Gelecek Dergisi Temmuz Ağustos 2003 Sayı 11
Emek hareket 15 -16 Haziran işçi direnişinin 33 yıl dönümüne “nur topu” gibi iş yasası ile girdi. AKP 35 yıllık iş yasasını evrensel yasa haline getirme bahanesiyle işverenlerin istemleri doğrultusunda değiştirdi. Şimdi bu yasayı hazırlamış olan Bilim Kurulu Sendikalar Yasası’nda değişiklik üzerine çalışıyor.
Başbakan Tayip’ in ifadesiyle işçiyi değil işletmeyi korumayı, iş yaşamını yeniden düzenlemeyi ve sendikaların işlevini yeniden tanımlamayı amaçlayan bir hazırlık söz konusu olan.
Değişikliklere bakıldığında çok açık bir biçimde görülecektir ki, zaten bin bir güçlükleri olan sendikal mücadele ve örgütlenmenin önüne bir yığın yeni sorun ve engel çıkarılıyor. Sendikal örgütlenmeler işlevsiz hale getiriliyor.Hatta toplu sözleşmelerin bağlayıcılığı zayıflatılıyor.
Sendikal hareket büyük bir darbe yemenin eşiğinde. Çalışma yaşamını da keyfiliğin zorbalığa dönüşeceği yeni bir dönem bekliyor. Emek hareketinin son derece kritik bir sürece girdiğini söylemek pek abartılı olmayacaktır. Yani karşı karşıya kalınan sorunun büyüklüğünü görmek buna uygun politikalar belirlemek gerekiyor. Ancak yaklaşık bir yıldır gündemde olan iş yasası değişikliğine ilişkin işçi sendikalarının ve emek örgütlerinin yapmış olduğu yanlışlar değerlendirmeden olumlu bir adım da atılamaz.
Sendikacılar Oturdukları Dal Kestiler
Sendikal kadroların aşması gereken ilk eşik, son yıllarda elle tutulur bir başarıya imza atamamanın psikolojik etkidir. Sermayenin çok yönlü saldırısının bir sonucu olarak gelişen bu başarısızlık duygusundan kurtulmak gerek.
“Yapılabilecek çok fazla bir şey yok” psikoloji yenilgiyi peşin olarak kabul etmek anlamına geliyor. Bu durumun bir sendikal çizgi haline dönüşmesi ise sendikaların var oluş gerekçesini tartıştırmak anlamını taşıyor. Kendi örgütsel gücüne güvenmeyen, esas olarak dışındaki güçlerden medet umarak ve sadece masa başı pazarlığı ile sınıf çıkarları doğrultusunda sonuç alabilmek söz konusu olamaz.
İşte bu anlayışa sahip olan konfederasyon yetkilileri Bilim Kurulu’nun hazırladığı taslakla oturduklar dalın kesilmesine gür bir sesle itiraz etmediler. Uzun süre üyelerini ve kamuoyunu taslak konusunda bilgilendiremediler. Bunun ödülü olarak da dönemin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Yaşar Okuyan’ dan 3 Haziran 2002 tarihli teşekkür yazısı aldılar.
Sendikacılar, yasa Meclis’te görüşülürken, göstermelik eylemlerle kendilerini kurtarmaya çalıştılar. İstanbul gibi bir işçi kentinde 30 – 40 işçiyi bile eylemlere katamadılar. Bakanlık odalarında başka konuşup, kamuoyu önünde başka konuşan sendikacılar nasıl inandırıcı olabilir, üyelerini eyleme katabilirdi ki.
Bugün yasalaşan İş Yasası, bazı yönleri değiştirilmiş olsa bile, esas olarak DİSK, Türk-İş ve Hak-İş’in temsilcilerinin de, 3 akademisyenin de içinde yer aldığı 9 kişilik Bilim Kurulu’nun mutabakatla hazırladığı öneriye dayanıyor.
Bilim Kurulu‘nun hazırladığı taslağın esas omurgasını kuralsızlık, keyfilik ve esneklik oluşturuyor. Buna rağmen konfederasyonlar, 2002 Haziran’ında taslak önlerine geldiğinde net ve açık bir tavır almadılar. Çünkü iş verenlerle ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ile yaptıkları protokolde Bilim Kurulunun mutabakatla yapacağı öneriye karşı tutum almayacaklarını kabul etmişlerdi.
Bu nedenle Kurul’da görev yapan temsilcilerini değiştirmediler; üyelerini ve toplumsal muhalefeti yasaya karşı mücadeleye hazırlamadılar. Hatta bazıları taslakta yer alan örneğin; esnek çalışma, sözleşme devri, telafi çalışma gibi bir çok maddenin zaten fiilen uygulandığını, sorunlu olan bazı maddelerin de işverenle ve hükümetle anlaşarak düzeltilebileceğini söylüyorlardı.Ancak yanıldıkları bir kez daha görüldü. Hükümet bu yasayla, küreselleşen sermaye çevrelerinin istek ve arzuları ile “Anadolu Kaplanları” denen ve kayıt dışı ekonomin de ana damarını oluşturan orta sermayeye diyetini ödeyerek çalışanları köleliğe mahkum etti.
Aynı Süreç Tekrar Yaşanmamalı
Benzer şeylerin Sendikalar Yasası’nın değişiklik döneminde de yaşanacağının sinyallerini veriliyor. Aynı Bilim Kurulu’nun hazırladığı sendikalar yasa taslağı yine kamuoyundan ve işçilerden gizlenmeye, kapalı kapılar ardında sonuçlandırılmaya çalışılıyor.
Konfederasyon yöneticilerini bu suça bir kez daha ortak olmamalılar: Hemen Bilim Kurulun’ da ki temsilcilerini çekmeliler, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile çalışmaların gizli yürütülmesine ilişkin protokolü iptal edilmeli, hazırlanan yasa taslağını kendi önerileriyle birlikte kamuoyuna açıklamalılar.
İş yasası gereği altı ay içinde çıkartılması gerek yönetmenlikler ve kıdem tazminatı fonuyla ilgili yasal düzenlemeler konusunda da ancak böyle bir tutum alınarak işe başlanırsa sonuç olumlu olabilir.
Öte yandan Sendikaları Yasası, İş Güvencesi Yasası, İş Yasası, Kamu Reformu Yasası, Yerel Yönetimler Yasası gibi sermayenin topyekün saldırılarının birer parçası olan yasal düzenlemelerle tek tek mücadele edilerek emek ve sendikal hareketin krizini aşmak mümkün değildir. Aksine bu krizi derinleştirmekte, sendikal örgütlerin daha güçsüz ve zayıf düşmeleri sonucunu doğurmaktadır.
Sermayenin yeniden yapılanma projesine karşı emek güçleri ve sendikal örgütler alternatif proje ve mücadele hattı oluşturmadır. Emek güçleri, başka türlü bir mücadele ve sendikal anlayışla yeni bir sendikal merkez inşa perspektifine uygun bir eylem programı hazırlamak; sendikalar ve emek örgütleri de kendilerine yeni bir yol haritası çıkarmak durumundadır.
Ortak çalışanlar Yasası
Bu program ve yol haritası birleşik/ortak mücadelenin ürünü olabilir. Artık can çekişmeye başlamış olan platformlarla ve ilişkilerle sürecin ihtiyaçlarına yanıt verilemediği gibi siyasetten oluşturulan ve hiçbir sendikal perspektif ve projeye dayanmayan “İstanbul sendikalar birliği” gibi yapay örgütlenmelerle de krizin aşılabilme ihtimalinin olmadığı görülmelidir. Sendikacılar bir birini suçlamayla oyalanmamalı, işçileri de oyalamamalılar.
İşlevli, toplumsal karşılığı olan ve esas olarak işyerlerinden, yaşam alanlarından gelişecek mücadelenin ürünü olarak yaratılacak örgütlenmelerle yeni bir sendikal merkez inşa edilebilir.
Şimdi ortak çalışanlar yasası talebini yükseltmenin, birleşik örgütlenmeyi yaratmanın zamanıdır. Her yerde Bilim Kurulu’nun hazırladığı Sendikalar Yasası Taslağını tartışılmaya açılmalı, işçinin, emeklinin, kamu emekçisinin, işsizin beyaz ve mavi yakalının ortak örgütlenmesi ve mücadelesi için ortak çalışanlar yasası önerisi geliştirip, somutlaştırmalıdır.
İlk elden DİSK ve KESK’ in 2 yıl önce oluşturdukları ortak komiteleri işlevli hale getirilmelidir. Bunlar geliştirip, işyerinde ve mahallerde yaygınlaştırmalıdır.
Böyle bir mücadele geliştirilebilindiği ölçüde Özal döneminden sonraki ikinci büyük özelleştirme harekatının önünde set olunabilinir.
Bu yolda yürümeye başlamak için özelleştirme mücadelesi veren PETKİM,TEKEL işçileri ile birleşik/ortak mücadeleyi geliştirmek,örgütlenme araçlarını yaratmak gerek. 14 Haziran’da TEKEL iş yerlerinde ESM ve Tek Gıda-İş üyelerin birlikte sabahlamasını ve bazı işyerlerinde işçilerin özelleştirme karşıtı komiteler kurmaları gibi örnekleri hızla yaygınlaştırıp çoğaltmak gerek. Petrol-iş Sendikası’nın yürütmüş olduğu “Özelleştirmeyi Durdurun” kampanyası başta özelleştirme programında yer alan işyerlerinde örgütlü sendikalar olmak üzere, özel sektörde örgütlü sendikalar ve emek güçlerinin birleşik kampanyasına dönüştürmelidir. Türk-İş’ de sabahlayan özelleştirme mağduru işsiz işçilerin seslerine kulak verilmelidir.
Bütün bunlarla KESK’ in nitelikli, parasız, yaygın kamu hizmeti kampanyası buluştuğunda ortak mücadele ve örgütlenmenin adımı atılmış olur.
DİSK’in faaliyetlerini engellemek için çıkarılmak istenen yasaya karşı 15-16 Haziran direnişini yaratanlar, önlerinde durmak isteyenleri aşmayı nasıl başardılarsa, bugün de aynı şeyi yapılabildiği an sendikal krizin aşılmasının imkanı yakalanmış olunacaktır. Yoksa 33 yıl sonra salonlarda atılan nutukların fazla bir anlamı kalmadığı görülmelidir.