Devlet hastalanmış

8 Mayıs 2009

Son bir haftadır ülkede tuhaf şeyler oluyor. Olup, bitenleri yan yana getirdiğimizde ne oluyor sorusunu sormamak elde değil. En azından, bunların iyiye alamet şeyler olmadığı söylemek mümkün.

İlk önce Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ 14 Nisan 2009 tarihinde Harp Akademileri Komutanlığında bir konuşma yaptı. Bunu 29 Nisan 2009 tarihinde karargâhında basın toplantısı izledi. Her iki konuşma Türkiye’nin siyasi gündemini belirledi. Siyasi iradenin asker tarafından oluşturulduğu gösterir içerikteki konuşma devlet siyasetinin belirleyicisinin ve sahibin hala asker olduğunu gösterdi.

Türkiye’de askerlerin her vesile ile konuşması ve siyaseti vesayet altına alması adetten olduğu için İlker Başbuğ’un konuşması birçok yazar ve gazeteci tarafından esas duruşta alkışlandı ve olumlandı.

Konuşmada yer alan “Türkiye halkı” kavramının yarattığı tartışmanın önünü kesmek için düzeltme yapması başlı başına dikkat çekicidir. Milliyetçi ve Kemalist çevrelerde bu sözlerin yarattığı yankı Kürt sorununda yaşanan tıkanıklığın işareti olarak yorumlamak mümkün.

Bu konuşmadan AKP çevresinin ordu Kürt sorununda yeni bir role soyunuyor görünmesinde rahatsız olması ise başka bir önemli olsa gerek.

Yine son bir haftadır Ergenekon soruşturması çerçevesinde süren tartışmaların odağına Anayasa Mahkemesi başkanvekili Osman Paksüt oturdu. Sanırım Türkiye’de ilk kez Anayasa mahkemesini temsil etme yetkisine sahip birisinin yüce divanda yargılanması tartışılıyor. Bunun devlet kurumları içinde yaratacağı sarsıntının boyutlarını kestirmek güç. Ancak kolay giderilemeyecek bir çatlaklığının oluştuğunu söyleyebiliriz.

Genelkurmay Başkanın konuşmasında Ergenekon soruşturmasının yer alış biçiminde de görüldüğü gibi mesele devletin tepe noktasında açıktan çatışmaya dönüşmüş durumda.

Bütün bunların olduğu bir süreçte, Genelkurmay eski Başkanı Yaşar Büyükanıt, Beykent Üniversitesinde verdiği  “Politikacı ve Ordu” konulu derste yaşanmakta olan sorunu tarif etti. Büyükanıt’ta göre “devlet hastalanmış”. Emekli general devletin hastalığı ise “Devlette kurumlar arasında güvensizlik varsa, şüpheler varsa o devlet sorunludur. Ben asker olarak emniyetin istihbaratına güvenmiyorsam, çünkü bana istihbarat getirecek kurum benim hakkımda istihbarat topluyor. Bunlar gerçek vakalar. Adalet Bakanlığı İçişleri Bakanlığı’na, MİT Emniyet’e, Emniyet MİT’e güvenmiyor” diye tanımlamış.

Hasta devleti tedavi edememenin sonucunu kuşkusuz herkes biliyor. Yaşar Büyükanıt, bu gidişle sonumuz onlara benzeyecek mesajı vermeye çalışıyor. Bu sözler üzerinden nedense fazlaca durulmadı. Bu devlet kurumları içindeki çekişmenin ve gizliden gizliye süren çatışmanın açık ve net olarak dışa vurulmasıdır.Bu ayaküstü yapılmış bir değerlendireme olmaz.

Büyükanıt’a yanıtın hükümet çevresinde değil Süleyman Demirel’den gelmesi de anlamlı olsa gerek.

Basın mensuplarının bu konudaki sorusuna Demirel’in  “Türk siyasetini bir araba olarak alırsanız, arabanın 4 tane lastiği var. Biri patlaksa, araba yürümez. Araba yürümüyor” “Devletin bir takım sıkıntıları olabilir ve o sıkıntıları düzeltmek devleti yönetenlere aittir. Hiç kimse, kendi iktidarsızlığını kendi güçsüzlüğünü, devlete yüklemesin, eğer bozuk bir şey vardı ise, düzeltselerdi” biçimindeki yanıtı, Büyükanıt değerlendirmesinin tevil yolu ikrarıdır.

Bu çatışma ve çekişmenin alenileşmiş iki yanı var. Birincisi MİT’in Kürt sorununun çözümüne ilişkin yaklaşımına askerin karşı çıkmasının yarattığı sorun ve gerilimler. Diğeri ise Fettullah Gülen hareketin devletin çeşitli kurumlarını ele geçirmesinin hatta AKP, içerisinde daha belirleyici olduğu değerlendirmesinin yarattığı sonuçların devlet kurumları arasında yaratığı çatışmalardır.

Kısacası bu listeyi daha fazla uzatmak mümkündür. Ancak devletin kurumları ve tepesindeki çatışma alenileşmeye başladığı ve çaresizliğin gizlenemediği bir dönemden geçiyoruz. Bu noktada Mardin’de PKK’nın üzerine atma planıyla yapılan katliamı  ve önümüzdeki günlerde düzenlenecek 2. cumhuriyet mitinglerini bu gelişmelerle birlikte değerlendirmek gerekiyor.