1 Mayıs 2009
28 Nisan 2009 Salı günü Türkiye Barış Meclisi üyeleriyle DTP, TBMM grup toplantısına katıldık. AKP hükümeti Kürt sorununun çözümünü Kürtleri AKP’lileştirmeye indirgemiş durumda. Bunu gerçekleştirmek için DTP’yi demokratik alanda tasfiye etme operasyonu yapılıyor. AKP, sandıkta tasfiye edemediği DTP’yi, kolluk kuvvetleri marifetiyle tasfiyeye çalışıyor. DTP ile dayanışmak için grup toplantısına katıldı. Çünkü Kürt sorununu “Kürtsüz” çözüme çabasını Türkiye’yi felakete sürüklediği gibi Kürtleri AKP’leştirme çabasının yarım yamalak olan demokrasiyi kadük hale getireceğinden eminiz. AKP hükümetine barış, demokrasi ve adalet için DTP’ye dokunma mesajı vermek istedik.
Kürt sorunun çözümünde demokratik siyasal zemindeki en önemli aktörü tasfiye etme çabası ateşle oynamaktır. Bu ateşin bütün bir ülkeyi yakma tehlikesine işaret etmek istedik.
Grup toplantısında DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ve dayanışmaya gidenler adına konuşan Tayfun Mater, AKP hükümetinin birçok konuda olduğu gibi Kürt sorununda da nasıl takiye yaptığını birçok örnekle anlattılar.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, önce 10 Ağustos 2005 Çarşamba günü Başbakanlıkta benimde içinde yer aldığım heyet önünde, daha sonra 12 Ağustos 2005 Cuma günü Diyarbakır’daki konuşmasından bu güne geldiği noktayı hatırlattılar.
‘Kürt sorunu benim de sorunum ve büyük devletler hatalarından dolayı özür dilemesini bilen devletlerdir’ diyen başbakan, ‘devletin güvenlik güçlerine karşı gelen çocukta olsa, kadında olsa gözünün yaşına bakmayız’ noktasına bu kadar hızlı nasıl geldiğini anlamadan bu ülkede silahların sonsuza kadar susmasını sağlamak mümkün olmayacak.
Demokrasiyi özümsememiş bu zihniyeti alt etmeden, milliyetçilik batağından toplumu çıkarabilmek mümkün olmayacak. Çünkü başbakana hızla bu U dönüşü yaptıran Türk milliyetçiliğidir. Bunu ben söylemiyorum, başbakan söylüyor.
Başbakan, bu konuşmadan birkaç ay sonra, bir gezide deneyimli bir gazetecinin , “Sayın başbakan, Turgut Özal’da sizin gibi Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda inisiyatif almaya çalıştı ama kısa süre sonra tepkilerden dolayı bocalayınca hiçbir şey gerçekleştiremedi” sözlerine başbakan “Kürt sorunu tanımı kullanmadan güneydoğunun yoksulluk, işsizlik sorunu olarak ortaya koysaydık bu kadar büyük tepki olmazdı” yanıtını vermiş. Gazeteci arkadaş, sayın başbakan “Kürt sorunu işte tamda bu senin söylediklerin” yanıtını verince başbakan anlamamış, ne demek istiyorsun diye sormuş. Başbakanım Kürt sorunu, Başbakan olarak gelen tepkiler nedeniyle adını koyamamanızdır” yanıtı almış.
Başbakan Tayyip Erdoğan Kürt sorunu konusunda yaptığı bir dizi konuşmalara karşı milliyetçi, statükocu ve devletin sahibi kesimlerden gelen milliyetçi tepkiler karşısında dik durmayı başaramadığı için sözlerinin gereğini yerine getirecek siyasal irade veya AKP milletvekili Abdulrahman Kurt’un ifadesiyle, dirayet gösteremedi. Çünkü bunu yapmaya zihinsel dünyası elvermiyor. AKP’nin geldiği siyasal geleneğin hamurundaki milliyetçilik ve milliyetçi, muhafazakâr, mukadderatçı bileşimi buna büyük engeldir.
Gelinen noktada AKP’nin önceki hükümetlerden geri kalan bir yanının olmadığı ortaya çıktı. Ama izlediği takiyeci siyaset toplumda derin yaraların oluşmasına ve toplumsal yarılmanın derinleşmesine yol açıyor. Artık Kürtlerin, Ankara’ya 2005 yılında baktığı gibi bakmadığı bir gerçek.
Şimdi benzer şeyin Ermeni konusunda da yaşanacağına ilişkin ciddi kuşkularım var. Ermenistan, Türkiye ilişkileri üzerine süren tartışmalar karşısında AKP’nin takındığı tutum buna yol açıyor. Dışişleri Bakanlığı tarafından 24 Nisan gece yarısı yapılan “Türkiye ile Ermenistan arasında, ilişkilerin her iki tarafı da tatmin edecek şekilde normalizasyonu için “kapsamlı bir çerçeve üzerinde mutabık kalındığı ve bu çerçevede bir yol haritası belirlendiği” açıklaması sonrası, gelişen milliyetçi tepkiler, çerçevesi belirsiz anlaşmanın hayata geçmesini engelleyecek sonuçlar üretmesi hiçte zor görülmüyor.
AKP bir taraftan Ermeni sorununu çözmeye çalışıyor gibi görünürken, diğer taraftan Türk milliyetçisi duygu ve düşünceleri canlı tutan politika izliyor. Bu ikisinin birlikte sağlıklı yürütülmesi mümkün değildir. Bu sürecin büyük felaket yaşamış Ermeni yurttaşlarımızın, sevinçlerini kursaklarında bırakacak tarzda gelişmesi, Sevgili
Hrant’ın söylediği gibi‘“Evet, biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var. Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin. Bu toprakları alıp gitmek için değil. Bu toprakların gelip dibine gömülmek için’ diyen insanların sayısın çok ama çok azaltacak.
- Yüzyılda bu topraklarda yaşayan insanlarımıza bundan daha büyük kötülüğü ise kimse yapmaz.