Çözüm için diyalog şart

15 Mayıs 2009

Kürt sorununda uzun süredir devam eden gergin havanın yumuşamaya başlaması,  geniş kesimlerde çözüm umutlarını yeniden canlandırırken çatışma, şiddet ve toplumsal gerilim varlık nedeni olan kesimlerde kaygı ve gerginliğe yol açtı.

Salı günü siyasi parti genel başkanlarının, partilerinin TBMM grup toplantılarında yaptıkları konuşmalar kaygı, gerginlik ve umudun birer örneği oldu.

DTP genel başkanı sayın Ahmet Türk konuşmasında çözümü kolaylaştıracak atılacak adımları bir bir sayarken umudu nasıl gerçeğe dönüşebileceğinin yolunu gösterdi.

CHP ve MHP liderleri ise yaygınlaşmaya başlayan toplumdaki yumuşama, iyileşme havasını dağıtmak için çıldırmışçasına kürsüden kükrüyorlardır.

Kürt sorunun çözümü doğrultusunda atılacak ilk adım olan çatışmanın durması için atılacak adımlardan birinin dahi sözünün edilmediği bir ortamda bu iki partinin liderinin bu hiddetlerini ve şiddetlerini anlamlı kılabilecek ne olabilir ki.

Her iki partinin liderinin şiddetle karşı çıktığı ve çıldırmalarının bahanesi olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “ Kürt sorununda 2009 yılında iyi şeyler olacak, Kürt sorununda tarihi fırsat yakaladık, sorunu çözüyoruz ve en uygun dönem bu dönem” sözleri oldu.

Eğer bu sorular milliyetçi, toplumsal gerilimi artıran içerikte sorulmamış olsa insan doğal olarak iki şey düşünerek soruları hayra yorar. Birincisi aleniyet istendiği ikincisi de uygulanacak politikalarda mutabakat arama isteği olarak yorumlamak mümkün.

Aslında her iki istek, bir adım ileri iki adım geri taktiği ile işleri kapalı devre yürüten

AKP hükümeti karşısında güçlü bir isteğe dönüşebilir. AKP hükümetinin veya Abdullah Gül’ün Kürt sorunun çözümüne ilişkin ellerinin altındaki planlarını, kafalarındaki çözüm önerilerinin ne olduğunu açıklamaları gerek.

Ancak  böyle bir planın olmadığı çok aşikâr. Belki de bir plan veya programın olmaması daha hayırlı bir şey olabilir. Çünkü AKP’nin kendi başına plan, program oluşturması yanlış bir yol olabilir. Önce Ahmet Türk’ ün, TBMM’ne uzattığı eli tutması gerek. Yani iyi gidişin ilk adımı AKP ile DTP arasında normalleşmenin sağlaması olabilir. Kürtlerin siyasi temsilcileriyle diyalog kurulmadan güzel günlere doğru yürümek zordur.

Buda yetmez çözüm planının oluşumuna bütün toplumsal güçler, sivil toplum örgütlerinin katılımı gerek. Yani Kürt sorunun asayiş sorununa indirgemeyen parlamentoda içindeki ve dışındaki bütün partilerin bu sürecin bir parçası olması gerekiyor. Bunun için öncelikle siyasal iradenin tahkiye yapmayı terk etmesi ve kendine Hasan Cemal’in Kandil izlenimlerini yayınlamasıyla oluşan toplumsal atmosferden siyasal fayda sağlama amacı gütmeden sorunu ele alma yolunu seçtiği konusunda ikna edici tutum takınmalıdır.

 

AKP’ni buna zorlayacak en önemli güç ise parlamentodaki partilerdir. Burada ise ciddi sorun oluşuyor. Muhalefet,  artık Kürt sorunuyla bu güne kadar olduğu gibi yaşanamayacağının açığa çıktığı ve mutlaka başka bir aşamaya geçilmemek zorunluluğunu kabul etmek istemiyor. Ya da bu sürece ortak olmayarak siyasi fayda sağlamak istiyorlar. Bu nedenle, yukarıdaki soruları AKP ile mücadele etmek ve muhtemel gelişmelere karşı engel olmak amacıyla ortaya atıyorlar. Yani Deniz Baykal biz iyi şeyler olmasına takoz olmayız diyor ama bal gibi takoz olacak bir tartışmayı gündeme getiriyor. Bu durum karşısında Ahmet Türk’ün sorduğu “Baykal ve Bahçeli kan akmasını mı istiyor”  sorusu  haklı bir soru oluyor.

Kabul edilsin ya da edilmesin Deniz Baykal’ın bugün topluma verdiği imaj, yaratığı algılama şiddet ve çatışma CHP’ nin varlık nedeni olduğudur. Bundan Türkiye’de ilk Kürt raporunu biz hazırladık diyerek sıyrılmak mümkün değil. CHP’de, sözü edilen raporu hazırlayan zihniyetten eser kalmamıştır.

CHP, bu politikasıyla artık AKP’nin işini kolaylaştırıcı bir işlev görüyor. Bugün Kürt sorunu ekseninde süren tartışmada bu çok açık görülüyor. CHP’nin takozcu tavrı ve politika yapış tarzı, AKP’nin çözüm konusunda elinin boş olduğunun görülmesi engelliyor. Daha iyimser bir ifadeyle AKP bir adım atmaya niyetlense de CHP’nin takozu yüzünden adım atamaz. Çünkü ne yazık ki, CHP devleti kuran parti olarak hala devlet bürokrasinin statükocu kadrolarının işaret fişeği olmaya devam ediyor. Bu nedenle de çatışmanın durması noktasında neredeyse genelkurmay kadar etkili bir pozisyona sahip.

CHP, bu pozisyonunu çeyrek yüzyıldan fazla akan, kanın ve gözyaşın devam etmesi için kullanmada ısrarını sürdürmekten vazgeçmeye karar vermesi gerekiyor. Bunu yapacağına dair en küçük emare yok. Ama yapmamanın bedelinin de çok büyük olacağı kesin.

Eğer barışa bir şans tanınacaksa bu, öncelikle oluşmuş olan olumlu havayı bozacak en küçük davranışa göz yummamakla olabilir. Daha sonrası da hızla toplumsal duyarlıkları ve katılımı dikkate alan demokratik yol haritasıyla olabilir. Bu nedenle çözüm içinde çok yönlü ve çok boyutlu diyalog şart.