Yenişafak 21.05.2009
Kürt sorunu konusunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün aldığı inisiyatif ve Başbakan’ın verdiği olumlu mesajlar çözüm yolunda adım atılabilmesi için uygun bir iklimi yaratıyor. Muhalefetin de bu sürece olumlu katkıda bulunması yakalanan bu tarihi fırsatın değerlendirilmesinde önemli katkısı olacaktır.
Türkiye Kürt sorunu prangasından bir türlü kurtulmayı başaramıyor. Kendi iç dinamikleriyle 21. yüzyıla yakışır bir demokrasiye, özgürlüğe, sosyal adalete tam olarak ulaşamadı. Türkiye, global dünyada yaşanan gelişmelerden çabuk ve fazla etkilenmeye açık bir ülke. Böyle olması bazen menfi sonuçlar üretse de, çoğu kez müspet sonuçlar üretiyor. Üreyen her müspet sorun Türkiye’nin başını ayrıca ağartıyor.
Bu sorunların en başta hiç kuşkusuz Kürt sorunu geliyor. Türkiye’nin Kürt sorununu zamanında çözememesi, inisiyatifinin zayıflamasına ve çözümün çok aktörlü bir hale gelmesine yol açtı. Yıllardır uygulanan çözümsüzlük siyaseti, dış aktör ve dinamiklerin rol sahibi olmasına zemin hazırladı. Bu da doğal olarak dış aktörlerin veya dinamiklerin kendilerine özgün hesaplarının çözüm sürecine bulaşmasına rıza gösterilmesini gerekli kıldı.
1999’DA YAKALANAN FIRSAT KULLANILAMADI
Eğer Türkiye bu sorunu, 2000’li yıllara gelmeden önce çözme veya 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla doğan fırsatı doğru değerlendirebilme becerisini göstermiş olsaydı, bugün her şeyi başka türlü konuşuyor olabilirdik. En azından, Irak’ın işgaliyle birlikte ABD faktörü bugünkü kadar etkili olmazdı. Yine Mesut Barzani’nin ağırlığı bu derece güçlü hissedilmezdi. Türkiye, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin varlığının baskısı altında kalmazdı.
Artık, Türkiye’nin Kürt sorunu, başka bazı konulardan daha fazla Irak sorunuyla ve Irak işgalinin bitiş biçim ve takvimiyle ve aynı zamanda Kürt Bölgesel Yönetimi’nin geleceği ile birlikte ele alınmak durumundadır. Artık Türkiye’nin Kürt sorunu Irak sorununun bir parçası haline gelmiştir. Çünkü silahlı PKK güçlerinin Irak sınırları içersindeki Kürt bölgesinde konumlanıyor olması, başlı başına bir sorun teşkil etmektedir. Irak’ın “istikrarını” tehdit eden unsur olarak aşılması zorunlu olan bir sorundur.
Bu tablo, artık Türkiye’nin Kürt sorunuyla eski gibi yaşamasına izin vermediği gibi, aynı zamanda PKK’yı silahlara veda etmeye zorlayan bir gelişmedir.
ABD Başkanlığı’na Barack Obama’nın seçilmesiyle, bölgedeki gelişmelere ayak uydurmak ve inisiyatif sahibi olması için Türkiye’nin ayağındaki Kürt prangasından kurtulması gerekiyor.
ŞARTLAR ÇÖZÜMÜ ZORLUYOR
Türkiye, iki yıl içinde Kürt sorunuyla ilgili iki önemli süreci yanlış hesap yaparak geçirdi. Birinci 2007 yılı sonunda sınır dışı askerî operasyon, diğeri 29 Mart 2009 seçimleri oldu. İlkinde sorunun çözümünde askerî yöntemin hâlâ başarı şansı en yüksek yöntem olduğu kanıtlanmak istendi. Ama tam tersi sonuç doğurdu. Bunu anlamak içim Kandil bölgesine düzenlenen kara operasyonun bitirilmesinden sonra çıkan tartışmaları hatırlamak yeterli olacak.
29 Mart yerel seçimlerde ise, hükümet bölgeden beklediği sonucu almış olsaydı, büyük olasılıkla bugün tartışmalar ve çözüm önerileri başka türlü gelişecekti. Seçim sonuçları, çözümsüzlüğün ülkeyi sürüklediği felakete ve demokratik çözümde rol oynayacak siyasal aktörleri hiçbir tereddüde yer bırakmayacak biçimde işaret etti. Sandıktan çıkmış siyasal iradeye herhangi bir bahaneyle riayet etmeme yaklaşımının demokratik tutumla bir ilgisi olamaz. Bütün sorunlarına rağmen artık kimse bunu görmezlikten gelemez.
Bu koşullarda Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın Kürt sorununun çözümüne ilişkin olumlu mesajlar vererek, toplumda rahatlama yaratmışlardır. Barış ortamı ancak bunun geliştirilmesi ve güçlendirilmesiyle tesis edilebilir.
Bu açıdan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’n “ihanet” suçlamasına varan değerlendirmesi gerçek anlamda sorumsuzluk örneğidir. Bu tür ağır suçlayıcı tanımlarla yapılan eleştiriler, eleştiri sahi-binin aczini göstermektedir. Bu tutum ölümlerin ve şiddetin devam etmesini arzulayan ya da bu sonucu doğuran bir tutumdur. Toplumun ekseriyetinin sahiplenmediği veya desteklemediği bir tutumdur.
CHP ÖNEMLİ BİR KAVŞAKTA
Benzer biçimde CHP saflarından yükselen itirazlar da sürecin ilerlemesine hizmet etmekten daha çok, daha önce birçok kere olduğu gibi çözümsüzlüğü hedeflemektedir. Ancak ilk kez CHP lideri Deniz Baykal’ın grup toplantısından ki “çözüme takoz olmayacağız” ve bir TV kanalında “biz çözüm arayışındayız, bir anda çözülecek sorunlar değil, tartışarak ne yapılacağını bulmalıyız” benzeri sözlerini değişimin sinyalleri olarak algılama arzusu taşıyanlar için sevindirici bir gelişme oldu. CHP lideri, eğer bu sözleri geçmiş pozisyonu sorgulamaya ve değiştir-meye matuf sarfediyorsa hızla elini taşın altına koyacak bir cesareti göstermelidir. Bu cesareti göstermediği sürece sözlerine hep kuşkuyla yaklaşılacaktır. Bu açıdan Kürt sorununda gelinen aşamada CHP ciddi bir kavşakta bulunuyor. Artık bugüne kadar yürüdüğü yolu değiştirmek ve demokratik çözüme katkı sunan bir yol izlemek zorundadır. Çözüm programının köşe taşlarının oluşturulmasında aktif bir unsur olmak zorundadır. Yani CHP’nin bugüne kadar izlediği siyasette ısrar etme şansı kalmamıştır.
Eğer Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını devletin Kürt sorununda vites değiştirmeye karar verdiğinin işareti olarak sayacaksak, CHP de kendi iç dinamikleriyle buna uyum sağlayacak gibi görünüyor. Devletin kurucu partisi olarak CHP, Kürt sorununun çözümünde en az Genelkurmay kadar kilit bir öneme sahiptir. Devlet bürokrasisinde yer alan statükocu kesimin, CHP’nin soruna yaklaşımını oldukça fazla önemsediklerini yakın tarihte yaşananlardan biliyoruz.
ÇÖZÜM: UZLAŞI VE DİYALOG
Bu bakımdan hükümet “ben yaparım olur” yaklaşımıyla sorunu ele almamalıdır. Aksine kanın durmasına katkı sunacak, sorunun demokratik açılımlarla çözüme kavuşmasını arzulayan her kesim ve kişinin desteği almalı, çözüm öznesi kılmalıdır. Hükümetin çözüm önerisinin ne olduğunun bilinmiyor olması ya da Cumhurbaşkanı’nın “iyi şeylerden” neyi kastettiğinin açık olmaması bir fırsat olarak ele alınmalıdır. Toplumsal uzlaşmayla çözüm programı hazırlanabilir. Hatta çok aceleci olmadan ama fazla da zaman yitirmeden büyük bir toplumsal destekle bu hazırlık tamamlanabilir.
Hükümetiyle, muhalefetiyle, sivil toplum örgütleriyle ve yurttaş girişimleriyle ortaklaşılmalıdır. Şayet estirilen bu olumlu hava herhangi bir nedenle kesintiye uğrarsa bunun sonuçlarının derin ve ağır olacağı kesin. Devlet kurumları içinde ortaklığın sağlandığını söz edenlerin gösterecekleri gerekçe tükenmiş, ne olduğunu bilmediğimiz tarihsel fırsat kaçmış olacak. Bu durumda artık “biz istiyoruz, ama engelleniyoruz” bahanesi ileri sürülemeyecektir.
DTP’NİN DIŞLANMASI HATA
Hükümet ilk adım olarak TBMM içinde diyalogu geliştirmelidir. Küçük hesaplarla diyalog zeminini ortadan kaldıracak yaklaşımlardan uzak durulmalıdır. Bu noktada milletvekili dokunulmazlığı hiçe sayılarak, milletvekillerinin zor yoluyla ifade vermelerini sağlayacak girişimler ve DTP’ye karşı operasyonlar sürece kuşku düşürmektedir.
Parlamento içinde geliştirilecek diyalog zemini böylesine büyük ve köklü bir sorunun çözümü için gerekli toplumsal desteği sağlamada yeterli olamayacağı gibi demokratik katılımcılık yönüyle de cılız kalacaktır. Siyasi irade, sorunun demokratikleşme yoluyla ve anayasal zeminde çözümlünü benimseyen, siyasi parti, sivil toplum örgütleri ve yurttaş girişimlerini sürece dâhil etmelidir. Kısacası Kürt sorununun çözüm süreci geniş bir toplumsal diyalogla geliştirilmelidir.
GÜL’LE İLGİLİ KARARIN ZAMANLAMASI DÜŞÜNDÜRÜCÜ
Yarım asrı aşan çatışma döneminde birkaç kez barış sürecinin provoke edildiğine tanık olduk. Benzer şeylerin yaşanmaması için her kesime önemli sorumluluk düşüyor. Her şeyden önce tartışmaların yoğunlaştığı bir dönemde cenazelerin gelmemesinin büyük önemi var. Herhangi bir gerekçeyle cenazelerin gelmesi PKK’nın “söyleyecek sözünün” kalmaması sonucunu doğuracağı gibi benzer sonuçlara yol açacak provokasyonların Ergenekon benzeri örgütlerce de gerçekleştirilebileceği gözden kaçırılmamalıdır. Mardin’in Bilge köyünde yaşanan vahşet sonrası İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın, anında olaya müdahalesi ve açıklaması olmasaydı bugün barış çalışmalarından söz etmemizin zor olacağını hiç akıldan çıkarmamamız gerek. Tam bu noktada Cumhurbaşkanı’nın yargılanmasının istenmesi de oldukça manidardır.
2009 yılının da kayıp yıl olması istenmiyorsa, herkes ve her kesim özenli ve özverili davranmak, ben yaparım olur anlayışıyla değil, diyalog ve katılımcılığı esas alan toplumsal uzlaşmayla ve bugünü değil geleceği kazanmak anlayışıyla Sayın Cumhurbaşkanı’nın geliştirmeye çalıştığı tarihsel fırsatın kıymetini bilen sorumlulukla davranmak zorundadır. Türkiye’nin ayağındaki prangayı parçalayacak budur.