Seçim sonrası Türkiye

Seçim sonrası Türkiye

“Yeni döneme uygun mücadele ve siyaset kaçınılmaz.

Bunu sadece Türkiye içine bakarak kavramak mümkün değil”

 

Türkiye, 24 Haziran seçim sonuçlarıyla yeni rejimin inşasında hızla yol alıyor. Devlet yapısı dönüştürülüyor. İnşanın gerçekleştirme yöntem, tarz ve biçimi yeni rejimin karakterini belirleyecek niteliklere sahip. Devlet kurumları tepe takla ediliyor. Ne kadarsa o kadar hak, hukuk, özgürlükler bir bir güvence altında olmaktan çıkarılıyor

Cumhurbaşkanı Yönetim Sistemi olarak adlandırılan melez rejimin inşa sürecinde de gerçek anlamda hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını son iki haftada olup bitene bakıldığında anlamak mümkün. Art arda yayınlanan Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde ve Cumhurbaşkanı’nın çeşitli makamlara yaptığı görevlendirme ve atamalarda bunu çok aşikâr görüyoruz.

Bu nereye kadar ve ne kadar gider bilmek, anlamak mümkün değil. Daha da kötüsü melez Cumhurbaşkanı Yönetim Sistemi’ni inşa edenlerin de bu sorulara bir yanıtları yok. El yordamıyla büyük bir böbürlenme, nobran ve üstenci davranışlarla bir şeyler yapılıyor.

“Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete” sözü bu duruma cuk oturuyor. Akşam çıkarılan kararnameyle yapılan düzenleme, sabah çıkarılan kararnameyle değiştiriliyor. Atamalarda, görevlendirmelerde liyakat, hukuk, tecrübe, kıdem, yeterlilik gibi ölçülerin yerini başkana sadakat ve keyfiyetin aldığını artık gizlenmiyor bile. Bu kanunsuzluk muhaliflerde derin kaygı, öfkeyle karışık çaresizlik yaratırken, yandaş saflarında biat etmenin dozajını artırıyor.

Toplum daha katı milliyetçi muhafazakâr dönüşüme uğruyor

Devlet yapısının reorganizasyonu Türk milliyetçiliği ve muhafazakârlık ekseninde yapılıyor. Bunun toplumda daha bir katı milliyetçi muhafazakâr dönüşümüne yol açması doğal. Ancak inşa sürecinde fazlasıyla karmaşık, kozmopolitlik ve lidere endekslenmiş bir tarz ve yöntemle yol alınmaya çalışıldığı için bu süreçte yol açılacak toplumsal tahribatın ve sorunların boyutları konusunda bir öngörüde bulunmak çok isabetli olmayabilir.

Her şeyi bir tarafa bıraksak bile, devletin bu kadar bariz kişiye özgü reorganizasyonu görülmüş şey değil. Devletin bekasını bir kişinin bekasına indirgeyen bir yaklaşımla devletin dönüştürülmesi sürdürülebilir bir yol değildir. Son yılarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, cumhuriyetin kuruluşunun kötü ve yanlış bir kopyasını, taklit etmeye çalışıyor. Ancak Türkiye’nin geçmişinde böylesine bir şeyin yaşanmış olduğunu iddia etmek tarih bilmemenin itirafı ve büyük bir algı yönetimidir.

Yapboz oyunu değişmeli

2010 Eylül referandumu sonrasında HSYK’nın düzenlenmesinde ve bir dizi başka düzenlemelerde yapboz yöntemi uygulandı. Günlük, anlık ihtiyaçlara yanıt veren ve ortaya çıkan sorunları giderecek düzenlemeler yapıldı. Bugün bu yöntem, devletin bütün kurumsal yapısının reorganizasyonunda uygulanıyor. Bu, hazırlıksız yapılan rejim değişikliği referandumun sonuçlarının ortaya çıkardığı marazi bir durum olarak kısa sürede noktalanmalıdır.

Kararname felaketi

Bütün bunlar olurken muhalefetin esamesi okunmuyor. Seçim sonuçlarını hazmedebilmiş değiller. Ülke siyasetinin dışına düşmüş vaziyetteler, bütün enerjilerini iç muhasebe ve sorunlarına harcıyorlar.

24 Haziran seçimleri sonrasında, devletin yeniden yapılandırılması için yasalarda zorunlu ve ihtiyaç duyulan konularda Cumhurbaşkanı’na kararname çıkartma yetkisini seçimlerden önce Meclis, Cumhur İttifakı’nın oylarıyla vermişti. Normal olanı 16 Nisan referandumundan sonra gerekli yasal düzenlemeleri önce meclisin yapması ve sonra parlamento ve cumhurbaşkanı seçimlerinin yapılmasıydı. Seçimlerin erkene alınması yetki devrini getirdi.

Burada yanıtlanması gereken iki sorun beliriyor. Saray’ın kararnamelerle yaptığı düzenlemeler seçim öncesi Meclis’te Cumhur İttifakı’nın oylarıyla yapılsaydı ve bütün yetkiler başkana ve damadına verilseydi Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları yine aynı olur muydu? Yani seçmen ayyuka çıkan tek adam rejimine, hoyratlığa, hukuksuzluğa, kanuna karşı hile yapmaya rıza gösterir mıydı?

Muhalefet yapmayı “ne olursa olsun RTE kaybetsin” siyasetine indirgeyen partiler, kendilerini muhalifi oldukları siyasal güce göre tarif ettikleri veya konumlandırdıkları sürece sonucun değişme ihtimali oldukça zor.

Yanıt verilmesi gereken ikinci soru ise muhalefet, meclis alelacele yetki devri yaptığında, bugünkü olup biteni öngörebilmiş miydi? Yani devletin reorganizasyonunda sadece izleyici olacaklarını biliyorlar mıydı?

Yeni bir siyaset

Cumhur İttifakı’nın devleti yeniden yapılandırmak isterken esas yapmak istediğini, yapabileceklerini öngörmek ve kavramak 24 Haziran seçimlerinde bambaşka bir siyasete ihtiyaç olduğunu açığa çıkarabilirdi. Türkiye merkez siyasetinin temel değerler ve ilkelerle yürütülmesini, normların savunusunun tutarlılığı ile toplumsal dönüşümün gereksinimi görülebilirdi.

Normlar ve değerler siyaseti geliştirilmediği sürece bugünkü gidişatı değiştirmek mümkün olamaz. Bu sorun salt Türkiye’nin de sorunu değil. Dünya siyasetinde gelişen trenddir. Bunu tersine çevirmek evrensel demokratik değerler ve normlar ekseninde yeni bir programatik zeminin, yeni siyaset yapma ve mücadele tarzının gelişmesiyle mümkündür.

Bölgesel gelişmeler, Türkiye toplumunun değişik kesimlerinde 24 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan ancak alenileşmemiş arayışlar bunun belirtileridir.

Böylesi siyasi odak yaratmak için hiç kuşkusuz Cumhurbaşkanı Kararnameleriyle yapılan düzenlemelere karşı geliştirilecek itirazlar başlangıç olmalıdır. Her şeyin değişti bir dönemde muhalefet eskisi gibi devam edemez. Yeni döneme uygun mücadele ve siyaset kaçınılmaz. Bunu sadece Türkiye içine bakarak kavramak mümkün değil. Kafamızı kaldırıp etrafımızda olanlara, Ortadoğu’ya baktığımız gördüklerimizin tamamı buna işaret ediyor.