Hakan Tahmaz: “Barış artık muhatabını arıyor”

Türkiye Barış Meclisi sözcüsü Hakan Tahmaz, barış mücadelesine ilişkin Sosyalist İşçi gazetesinin sorularını yanıtladı.

Suruç katliamından sonra başlayan savaşın temel nedeni sizce nedir?

Hakan Tahmaz: Savaş yeniden neden başladı sorusunun yanıtı, çözüm sürecinden tarafların ne beklediğinin yanıtında gizili. Benzer sorunlara çözüm arayan her ülkede olduğu gibi,  bizde de çözüm sürecinin başında iki tarafın beklentisi birbirinden çok farklıydı. Abdullah Öcalan, Türkiye demokratikleşerek Kürtlerin de özgürleşmesine paralel silahlara veda etmeyi; hükümet ise, PKK’nin silahlı varlığına son vermeyi temel hedef olarak belirlemişti.  Hükümetin planı, 2023 yıllında Ortadoğu’nun baş aktörü olmaktı, PKK’nin ise,  ikili iktidar yoluyla Kürtlerin kendi kendilerini yönetebileceği bir sistemi geliştirmekti.  AK Parti lideri Recep Tayyip Erdoğan Kürt sorunun çözümü için atılacak adımın olmadığını/kalmadığını düşündüğü için Kürtlerin egemenlik paylaşımı talebini duymazlıktan ve görmezlikten gelerek amacına ulaşabileceğini düşündü.

Benzer sorunları çözmüş ülkelerde taraflar yaptıkları görüşme, diyalog ve müzakere sonucunda aralarındaki beklenti farklılığını giderdikleri ölçülerde sonuç aldılar.  Bizde başarılamayan veya daha doğrusu başarılmak istenmeyen bu oldu.  Çünkü devlet çeşitli  (Kürt mücadelesi, bölgesel ve küresel gelişmeler, Kobanê’de yaşanan devrimsel gelişme) nedenlerle Kürt sorunun artık eskisi gibi sürdürülemeyeceğine karar verdi ama çözümün ne olduğuna ve ne yapması gerektiğine karar vermedi. Devlet,  “Kürt var ama Kürt olmaktan doğal en temel hakları kullanamazlar” noktasında duruyor. Bu hakların kullanılması ülkeyi bölünmeye götürür anlayışı ve Kürt korkusu devlette hâlâ egemen.

İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeler,  müzakereye  geçileceği noktada Dolmabahçe’deki 28 Şubat’ta kurulan masa Cumhurbaşkanı tarafından devrildi. Kürt sorununun siyasal ve toplumsal sorunlarının görüşülmeye başlanacağı bir aşamasına yeni geçiliyordu.

Devlet,  resmi olarak sorunun siyasal boyutlarını,   siyasi bir heyetle müzakere edilmesini benimsemedi ve  Öcalan’ı siyasal   muhatap almamak için çözüm sürecini bitirdi. Müzakerenin sınırlarını belirlemekte başarılı olamadığını fark etti. Kamusal alanın yeniden düzenlemesinin müzakere masasında gündeme getirilmesini istemedi.  Öcalan’ın 10 maddelik önerileri doğrudan bununla ilgiliydi. Devlet, kendi tabiriyle PKK terörünü bitirmek için Öcalan ile görüşmenin ötesine geçilmesine ayak diriyor.

Kısacası devlet,  çözüm sürecinde iki yıl yalnızca PKK’nin silahlı haline son verme gayesiyle hareket etti. Sonuçta daha önceki ateşkeslerde olduğu gibi büyük bir kışkırtma ve katliamla Suruç sonrası yeniden savaş başlatıldı.

Bunun kararı 6-8 Ekim eylemleri sonrasındaki MGK toplantısında verildi. İç Güvenlik Yasası gibi düzenlemelerle savaş hazırlığı yapıldı. Ancak, oy hesabı nedeniyle 7 Haziran seçimlerinden sonra uygulamaya konuldu.

Cizre’de uygulanan yöntemle devlet ne yapmayı amaçlıyor?

Tarafların çözüm sürecinde güven artırıcı önlemler geliştirmemelerinin aksine savaş hazırlığı yapmalarının sonuçlarıyla karşı karşıyayız.  PKK demokratik özerklik çalışmasına hız vererek fiili ikili iktidarını inşa etmeye yoğunlaştı. Devlet ise, merkezi, ceberut, katı   anti demokratik yapısını  polis ve asker gücüyle tahkim etmeye yöneldi.

Devlet Cizre, Yüksekova, Bismil, Sur gibi bir çok kentte uygulamaya koyduğu politikayla Kürt siyasal hareketinin demokratik alandaki siyasal gücünü bastırmak, aşağı çekmek yoluyla egemenlik paylaşımına  rıza göstermeyeceğini polis ve asker gücüyle kanıtlmaya çalışıyor. PKK’ye destek veren herkesi cezalandırıyor. Bu aynı zamanda AK Parti’nin varoluşunu tehdit eden HDP’yi de dize getirmek amacıyla yapılıyor. HDP’nin aldığı beklenmeyen yüksek oyun,  egemenlerin uykusunu kaçırdığı çok açık. Bunu aşağıya çekme savaşı,  bu aynı zamanda. Kürtleri döverek, öldürerek kurdukları milli cepheyle Türk milliyetçilerinden alacakları oyla bunu başaracaklarını sanıyorlar. Kürtlerden umudunu yitirmiş iktidar ve devlet aygıtları hukuk, yasa ve anayasa tanımaz tavırlarıyla, yaşlı, genç, çoluk çocuk herkese savaş açtılar.

Kısacası iç içe geçmiş ikili bir hedefle savaş yürütülüyor. PKK’nin ikili iktidar pratiği olan demokratik özerklik uygulamaları boğulmaya, bastırılmaya çalışılırken, Kürtlere karşı büyük bir güç gösterisi yapılıyor. Bu sadece Türkiye Kürtlerine karşı bir güç gösterisi değil. Bölgesel bir gösteridir.

Yeni rejim arayışlarında HDP’nin demokratik siyaset alanında gücünü, etkisini zayıflatmak ve tasfiye edilmesi gayesi güdülüyor. Kürt illerinde polis, asker eliyle yapılanlar batıda HDP binalarına ve HDP’lilere yönelik faşizan saldırılarla yapılıyor. Lice gibi yerlerde düşman hukuku uyguluyor.  Bayrak mitinglerinde olduğu gibi “terör” bahanesi kullanılarak Kürt sorununda yeni bir milli cephe inşa ediliyor/ milli politika uygulanıyor.

Barışı savunanlar ve barışın inşa edilmesini en acil sorun olarak görenler hangi adımları atmalı?

Her şeyden önce barışın siyasal öznesinin kalmadığı bilinerek hareket edilmeli. Bu dönemde kentlerdeki Kürt direnişi, artık salt gerilla eylemleriyle sınırlı bir olguyla karşı karşıya olunmadığını mücadeleye şehirlerde yaygınlaşmış genç, silahlı milislerinden dâhil olduğunu gösterdi. Savaş yeni bir nitelik kazandı. Devletin yoğun bir biçimde  keskin nişancı özel TİM’leri kullanması  savaşın sivil alanda daha büyük tahribat ve kayba yol açacağının göstergesidir. Başbakanın 10 bin yeni korucu alma kararnamesini imzalaması ve İçişleri Bakanının zaman geçirmeden hızla 5 bin korucu kadro alma ilanı vermesi de savaşın kısa erimli planlanmadığının emaresi olarak değerlendirilebilir.

1 Kasım seçimleri bu nedenle çok çok önemli.  Nerede kalınmıştı diyerek devam edilebilecek bir barış süreci yok artık.  Barışın siyasal muhatabının ortaya çıkmasına hizmet eden bir barış çalışması yapılmalıdır. Kürtlere anayasal statü tanınmadan barışın gerçekleşmeyeceğini formüle etmeliyiz. Barış artık muhatabını arıyor. Müzakeresiz, muhatapsız barış olmaz fikrini öne çıkarmalıyız. Bu bakımda seçim sürecinde partilerden adil ve onurlu barışı nasıl yapacaklarının programını/perspektifini talep etmeliyiz. Müzakerenin yasal ve kurumsal alt yapısının oluşturulmasını istemeliyiz.

Türkiye’nin çözüm yolundan geriye dönüşünün eskisinden çok daha ağır sonuçları olacaktır. Bölgesel gelişmelerde bunun fazlasıyla emareleri mevcut. Bu nedenle, zaman geçirilmeden hızla savaşın koşulsuz durdurulması, müzakerenin başlatılması, Öcalan’a uygulan tecrite son verilmesi ve müzakerenin tarafı olan Öcalan’ın uygun koşullara kavuşması temel taleplerimiz olmal

Bir cevap yazın