ABD-Türkiye anlaşması ve Öcalan

ABD-Türkiye anlaşması ve Öcalan

Türkiye’nin iç, dış politikalarını ve ABD ile arasındaki gerilimin ana konularından birini uzun süredir Suriye’deki gelişmeler ve Kürtler oluşturuyor.

Bu konuda iki gün içinde iki önemli gelişme oldu. İlki Ankara’da ABD ve Türk yetkililerin üç gün süren toplantısından yazılı bir açıklama çıktı. İkincisi ise iki ay sonra Abdullah Öcalan ile avukatları yeniden görüştüler ve açıklama yaptılar.

ABD ve Türk yetkilileri arasındaki görüşme sonrasında yapılan açıklamayla bir süredir ABD ile bu konuda yaşanan gerilim düşürüldü. Toplantı sonrasında konunun bütün tarafları için zaman kazanma anlamına gelen bir üç maddelik açıklama yapıldı.

Türkiye’nin Fırat’ın doğusunda “Barış Koridoru”, “Güvenli Bölge” oluşturma planı şimdilik belirsiz bir tarihe bırakıldı.

Kim nasıl yaklaştı

Ankara’nın, toplantı sırasında da “barış koridorunu ABD ile yaparız, anlaşamazsak da   tek başımıza yaparız” ısrarlı görünme ve  ABD Savunma Bakanı Mark Esper görüşmelerin ikinci günü “tek taraflı operasyona izin vermeyeceğiz” açıklaması görüşmelerde bir sonuç çıkma  ihtimalini zayıflatmıştı. Bu açıklamalar gerilimi artırır nitelikteydi.

ABD ve Türk yetkililerinin görüşmenin üçüncü günü akşamı eş zamanlı üç maddelik anlaşma metni açıkladılar. Millî Savunma Bakanlığı sitesinde yerel alan üç maddelik açıklama şöyle:

  1. Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderecek ilk aşamada alınacak tedbirlerin bir an önce uygulanması,
  2. Bu çerçevede, Güvenli Bölge tesisinin ABD ile koordine ve yönetimi için Türkiye’de Müşterek Harekât Merkezinin en kısa zamanda kurulması,
  3. Müteakiben, Güvenli Bölgenin bir barış koridoru olması ve yerinden edilmiş Suriyeli kardeşlerimizin ülkelerine dönmeleri için her türlü ilave tedbirin alınması konularında mutabık kalınmıştır.”

Bu açıklamadan anlaşılan, taraflar aralarındaki sorunlara çözüm bulmak maksadıyla oturdukları masadan birbirine yaklaştıkları ancak hala açıklığa kavuşmamış konuların olduğudur. En önemli sonuç ise Türkiye’nin operasyonunun kısa sürede olmayacağının çok açık olmasıdır. Görüşülmüş, tartışılmış ama mutabık kalınamamış konu ve sorunları müzakere etmeye devam edileceğidir.

Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu anlaşmadan bir gün sonra “çok iyi başlangıç, bu çalışmanın Münbiç yol haritasına dönüşmesine, oyalama sürecine girmesine müsaade etmeyeceğiz.” değerlendirmesi, Ankara’nın açıklamaya ilişkin kaygısını daha ilk gün dile getirmesi olarak görebiliriz.  MHP lideri Devlet Bahçeli de “Güvenli Bölge, bölgeyi güvenceye kavuşturacaktır. Güvenli Bölge’nin denetimi ve kontrolü Türkiye’de olmalı.” Sözleriyle Türkiye’nin masadan istediği sonuçları elde edemediğin ifadesi olsa gerek.

Suriye ve Kürt siyasal çevreler, anlaşmaya karşı duruşlarını ifade etmekle yetindiler. Kürtlerin, operasyonun geçici de olsa  askıya alınmış olmasını, zaman kazanmak olarak değerlendirmiş olmaları muhtemel.

İran ve Rusya’dan ise herhangi bir değerlendirme gelmemesi dikkat çekici. Türkiye ile ABD’nin   masada soruna çözüm aramasından ve ortaklaşmasından pek memnun kalmayacakları çok açık. Bir süre sonra Suriye’de ellerinin zayıflamasına yol açacak, gelişmeler karşı homurdanmaya başlayacaklarından hiç kuşku yok.

Ortadoğu’da, siyasal aktör ve toplumsal dinamiklerinin, devletlerinin rızasını gözetmeyen arayışlar, kalıcı bir çözüm üretemez. Suriye ve Kürtler söz konusu olduğunda bu daha bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.

Anlaşmada ne var

Bütün bu gelişmeleri Türkiye’nin elinin rahat ve güçlü olmadığını bir kez daha gösterdi. Sadece Ankara’nın değil, Kürtlerin de durumunun da sanıldığı kadar parlamak olmadığını gösterir nitelikte üç madde var orta yerde.

Şimdi üç madde ne anlatıyor bize kısaca bakalım. Birinci madde, “güvenlik endişelerini giderecek ilk aşamada alınacak tedbirlerin alınması” sonrasındaki maddeler, meselenin güvenlik endişesinden kaynaklanmadığını, esas meseleyi farklı siyasi hedef ve kaygılar oluşturduğunu gösteriyor. Başka bir ifadeyle Türkiye’nin meselesinin askeri değil siyasi olduğu anlaşılıyor.

ABD, Suriye sınır bölgesindeki durumun Türkiye’de “güvenlik endişesi” oluşturduğunu kabul etmiş ve Kayıt altına alınmasına izin vermiştir. Bu endişelerini giderecek tedbir almayı taahhüt etti. Bunun Türkiye için önemli bir kazanım olduğu bir yerlere not etmek gerek. Kürtlerin var oluşunun yarattığı veya yaratacağı muhtemel sorunların varlığını teyit etti.

İkinci dikkat çekici önemli nokta   Müşterek Harekât Merkezinin Türkiye’de oluşturulması kararı. Türkiye, PYD/ YPG’nin kontrol ettiği bölgeden şikayetçi ama merkez Türkiye tarafından oluşturulacak. Burada bir tuhaflık var. Ankara’da kurulacağı belirtilmiş olsaydı bir ölçüde anlaşılabilirdir. Ne de olsa başkent. Anlaşma metninde Urfa, Gaziantep gibi kentlerde olabilir sonucu çıkıyor.

Bu iki nokta sonrasında üçüncü maddede “Müteakiben, Güvenli Bölgenin bir barış koridoru olması ve yerinden edilmiş Suriyeli kardeşlerimizin ülkelerine dönmeleri için her türlü ilave tedbirin alınması” sorunun siyasal boyutunun kapsamını gösteriyor. Güvenli bölgeye yerinden edinmiş Suriyelilerin dönmesini sağlama yaklaşımı bölgenin yapısına yönelik bir planın ve yaklaşımı ortaya koyuyor. Bu da bölge üzerindeki siyasal hesapları faş ediyor olsa gerek.

 

ABD’nin Kürt politikası yok

Sorunun Kürtlerin var oluşlarından kaynaklanan siyasal endişelerin tezahürü olduğu ortaya çıkıyor. Aslında Türkiye’nin beka sorunu olarak formüle edilen bu siyasal yaklaşım değişmeden yapılan ikili, üçlü, dörtlü bütün anlaşmaların kâğıt üzerinde kalacağını veya Kürt meselesinin kalıcı çözümüne hizmet etmeyeceğini tecrübeyle sabit.

ABD, Ankara arasındaki çözülemeyen düğüm de tam bu noktada oluşuyor. Güvenlik kaygısında ortaklaşma büyük ölçüde tamam ancak sorunun esasını oluşturan siyasi yaklaşımdaki acı farklılığı devam ediyor.

Türkiye içerdeki sorunlara olduğu gibi Suriye’deki duruma da salt güvenlik eksenli yaklaşıyor. ABD ise daha çok bölgesel çıkarları nedeniyle Türkiye’den siyasal açılım bekliyor. Türkiye’yi bu noktada pozisyon değiştirmeye  zorluyor. Yoksa Kürt politikası nedeniyle değil. Zaten ABD’nin bütünlüklü ve demokratik bir Kürt politikası yok. Birbirinden çok farklı PKK, KDP, YNK, PYD, YPG politikaları var.

Türkiye, sürdürülebilir olmayan güvenlikçi yaklaşımlardan sıyrılıp, siyasal açılımlarla Kürtlerin bölgedeki durumuna yaklaşmaya başladığı durumda krizin aşılmasının eşiğine gelmiş olacağız.

Öcalan surecin neresinde

Suriye’de “güvenlikçi ve millici” politikalarla sorunların çözüm mekanizmalarını ve zeminlerini etkisizleştirmekle Türkiye’nin ilerleyebileceği bir yol kalmamıştır. Güvenlik ve milli kavramlarla çözüm üretme çabalarının siyaseti ve siyasi mekanizmaları devre dışı bırakmak anlamına geldiği çok açık.

Bu koşullarda, 8 yıl aradan sonra avukatlarının İmralı’da bulunan Abdullah Öcalan ile görüşmeye başlamasını bütün bu gelişmelerden bağımsız ele almak doğru da değil, mümkün de değil. 2 Mayıs 2019 tarihinde yapılan görüşme sonrası açıklamasının ağırlık noktasını Suriye konusunun oluşturması açlık grevleri ve yerel seçimler nedeniyle hak ettiği kadarıyla değerlendirilemedi.

Kısa açıklamada yer alan “İnanıyoruz ki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kapsamında Suriye’deki sorunların çatışma kültüründen uzak durularak; içinde bulundukları konumun, durumun Suriye’nin bütünlüğü çerçevesinde Anayasal güvenceye kavuşturulmuş yerel demokrasi perspektifinde çözüme ulaştırılması amaçlanmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olunmalıdır.” Çağrısı, tıkanmış Suriye konusuna bir açılım getirmektir. Aynı zamanda Türkiye’ye ilişkin yeni bir döneme kapı aralayan yaklaşımdır.

Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde yerel demokrasinin anayasal güvencede çözüm geliştirilmesinin yanı sıra dikkat çekici Türkiye’nin hassasiyetlerine de duyarlı olmalarını öneriyor SDG’ye. Burada sözü edilenin Türkiye’nin sürekli yenilediği devletin bekası olarak adlandırılan güvenlik meselesi olsa gerek. Ancak Kürtlerin durumunun da anayasal güvenceye kavuşturulmasıyla beraber 28 Şubat 2015 Dolmabahçe açıklaması doğrultusunda bir tutumun altı çizilmekte. Böylesine bir yönelmenin Türkiye’de yeni bir çözüm sürecinin başlangıç noktası olabileceği ihtimali değerlendiriliyordu.

Nitekim 8 Ağustos 2019 tarihinde yani ABD, Ankara açıklamasıyla aynı zaman diliminde Öcalan’ın avukatlarından bu doğrultuda yeni bir açıklama geldi. Bu süre içinde İmralı, Kandil, Ankara arasında ne oldu ne türden gelişmeler yaşandı bilemiyoruz. Zaten Öcalan adına yapılan açıklamalar eskisi gibi İmralı’da yapılan görüşmelerin ve yaşanan gelişmelerin detaylı bir biçimde izah edilmesi biçimde değil daha çok perspektif sunan, gelişmelerin özeti gibi yapılıyor.

Yerel seçim döneminde yeniden başlayan görüşmeler, seçimlerden iktidarın fayda sağlamasına yönelik bir adım olarak değerlendirildi. Bundan azade değildi tabi ki, ama işin esası taraflarca gözden kaçırılıyordu. Hele de 23 Haziran seçimlere iki gün kala tuhaf bir biçimde, avukatların dışında kim olduğu kamuoyunca bilinmeye bir akademisyenin  HDP seçmenini etkileme gayesiyle yapılan son dakika açıklaması kafaları daha da karıştırdı, kuşkuları artırdı. Osman Öcalan’ın TRT’ye çıkarılması, Binali Yıldırım’ın Diyarbakır’daki konuşması gibi birçok konu, iktidar partisinin çözüm arayışlarını araçsallaştırdığını ve haklı olarak çıkarı doğrusunda kullandığı kanaatini güçlendirdi. Güvensizliği derinleştirdi. Kanaatimce Öcalan’ın durumunu da kısmen de olsa sarstı. Ama Öcalan hala konumunu güçlü bir biçimde koruyor.

Bütün bunlar, Ankara’nın özellikle Suriye konusundaki sıkışıklıktan kurtulmak için İmralı’yı devreye sokmaya devam etmesinden ve yeni bir çıkış arayışından alıkoymamış durumda. Bu yeni bir çözüm sürecini mi gösteriyor, çok net hayır. Suriye konusunda bir arayış. Bu konuda başarılı olunursa veya yol alındıkça Türkiye konuşulmaya başlayacaktır. Ama bunun için şu an çok erken. Son açıklama bunun açık göstergesi.

Açıklamada, güncel iç sorun ve konulara girilmemiş olunması ve çözüme odaklanması dikkat çekiyor. İmralı’daki görüşme sürecinin bir eşiğe geldiğine ilişkin çok net belirtiler var. Bu açıdan son açıklama, Öcalan ile devlet adına yapıldığı anlaşılan görüşmenin tıpkı ABD, Ankara görüşmesi sonuçları gibi çok kritik ve gösteren tarihi önemde bir açıklama olarak değerlendirmek gerekiyor.

Açıklama metninde yer alan Turgut Özal dönemine ilişkin vurgu ve benzetmelerle birlikte “bugün Özal’ın kararlığını gösterecek bir iradenin varlığının sorguladığını vurgulamıştır.” Ve “ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de devlet aklı da gereğini yapmalıdır’ belirlemesi siyasal çözüm konusunda iradenin olmamasına dikkat çekmekte. Bu yeni süreçte bu kadar açık ve net ilk kez oldu. Kürt meselesinin tıkandığı yerin siyasal açılım ve irade olduğu belirtilmiş.

Keza Öcalan’ın 2013-2015 çözüm sürecinde ve Oslo sürecindeki gibi Türk-Kürt ilişkilerine dikkat çekmesi, “Kürtlerin bir hukuku olacak mı sorusu ve Kürtlere yer açmaya çalışıyorum” cümleleri, ABD ve Türkiye görüşmelerine bir gönderme ve gelinen noktaya ilişkin bir çekince olarak algılanmasına müsait.

Öcalan’ın “ben hazırım bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini ortadan kaldırım” cümleleri ne kadar gerçekçi ayrı bir konu olsa da sorunun çözümüne ne derece yakın olduğunu da gösteriyor. Ancak sorunun ve konunun ulusal, bölgesel ve küresel bütün taraflarının aynı noktada olmadıkları dikkate alınmak durumunda. Bu bakımdan “Öcalan’ın ben Kürtlere yer açmaya çalışıyorum” sözlerini, bugün Kürtlerin, anayasal zeminde siyasal statü peşinde olduğu ve bunun da siyasi mecralarda aranmasına dikkat çekmek olarak anlam ve önemsemek gerekiyor.

Aralanmaya çalışılan çözüm kapısını zorlamak, barışın ulaşılabilir ve gerçekleşebilir bir şey olduğunu göstermek için en kötü barışın en iyi savaştan daha insani olduğunu unutmamak gerek. Geçmişin güvensizlikle dolu bagajları boşaltılmadan, bu yükten kurtulmadan barış gerçekleşmeyecek.

Not: İnanan tüm dostlarımın Kurban bayramını en içten dileklerimle kutlar, sağlık ve mutluk dilerim