22 Mayıs 2009
Cengiz Çandar Çarşamba günü Radikal gazetesindeki köşesinde “Kürt açılımı: Gök kubbenin altında söylenmedik ne kaldı?” Başlıklı bir yazı yazdı. Çandar, yazısında Kürt sorununda yaşanan gelişmeleri değerlendirmiş ve somut adımların atılmamasının nedeni sorgulamış. Hızla gerçekleşebilecek bir dizi önerisini sıralayan Cengiz Çandar, yazısını “…bu konudaki beklentiler, bugüne dek çok kez yukarı çekildi ve ardından yerle bir edildi. Bunu bildiğimizi, yaşadığımız için yoğurdu üfleyerek yemekte yarar var” diyerek bitirerek uyarıda bulunuyor.
Cumhurbaşkanın açıklamalarından sonraki gelişmeleri dikkate aldığımızda uyarıya hak vermemek elde değil.
Bu süreçte göze batan noktalardan biri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün kesin sözcüklerle ifadesine rağmen, hükümetin daha tutuk davranmasıdır. Başbakan Cumhurbaşkanı desteklemekle sınırlı bir pozisyonla yetiniyor. Çözüme ilişkin somut programa sahip olması gereken hükümetin böylesine bir programdan yoksun olması doğal olarak sürece ilişkin kuşkuların oluşmasına yol açıyor.
Aksine kuşkuları ve kaygıları artırıcı gelişmeler yaşanıyor. Bunların başında, PKK lideri Murat Karayılan ile yaptığı söyleşiyi yayınlayarak barış umutlarını yeşerten Hasan Cemal’in Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ve Başbakan yardımcısın Cemil Çiçek ile olan randevularının iptal edilmesi geliyor. Cumhurbaşkanın randevusunun iptal edilmesi hafife alınabilecek bir şey değil.
Aynı hafta içinde bazı DTP’li vekillerin polis zoruyla mahkemeye getirilme çabası ve Cumhurbaşkanın evrakta sahtecilikten dolayı yargılanmasının istenmesi mide bulandıran ciddi gelişmelerdir.
Bir süredir adli soruşturmalarla DTP’yi devre dışı bırakma çabalarına ek olarak çözüm için inisiyatif almaya çalışan cumhurbaşkanın da etkisinin zayıflatılmak istenmesi “tarihi fırsatın kaçırılması” doğrultusunda gösterilen çabaların birer parçası gibi gözüküyor.
Daha tehlikelisi ve ciddi alınması gereken ise AKP lideri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, devletin başı olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Kürt sorununun çözümünde inisiyatif almasından rahatsız olduğu bugünlerde Ankara ve medya çevresinde çok fazla konuşulmasıdır. Bu hala AKP’nin Kürt sorununun toplum ve devlet için sahip olduğu önemin idrakinde olmadığını gösteriliyor.
Bu “tren sallama” halinin bedelinin Türkiye için çok ağır olacağı kesin. Artık siyasi iradenin bahanesi kalmamıştır. Gerek Cumhurbaşkanı gerekse hükümet yetkilileri, devlet kurumları arasında uyumun olduğundan söz ederlerken aynı zamanda bugüne kadar ileri sürdükleri bahanenin de artık kalmadığını ilan ettiler.
Altı yıldır birçok kez, hükümet kendisine devlet bürokrasindeki statükocu güçlerin ve ordunun engel olduğunu ya açıktan ya da ima yollu ifade etti. Anlaşılan AKP’nin elinde bu bahane son MGK toplantısında alınmış. Özelikle genelkurmay başkanın sivil idareye buyurun “ ne yapmak istiyorsanız yapınız” yaklaşımı hükümeti sorunla gerçek anlamda karşı karşıya bıraktı.
Hiç kuşkusuz ki, PKK’nın 1 Haziran’a kadar çatışmasızlık ilan etmesi de hükümeti test etme için önemli bir fırsat yarattı.
Zaman hızla ilerliyor. Ufukta umutları arttırıcı ciddi hiç bir şey emare yok. Belki de tek sevindirici gelişme CHP liderinin son 10 yıldır ilk kez Kürt sorununda makulü aradığına ilişkin sinyaller göndermeye başlaması oldu. Nereye kadar gidecek belli değil. Ama zorlamak ve değerlendirmek gerek
Bu bakımdan hükümet oyalama ve zaman kazanma taktiklerini terk etmelidir. Bir an önce “ben yaparım olur” yaklaşımından kurtularak, barışa katkı sunacak, sorunun demokratik açılımlarla çözüme kavuşmasını arzulayan her kesim ve kişinin desteği almalıdır.
İlk adım olarak TBMM içinde diyalogu geliştirmelidir. Ahmet Türk’ün uzattığı barış eli havada kaldığı sürece tarihi fırsat kaçacağa benziyor.
Parlamento içinde geliştirilecek diyalog, böylesine büyük ve köklü bir sorunun çözümü için gerekli toplumsal desteği sağlamada yeterli olamayacağı gibi demokratik katılımcılık yönüyle de cılız kalacaktır. Bu nedenle, sorunun demokratikleşme yoluyla çözümünü benimseyen, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve yurttaş girişimleri sürece dâhil edilmelidir.