En son Ergenekon soruşturması kapsamında Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanması bize iki şeyi gösteriyor.
Birincisi Ergeneok soruşturmasının da aynen, Susurluk soruşturması gibi “derin devletle” hesaplaşmak anlamında “fasa fiso” çıktığıdır. Susurluk soruşturmasınında devlet görevlilerinin işlediği cinayetler, yaktığı köyler ve bir dizi hukuksuz, yasadışı faaliyetler “devletin bekası için” Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı KUTLU SAVAŞ raporuna rağmen üstü örtüldü..
Ergenekon soruşturması, geçmişle yüzleşmek, darbelerle hesaplaşmak ve hakikatları araştırmak yerine, AKP’nin siyasal geleceği için, AKP muhaliflerini batıda Ergenekon davası, doğuda ise KCK davası ile susturma ve sindirmeye dönüştü.
Her iki soruşturmada da siyasal irade, toplumsal iradenin gerisinde kaldı.
Susurluk soruşturmasında gündeme gelen ve ülkenin dört bir yanında büyük yankı uyandıran Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık Eylemi gibi yurttaş eylemlerinin yarattığı enerji ve toplumsal güç heder edildi.
Ergenekon soruşturması nedeniyle yeniden doğan fırsa, Gülen Cemattinin iktidar hırsı için harçanıyor. Ergenekon soruşturması darbelerle, devlet içindeki yasadışı faaliyetlerle hesaplaşma yerine cadı avına dönüştürüldü. Belki de baştan böyle planlandı.
Gerçek olan ise Türkiye hukuktan, adaletten , demokrasiden daha fazla uzaklaşmasıdır.. İnsanlarda bu ülke kolay kolay düzelmez duygusu daha da artıyor. Bu duygu ve düşünceyi güçlendiren ise Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmalarıyla ortaya bir kez daha çıkan gerçeklerdir.
Gerçek olan ise, Türkiye’nin son yıllarda polis devleti olma yolunda çok fazla yol katletmesidir.
Bir ülkede, her hangi bir gerekçeyle, binlerle ifade edilen sayıda yurttaş, mahkeme kararıyla polis tarafında dinleniyorsa, bu o ülkede polis devletinin olduğunu gösterir.
Polislerin , dinleme, soruşturma fezekeresiyle savcının, mahkemenin gözaltına alma, tutuklama gerekçesi kelimesi kelimesine aynı, ise o ülkede hukuk değil, polis gücü egemen olduğunu gösteriyor.
KCK, Devrimci Karargah Örgütü davasına ve Ahmet ile Nedim’in durumunda bunlar çok açıkca görülecektir. KCK davası sanıklarında Kamuran Yüksel gibi onlarca Kürt siyasetçiyi, Gazeteci Nedim Şener’i bir çok kişiyi polis iki yıl dinlemiş. Bu hangi hukukla açıklanabilir. Yasalarla açıklansa bile hangi vicdan bunu kabul edebilir.
Burada görülen devletin, iki yıl kendisine vergi veren, yurttaşlık görevlerini yerine getiren vatandaşına iki yıl tuzak kurmuş. Dinleme sıraında suç işlediği kabul edildiği koşullarda bile , böylesine uzun bir sürede bu suçtan dolayı bir çok vatandaşın mağdur olmasına veya zarar görmesine göz yumulmuş olunulmasının izahı mümkün değildir.
Ahmet’e ve Nedim’e savcının sorduğu soruların en azından bir kısmını basından öğrendik. Yazılan ve yazılmaya çalışan kitaplarla iligi soru sormak hangi hukuk devletinde görülmüş.
BDP Genel Başkan Yardımcı Kamuran Yüksel’in, SDP Genel Başkanı Rıdan Turan’ın partilerinin yöneticileriyle yaptıkları telefon konuşmalarını terör örgütü faaliyeti kapsamına sokmaya çalışmak gibi gülüç iş yapanlar, Nedim’in, Ahmet kitap çalışmasını ve meslektaşlarıyla, haber kaynaklarıyla yaptıkları telefon konuşmasını Ergenekon terör örgütü üyesi olmalarının kanıtı olarak sunuyorlar.
Bunlar neden oluyor? Hukukun, adaletin, yasaların yerine toplumu cemmat dizay etsin ve onun toplumsal hegemonyası güçlensin diye. İşte bunun polis eliyle yapılmasına da polis devleti deniyor.
27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta, 12 Eylül’de, 28 Şubat’ta ve 27 Nisan’da askerler, toplumu dizay etmeye çalıştı. Şimdi AKP aynı şeyi polis ve yargı eliyle yapıyor. Sonra da yargıya güvenmekten söz ediliyor. AKP, tuzun kokmaya başladığının farkında değil. Vatandaşın yargıya güveni daha da azalıyor.
7 Mart 2011