de terki anlamına geliyordu. Doğrudan Kürt ulusal hareketti müttefiki Türkiye devrimin temel gücü olarak görmeyi doğurmuştu. Bu tezler o derece ileriye taşınmıştı ki, sosyalist örgütlerin kendi aralarında güç birliği yapılması tartışmalarında Kurtuluş Kürdistan’ın sömürge olarak görülmesi bir temel tez olarak dayatıyordu. Anti- Faşist, Anti- emperyalist, ilkelerin yanına Kurtuluş mutlaka anti- şovenizm ve Kürdistan için anti sömürgecilik ilkelerinde ısrar ettiği için bir çok işbirliği arayışı sonuç vermedi.

Bu dört parçaya bölünmüş Kürdistan gerçeğine parmak basmak olmuştu. Kurtuluş ayrı örgütlenme, ortak örgütlen, sömürge ve ulusal sorun tartışmalarında 70’lerin ortalarından itibaren Türk solunda hep ayrık otu olarak kaldı.

Kurtuluş bu tutumunda bir önceki dönemden kalma kimi Kürt sosyalist kadroların kurtuluş oluşmasında etki rol üstlenmelerinin payın önemli olduğunu ifade etmek gerek.  Sanırım bu zenginlik Kurtuluş grubunun Kürt ve Kürdistan tarihi üzerine çeşitli inceleme ve araştırmasının da vesilesi oldu.

Bitmez bilmeyen tartışmalar sonucu Devrimci yol, Devrimci Sol, Halkın Kurtuluş gibi irili ufaklı bütün sosyalist gruplar artık bir ulusal sorunun varlığını kabul eder noktaya geldi ama bunun Kürdistan bağlantısını kurmaktan kaçındılar veya ayrı devlet kurma hakkı konusunda eski duruşlarını radikal dönüşümüne yol açan bir ilerleme sağlanamadı. Devrimci Yol’un, “Türkiye çok uluslu bir devlettir ve yarı sömürgenin,  sömürgesi olmaz” tezleri veya Halkın Kurtuluş’unun Lenin “ezilen ulus ayrı devlet kurma hakkının tanınmasının mutlak ayrılmanın pratikleşmesi anlamında yorumlanamayacağı” gibi yaklaşımlar Türk sosyalistlerinin, Kürt sorununun Kürdistan boyutunu görmelerini gölgeledi. Devirmek istedikleri devleti ve dönüştürülmek istedikleritoplumu gerçek anlamda tanımanın da önüne geçti.

Devrimci Yol ’un çıkış Bildirgesi’nde Türk ve Kürt halklarının ortak kaderlerinden ve ortak mücadelesinden söz edilir. Ancak Kürdistan sorunundan değil, geri kalmış güney doğu sorunu olarak izah edilir.

Kemalizm, Türk sosyalistlerine o derece işlemiştir ki, Kürdistan Türk sömürgesi değildir, emperyalist sömürgedir” gibi ucube teorilerle Kemalizm ile omuz omuza duruşlarını gizlemeye çalışmak kadar şaşkındılar. Halkın Kurtuluş grubu bu tezine dayanarak “ayrı örgütlenme, ayrı mücadele tezini savunanları” antikapitalist olmamakla suçlamak gibi kaba sınıf indirgemeci yaklaşım sergiliyordu.

Tekrar etmekte yarar var parti (TİP TİSİP ve TKP)   geleneği ile orta yolcular  veya THKP-C geleneği dışında kalan İbrahim Kaypakkaya TKP-ML geleneği de Kurtuluş grubu gibi  Kemalizm’in etkisinden çıkmış ve Kürdistan konusuna doğru temas etmeye çalışan bir siyasi gelenektir. Bu gelenekte diğer Kurtuluş gibi Kürdistan’ı sömürge olarak tanımladı,  Kürtlerin ayrılma hakkını kabul etti ama ortak örgütlenmeyi savundu.

Aslında Türk sosyalistleri kendilerini enternasyonal olarak tanımlama kolaylığına sığınarak kendi etnik kimliklerini gizlerler.  Marksist kimliklerini öne çıkarmakla  sınıf indirgemeci siyasete sığınırlar. Etnik siyaset dendiğinde akıllarına Kürtler ve Kürt siyasetleri gelmesi de ne derece milliyetçi, Türk kimlikli bir yerde durduklarını gösteriyor. Kendi kimliklerinin farkına varamayanlar başkalarını kimlik siyaseti yapmakla suçlama gibi tuhaf duruma düşerler. Türkiyeliyiz de bu durumun başka bir versiyonu.

Bugün bu durumun büyük ölçüde dibe vurmuş, kıymeti harbiyesi kalmamış, tabela örgütüne dönüşmüş  sosyalist örgütler için olduğu gibi geçerli olduğunu söylemek bir haksızlık olmaz sanırım. Değişen Ortadoğu’da, Kürdistan realitesi ile  bütün dünyanın  yüz yüze geldiği bir dönemde,  sosyalist sol,  tutumunu cesaretle masaya yatırmaktan korktuğu için olsa gerek sıfır noktasında beklemedeler.

 

Sonuç yerine

Bu yazıda Türk sosyalist hareketi ve sosyalistleri diye tanımlanın ne kadar etnik  Türk  olarak tanımlamak doğru olduğu  tartışmalı bir konudur.

Yine de konuyu dörtara döneme ayırmak mümkün. Bunların her birinin bir öncekinde ciddi kopuşları içerdiği debir gerçek.

  • Cumhuriyetin Kuruluşu ve 1960 ortasına kadar olan Kominter, TKP ve Kemalizm  ittifakının belirleyici olduğu ve Türk milliyetçiliğinin altında geçen dönem.
  • 1960 ikinci yarısı ve 1970 yılların ilk çeyreği veya yenilgi dönemi: Türk sosyalist örgütlerin Kürt sorunu ile tanışma ama Kürdistan gerçeğinden uzak durma dönemi.Ben buna şoven sosyalistliğin egemen olduğu dönem adını veriyorum.
  • 70 yenilgisi sonrası 80 dönemi: Bu döneme Kürt sosyalistlerin kopuş süreci ve Kürdistan sorunuyla karşılaşma dönemi. Bu döneme ilk kez Türk sosyalistleri Kürdistan denen dört parçaya bölünmüş bir ulus ve ülke gerçeğiyle karşılaşmaya başladı. Bunun iki taşıyıcısı THKP-C’den üreyen Kurtuluş grubu ve Türk aydını sosyolog İsmail Beşikçi oldu.
  • 80 sonrasından günümüze kadar uzanan dönem. Bölgesel gelişmelere paralel Kürt örgütlerinin mücadelesinin Kürtlerin kendi kaderlerini belirlemeye başladıkları ve bölgesel gelişmelerin belirleyici dinamikleri olduğu dönem denebilir. Bu dönemin en belirleyici iki özelliği Türk sosyalizminin iflası, Kürt ulusala mücadelenin belirleyiciliğidir. Pratik ve mücadelenin, bütün tartışmaları tarihin çöplüğüne attığı dönemde diyebiliriz.