“MEKTUP, ARAÇSALLAŞTIRMAK VE BARIŞ”
Abdullah Öcalan’ın son mektubunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Abdullah Öcalan, bölgesel gelişmeler nedeniyle bir süre önce İmralı’da yeniden başlayan görüşmelerin, Kürt sorununun çözümüne kapı aralayacak bir yolda ilerleme ihtimalini ciddiye alıyor ve bunu küçük hesaplarla kolay heba etmek istemiyor. Bu nedenle iktidar partisiyle köprüleri tümden atmak istemediği ve İstanbul seçimleri tartışmasının dışında kalmak istediğini görülüyor. Kendini güncel siyasal gelişmelerin dışında, daha üstte bir yere konumlandırıyor. Bunu kritik bir eşikte yapması fazlasıyla dikkat çekti.
Diğer taraftan Kürt sorununun çözüm dinamiğinin güçlenmesi için HDP’ ye kuruluş felsefesinde yani Türkiye siyasetindeki üçüncü yol olma tutumunda ısrar etmesi, vazgeçmemesi, dönemsel sorunlar nedeniyle çözüm perspektifinden uzaklaşmama uyarısı yapıyor. HDP’nin, bir süredir CHP’ye yaklaşmasını ve Millet İttifakına hayırhah tutum takınmasını paylaşmadığı anlaşılıyor.
Doğrusu, HDP’yi bu noktada uyarmasını yani “AK Parti kaybetsin de kim kazanırsa kazansın” politikası olarak algılanan veya tecelli eden siyaset konusunda uyarısı isabetli. Bu hala HDP’ye bir misyon yüklediğinin de göstergesi. Ama zamanlamasının aynı ölçüde isabetli olmadığını düşünüyorum. Çünkü İstanbul seçimleri nedeniyle hem yanlış anlamaya ve sonuçlar doğurmaya müsait hem de sıkışmış iktidarın kötü kullanımına cevaz veren nitelikte bir uyarı. Nitekim öyle oldu. Ayrıca demokrat ve sosyalist güçler açısından 23 Haziran seçimleri, sıradan bir seçim değil, yargıçlar eliyle yapılan darbeye etkin tavır alma meselesiydi.
Hükümet bu mektubu nasıl kullanmaya çalıştı?
Hükümet, görüşmelerin yeniden başlamasıyla toplumda oluşan “bunlar seçim yatırımı mı yoksa yeni arayışın ürünü mü, yeni bir süreci mi başlatıyor?” sorularında görünür olan tereddütleri artırdı. AK Parti, Abdullah Öcalan’ı “kullanıyor” değerlendirmelerini veya ön yargılarını haklı çıkaran bir yaklaşım sergiledi. Toplumdaki barış/ çözüm özlem, beklenti ve arayışlarını araçsallaştıran bir tutum sergiledi. Mektubun HDP seçmeninin tutumunda esaslı bir değişikliğe yol açabilecek bir tarzda, yöntemle ve zaman diliminde gündeme getirilmemiş olması iki amaç güdüldüğü gösteriyor. Birincisi Öcalan, Kandil ve HDP arasındaki düşünsel, stratejik veya taktiksel farklılığı derinleşmesini, açının genişlemesini Kürt seçmene sergilemek ve seçmende kafa karışıklığı yaratmak. İkincisi ise sandığa gitmeyen kırgın muhafazakar Kürt seçmeni ikna etmenin bir aracı olarak Öcalan’ı ve mektubu kullanmak. HDP, PKK karşıtı Kürtlere “bakın Öcalan bunlar gibi düşünmüyor, ben elimden geleni yapıyorum” propagandasıyla gönüllerini alamaya çalışacaktı. Yani esas olarak kendi seçmeninin sandığa gitmesini sağlamaktı amaç.
Binali Yıldırım’ın bayram ziyaretinde Diyarbakır’daki konuşmasını, yeni seçilen Irak Kürt Federal Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı Neçirvan Barzani ile Dolmabahçe’de görüşmesini, seçimlere iki gün kala Osman Öcalan’a TRT6’da AK Parti’yi destekleyen konuşma yaptırılmasını mektupla birlikte değerlendirdiğimizde AK Parti’nin İmralı siyasetinin seçime indirgenmiş olduğu düşüncesi güçleniyor. Buna benzer şeyler daha önce de birkaç kez oldu.
Mektubun yarattığı tartışmalar Kürt sorununun çözümünde diyalog kapısının aralanmasına nasıl bir etkide bulunur?
Aklının ucundan çözüm/barış geçiren bir siyasal liderin uzak durması gereken şeylerle karşı karşıya kaldı toplum. Kafaları karıştıran işler yapıldı. Bütün dünyada taraflar arasında krizin, sorunun aşılmasında rol üstelen kişiler, her iki tarafın itiraz etmediği ve rollerini topluma ve taraflara güven telkin eden bir biçimde yerine getiren kişilerdir.
Bizim olayımızda böyle olmadığı gibi, birçok haklı soruya yol açan bir yöntem izlendi. Örneğin bu mektubun tek taraflı devletin yönlendirmesiyle alelacele açıklanması ciddi sorunlara yol açabilir. Bu başlama, gelişme ihtimali olan diyalog sürecini riske sokan bir tarzdır. Daha da kötüsü liderleri zayıflatan ve yıpratan bir tarzdır ve bu yöntem zamanlama açısından da vahim noktalara işaret ediyor.
Bu durum sonraki ilişkilerde mutlaka dikkate alınmak zorunda. Öcalan’ın mevcut cezaevi koşullarında diyalog/temasların müzakereye dönüşmesinin güçleştiği görüşü kendisine güçlü bir zemin buldu, bu bağlamda güvensizliği, kaygıları artırdı. Bu kez, İmralı’yı araçsallaştırmanın faturası yüklü olacağa benziyor. Bu nedenle yeni süreç planlanırken, işleyişi, kuralı ve kurulu tanımlanmış müzakereyle ilerlemenin mümkün olacağı gibi hususlar daha ciddi bir şekilde değerlendirilmeli.
Batıda mücadele eden barışseverler ne yapmalı?
Barış severler, Öcalan’ın fırsat ve olasılık olarak gördüğü ve heba edilmemesi için risk üstlendiği durum konusunda toplumsal duyarlılık geliştirecek çalışma yürütmeliler. Yani her koşulda tarafları masaya davet etmeliler. Bunun en önemli başlıklarında birisi barış/çözüm arayışının araçsallaştırılmasına karşı durmak olmalı. Ankara’nın tutarlı bir çözüm programına kavuşmasına hizmet edecek eşit, demokratik ve özgür bir arada yaşamın siyasal, sosyal ve kültürel zeminlerini inşa edecek; tarafların bu doğrudaki demokratik adımlarını teşvik edici, özendirici yönelime girilmeli. Barışın gelmesini kolaylaştıracak olanın, egemen olanın yanı Kürt olmayanların egemenlik haklarından feragat etmelerini sağlayacak siyasal tutum değişikliğine yol açacak çalışma olduğu unutulmamalıdır.
Bu Sosyalist İşçi Haftalık Gazetesi 28 Haziran 2019 tarihli sayı: 640 ‘da yapılan söyleşidir.