Barış Muhatabını Arıyor   

Özgür Politika Gazetesi

Sanırım bugün en fazla merak edilen konulardan biri de Türkiye’de yıllar sonra yeniden şiddetli bir savaşın başlaması.  Bu sorunun sıkça yöneltilmesinin en önemli nedenlerinden bir de hiç kuşkusuz bugüne kadarsürecin gerektiği kadar şeffaf olmaması ve gereğinden fazla kapalı devre bir Çözüm Süreci yaşanmasıdır.

Evet, binbir emekle, özveriyleve  PKK lideri Abdullah Öcalan’ın “suni teneffüsleriyle” iki yıldan fazla yürütülen çatışmasızlığın bozulması veTürkiye’nin hızla 90’lı yılları çağrıştıran günlere dönülmesinden büyük kaygı duyuluyor. Sokağa çıkma yasakları, toplu gözaltılar, tutuklamalar, infazlar, Güvenlikli Bölge uygulaması ve asker, polis, gerilla cenazeleri ve tam boy hukuksuz ve keyfi asayiş tedbirlerinin rutinleşmesi bu kaygılara yol açtı. Türkiye’nineski yaralarını sarması gerekirken birden OHAL ülkesine yeniden döndü. Umutları, beklentileri ve hayalleri öldürüyorlar.

Peki ne oldu, Çözüm Süreci’ni kim, neden bozdu? Oslo Süreci’nde masayı deviren kimse ve neden devirdiğiyse bugünde Çözüm Süreci’nin faili de odur.

Benzer sorunlara çözüm arayan her ülkede olduğu gibi bizde de Çözüm Süreci’nin başında her iki (Abdullah Öcalan/ PKK ve Recep Tayyip Erdoğan /AK Parti)   tarafının beklentileri birbirinden çok farklıydı. Öcalan,Türkiye adım adım demokratikleşerek Kürtlerin de özgürleşmesine paralel silahlara veda etmenin zamanın geldiğini düşünürken; Hükümet, PKK’nin  Türkiye için silahın bir tehdit unsuru olmaktan çıkmasına paralel bazı demokratikleşme adımların atılabileceğini düşünüyordu. Hükümetin temel hedefi 2023 yıllında Ortadoğu’nun baş aktörü olmak, Kürt siyasal hareketin temel hedefi ise ikili iktidar yoluyla Kürtlerin kendi kendilerini yönetebileceği bir sistemi geliştirmekti. Kısacası bir taraf silahın devre dışına odaklandı diğer taraf egemenliğin yerel ve bölgesel özerklik yoluyla paylaşılmasına.  Daha doğrusu AK Parti/ Recep Tayyip Erdoğan Kürt sorunun çözümü için atılacak adımın olmadığını/kalmadığını düşündüğü için Kürtlerin egemenlik paylaşımı talebini duymazlıktan ve görmezlikten gelerek amacına ulaşabileceğini düşündü.

Aslında benzer şeyler başka ülkelerde de yaşandı. Taraflar masaya oturduklarında birbirlerinde oldukça uzak ve farkı görüş ve planlara sahiplerdi. Ancak taraflar yaptıkları görüşme ve diyaloglar sonucunda aralarındaki görüş farklılığını zamanla azaltmışlar ve azaltıldığı ölçülerde de süreç ilerlemiş. Biz de başarılamayan veya daha doğrusu başarılmak istenmeyen budur. Çünkü devlet çeşitli (Kürt mücadelesi, bölgesel ve küresel gelişmeler, Kobanê yaşanan devrimsel gelişme) nedenlerle Kürt sorunun artık eskisi gibi sürdürülemeyeceğine karar verdi ama çözümün ne olduğuna ve ne yapması gerektiğine  karar vermedi. Devlet, “Kürt vardır ama Kürt olmaktan doğal en temel hakları kullanamazlar”noktasında duruyor. Bu hakların kullanılmasının ülkeyi bölünmeye götürür anlayışı ve Kürt korkusu hala devlette egemen.

Cumhurbaşkanı Dolmabahçe masasını neden tekmeledi

İmralı’da PKK lideri Abdullah Öcalan ile yapılan görüşmeler tam bu noktaya geldiği aşamada, Dolmabahçe’de 28 Şubat’ta kurulan masa Cumhurbaşkanı tarafından tekmelenip devrildi. Hatırlayalım Oslo sürecinde de Öcalan’ın  Yol Haritasının görüşüldüğü aşamada süreç bitirilmişti.

Dolmabahçe açıklamasıyla iki yıllık Çözüm Süreci’nin yeni  bir aşamaya ulaştığını 5 Nisan İmralı görüşmesindeAbdullah Öcalan ilan etmişti.

Yeni aşama neydi hatırlayalım. İki yılık görüşme aşamasından müzakere aşamasına geçilmesi. Bu aşamada  Öcalan, PKK’ye Türkiye’ye karşı silah kullanmama kongresitoplaması çağrısını yapacaktı. Abdullah Öcalan’ın çalışmalarını kolaylaştıracak bir sekretarya oluşturuldu, görüşme heyeti genişletildi. İzleme Heyeti’nin oluşturulması ve gerekli yasal düzenlemelerin yapılması sözünün verildiğinde görüşmeler kesildi.

Devlet,  resmi olarak sorunun siyasal boyutlarını,   siyasi bir heyetle müzakere edilmesini benimsemedi ve Öcalan’ı siyasal   muhatap almamak için Çözüm Süreci’ni bitirdi. Müzakerenin sınırlarını belirlemekte başarılı olamadığını fark etti. Kamusal alanın yeniden düzenlemesinin müzakere  masasında gündeme getirilmesini istemedi. Hâlbuki Öcalan’ın 10 maddelik önerileri doğrudan bununla ilgiliydi. Devlet, kendi tabiriyle PKK terörünü bitirmek için Öcalan ile görüşmenin ötesine geçilmesine ayak diriyor.

KısacasıDevlet,  Çözüm Süreci’nde iki yıl yalnızca PKK’nin silahlı haline son verme gayesiyle hareket etti. Sonuçta yeniden savaş başlatıldı.

Bölgesel gelişmeler de Korkuyu tetikledi

İki yıl içinde, savaş kararının almasına etki yapan çok önemli  gelişmeler yaşandı. Bunların başında hiç kuşkusuz Suriye politikasında hükümetin yalnızlaşması geliyor. Esad’ın devrilmesi ve PYD’nin bastırılması üzerine gördüğü rüyalar çıkmadı. Aksine  Esad ve PYD konusunda yalnız kaldı. PYD’nin, İŞID’e karşı yürüttüğü mücadeleyle elde ettiği başarının sağladığı prestij Türkiye’nin hareket kabiliyetini zayıflattı, PKK’yi Ortadoğu’da kalıcı aktör konumuna doğru ilerletti. ABD ile İran arasındaki ilişkilerin normalleşmeye başlaması Türkiye’nin Kürt korkusunu depreştirdi.

Yine son bir yıldır Kürt illerinde Kürt siyasetinin geliştirdiği kimi pratikleri özerkliğe doğru giden yolun taşlarının döşenmesi olarak algılandı. 6-8 Kobanê eylemleri ise  devlet sigortaların atmasına yol açtı.

Tabi ki, 7 Haziran’da HDP’nin elde ettiği başarı devletin uykularını kaçırdığını söylemek için kâin olmaya gerek yok. Bu başarı geçen gün Cumhurbaşkanın ifade ettiği gibi AK Parti’nin 2023 planını bozdu.   Başkanlık sistemine geçilmesini engellediği gibi Hükümet olmasını da engelledi.  Bunların yarattığı hırs ve öfke savaş kararı verilmesi sürecini hızlandırdı diyebiliriz. Ama esas olarak devlet,  Kürtlerin eşit yurttaşlık haklarına kavuşmasının artık bir zorunluluk haline geldiğinin farkında değil veya buna hazır değil.

Ancak, müzakere öncesi  bütün dünyada  benzer şeylerin yaşandığını unutmamamız gerek. Burada çıkaracağımız sonuç devleti, siyasal muhatapları çözüme ve barışa daha fazla zorlayacak yol ve yöntemleri geliştirmek ve etkili çözüm süreçlerine benzer süreçlerin yaratılması ihtiyacıdır.

 

 

Cumhurbaşkanın artık barış öznesi olması zor

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Kürt Sorununu çözme konumundan uzak tutan, bugünkü savaşın mimarı yapan AK Parti’yi barışın muhatabı olmaktan çıkaran yukarıda özetlemeye çalıştığım bakıştır. Erdoğan ile bu saatten sonra çözümü konuşmanın inandırıcılığı kalmamıştır. Erdoğan’ın baş aktörlerden biri olduğu çözüm süreci imkansızlaştı.

Ancak AK Parti’yi,  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’da cisimleşen “Kürt vardır ancak haklarını kullanamazlar” siyasetinden,  demokratik bir perspektifle hazırlanmış çözüm programına sahip ve Cumhurbaşkanını kontrol edebilme kudretine sahip hükümet,  çözümün muhatabı ve adresi olabilir.  Bu ancak Erdoğan’a rağmen olabilecek bir şeydir. Erdoğan bütün toplumu kandırmıştır. Barış getiriyorum diyerek şiddeti bir savaş başlattı. Güvenirliğini yitirdiği bir dönemde artık kimse onu barışın muhatabı olarak kabul edemez. Kabul etmenin  bedeli tahminlerdençok daha büyük olur. Bu durumu ortaya çıkaran güvensizliğin insanların zihninde yarattığı derin yaranın kapanmasının zorluğudur.  Bütün Kürdistanı ateşe veren bir siyasi kişilikten kolay kolay barış figürü olamaz.

Barış İçin büyük ortaklık

Türkiye barışı  AK Parti oy veren  ama ırkçı olmayan ve olup bitenin farkında olmayan muhafazakârların, CHP’ye oy veren ama statükoca ve yeminli Kürt düşmanı olmayan sosyal demokratların ve HDP oy verenlerin orta büyük demokratik mutabakatıyla inşa edilebilir. Barış hareketi bütün bu kesimlerin toplumsal duyarlılıklarını gözetmeli ve sosyal gerçekliklerini kapsamalıdır.

Türkiye toplumu AK Parti hükümetin uygulamaya koyduğu yeni savaş konseptinden büyük bir kaygı duyuyor. Ancak kabul etmek gerekir ki savaşa karşı geniş halk kitleri harekete geçmiş değil. Bunun bir den çok nedeni var. Belki de en başta geleni Türk toplumunun Kürt korkusunu yenememiş olmasıdır.  Çözüm Süreci ile başlayan, Cumhurbaşkanı seçimleriyle ve 7 Haziran seçim başarısıyla perçinleşen bu korkuyu yenme yolundaki ilerleyiş çatışmasızlığın sonra ermesiyle durmuştur. Bundan sonra yapılacak heryanlış bu durumun tersine gelişmesini kaçınılamaz kılar.  Çünkü Kürt konusunda Türk milli mutabakatı çok çabuk kurulabiliyor. İki gün önce Siirt’te  8 askerin ölümü sonrasında yaşananlar gibi.

Medyanın durumu bunun çok tipik örneğidir. Bugünlerde yandaş medyada pıtrak gibi  Ertürk Yöndem’ler türediği gibi ana akım medyada AK Parti baskılarına en küçük direnç göstermeden esas duruşa geçti. Kışkırtıcı, ayrımcı, nefret üreten savaş  dili medyaya kısa sürede hakim oldu. Hükümet gibi medyada bir anda barışı, Çözüm Süreci’ni askıya aldı. Medya  hükümet bülteni gibi çıkma  yarışı yapıyor. 1990’lardan hiç ders alınmamış gibi adeta “bölücülük” belasına karşı hükümetin istemediğini görmüyorlar ve duymuyorlar.

AK Parti algı yönetiminiiyi beceriyor

Aslında AK Parti Hükümeti’nin 13 yıl gibi uzun bir süre tek başına iktidarda kalmasının sırrı tam da burada. Memleketi 13 yıl toplumsal algı yönetimiyle yönetmeyi başardı. “Milli mücadele gömleğimizi çıkardık, muhafazakâr demokratız”  söylemiyle başlayan algı yönetiminin  “Komşularla sıfır sorun” “Milli Birlik Bütünlük Projesi”,  “Türkiye siyaseti vesayetten kurutuluyor”  ve en son “Yeni Türkiye” gibi sloganlarla sürdürülen oyunun başrolün  biri de  medya oynuyor.

Algı yönetimine en sık başvurulan konularınbaşında kesinlikle  Kürt Sorunu geliyor. Çözüm Süreci AK Parti için bir algı yönetimi biçiminde yaşandı. Kürt sorunu PKK’nın varlığına indirgemeyi ve Kürt Sorununun çözümü için risk alan parti olarak kendini sunmayı başardı.  Çözüm Süreci’nde  böyle  ilerletmeye çalıştı. Bu algı yönetimini kolaylaştırıcı tutum, hataların gelişmesi hiç kuşkusuz bugünkü sonucun ortaya çıkmasına hizmet etti. Bu anlamda Çözüm Süreci’nin iyi yönetilemediğini söylemek gerekir.

Korkarım ki, medya toplumdaki Kürt düşmanlığını kışkırtıcı, ayrımcı, milliyetçi, ırkçı ve nefret söylemini ve   HDP’yi şeytanlaştırma çabaları,  demokratik siyaset ve mücadele kanallarının daha fazla tıkanması  sonucunu doğuracaktır.

 

 

Savaşı durdurmak barışı kazanmak

Bugünkü savaşı durdurmak Türk toplumunun iki korkusunu yenmesiyle mümkündür.  Birincisi Türklerdeki Kürt korkusudur. İkincisi Recep Tayyip Erdoğan korkusudur. Kürt korkusu, bölünme korkusudur. Özellikle Rojava’da Kürt siyasal hareketinin IŞİD katiller sürüsüne karşı elde ettiği müthiş başarı sonrasında devletin bütün mekanizmalarıyla topluma pompaladığı “bakın orada yaptıklarını burada da yapacaklar, bunların Çözüm Süreci’nden anladığı  bu ” yalanı açığa çıkarılmalıdır.  Bu korkuyu pompalayanların IŞİD’in tahayyül ettiği topluma benzer/yakın bir toplum peşinde oldukları artık açığa çıkmıştır. Buna karşı  PYD’denin çok kültürlü, çok dilli ve çok etnik yapılı toplum inşasının ise 21. Yüzyılın çağdaş, demokratik ve özgür toplumun nüveleri olduğunun anlaşılması Türkiye’nin geleceğini tehdit edenin bugünkü yapıyı sürdürmek ve geliştirmek olduğu kolaylıkla açığa çıkacaktır.

Bugün Kürtlerin bütün Ortadoğu’da demokratik siyasetinin ve yaşamın sigortası konumuna yükseldiğini görünmesini/anlaşılmasını sağlamalıyız

Recep Tayyip Erdoğan korkusu ise yenilmezlik korkusudur.  13 yıldır tek başına iktidar olması,  sayısız seçim başarısı ve devlet mekanizmalarını ele geçirmiş olması vesilesiyle hukuksuz ve keyfi davranışlarının durdurulamaz olduğuna ilişkin toplumdaki güçlü algı,7 Haziran seçimlerinde HDP’nin başarısıyla paramparça oldu.  Bu başarıyı yaratanların savaşı durduracak kudretlerinin mevcut olduğunu göstermemiz gerek.

Toplum savaşla sorun çözmenin mümkün olmadığının yüksek ölçüde farkında. Bu nedenle savaş naralarına karşı toplumun kulaklarının kapalı olduğunu söyleyebiliriz.  Bu gün uygulan bütün savaş taktikleri yıllarca bu topraklarda uygulandı. Yıkımda öte hiçbir sonuç elde edilemedi. Hükümet paslanmış  bu silahlarla savaş yapıyor. Bunların işlemediği kısa sürede görülecektir.

Bugün  barış hareketi,  etkili ve caydırıcı konuma ancak geniş kitleleri harekete geçirebildiği ölçüde  ve toplumun  savaş mağdurlarıyla  buluştuğuölçüde   ulaşabilir.  Savaşı, vicdan hareketi durdurur.  Toplumun vicdanına seslenmek barış hareketi için biricik yoldur.  Barışı kalıcı hale getirmek için ise adaletin tesisi gerekir.

Vicdanları harekete geçirmeyi,  ölenin ve öldürenin kimliğine bakmadan başarabiliriz.  Asker ve polis yakınları “Vatan sağ olsun” sloganının arkasına gizlenerek acılarını içlerine atmayı terk ettiklerinde vicdanlar harekete geçmiştir demektir. Bunun toplumsal  zeminini yaratmalıyız.  Ölenlerin ve öldürenlerin kimlerin,  hangi gayelerine hizmet ettikleri irdelenmesi sağlanmalıdır.Bütün savaşları, savaşa katılanlarının yakınları, aileleri durdurmuştur. Aksi halde muktedirler bu kirli oyunu oynamaya devam ederler.

Barış hareketinin örgütsüzler, savaşa doğrudan veya dolayı destek verenler, izleyenlerarasında yer edinmesinin yol ve yöntemi bulunmalıdır.  Yeni mücadele biçimleri ve yöntemleri geliştirilmelidir. Toplumu etkileyenleri etkilemeye öncelik verilmelidir.

Barış demokratik siyasetle inşa edilir

Barışı savaşanlar yapar temel prensibini hayata geçirirken sivil toplum kurumlarının ve demokratik siyasetin etkin konumda olmaları gerekiyor. Savaşanları,  barışa mecbur kılan veya ikna eden demokratik siyasetin etkin ve etkileyici olmasıdır. Demokratik siyasetin etkisini zayıflatan yanlıştutumlar çözümün toplumsallaşmasının önünü tıkar. Bu nedenle savaş koşullarında geliştirilecek taktikler, izlenen siyaset her koşulda demokratik siyaseti geliştirmeye hizmet etmek zorundadır. Bundan imtina edilerek zamansız,  toplumsal karşılığı olmayan vegerçekleşme imkanı bulunmayan,  gerilimi tırmandıran pratiklerden kısa dönemde başarı elde edilse de son tahlilde demokratik çözümü geciktirir ve riskli atar. Sivil toplum örgütleri ve demokratik siyaset toplumsal gerçekliğe teslim olmadan  onu dönüştürme perspektifiyle hareket ettikleri ve milliyetçi, ayrımcı çözüm karşıtlarının toplumdan yalıtılması sonucunu doğuracak taktikler geliştirebildikleri ölçüde barış bayrağını yükseltmiş olurlar.

Türkiye yeni bir seçime doğru hızla yol almakta. Savaş halinin derinleşme eğilimi gösterdiği bu günlerde çözümün siyasal muhatabı kalmamıştır. Bu bakımdan bu gün barış mücadelesi ya da savaşı durdurma mücadelesi aynı zamanda barışın siyasal öznesinin/muhatabının ortak çıkması/çıkarılması mücadelesini de kapsar hale gelmiştir. Cumhurbaşkanın Dolmabahçe masasını devirmesine paralel Kürt illerini savaş alanına dönmesi sonrasında devlet nezdinde barışın muhatabı kalmamıştır. Silahların susmasını sağlamak ve  yeniden çatışmasızlığın gerçekleşmesi için masanın devrildiği yere dönmek gerekir. Yani çatışmasızlığının gerçekleşmesi PKK lideri Abdullah Öcalan ile görüşmelerin yeniden başlatılmasına bağlıdır. Devletin Öcalan ile yapılan görüşmelere araçsal

yaklaşmayı terk etmesi elzem bir konu haline gelmiştir.  Artık,görüşmeden niteliklimüzakereye geçilmesi için İzleme Heyeti’nin oluşturulması ve müzakerenin yasal ve kurumsal yapıları oluşturulmalı.

Yeni hükümet, Kürt sorununu demokratik ve adil çözümüperspektifiyle,  net  ve açık bir çözüm programı oluşturması;  partilerin eşit katılımı ile TBMM’de özel yetkilerle donatılmış Meclis Çözüm Grubu oluşturulması; Kürt sorununun siyasal ve sosyal tüm taraflarıyla iş birliği geliştirilmesi; önceki dönem çıkarılan 6551 sayılı Çözüm Yasa’sının demokratik muhtevaya kavuşturulması talepleri bugün barış hareketinin en temel talebidir.Barış mücadelesi geçmiş birikimler ışığında somut talepler doğrultusunda geliştirilmesi ve takibi önümüzdeki en önemli sorumluktur. Halklar barış iradesinin tecelli etmesi için iç tutarlığa sahip bir yönelimin sürece hâkim olması için şimdi gecikmeden ayağa kalmalı, kimin eli olduğuna bakmada barış elini tutmalıdır.