BİR İNSAN BİR SENDİKA İşçi sınıfına adanmış bir yaşam

12 Ocak 2012

Süleyman Türker’in özgeçmişi

Aslen Çankırı’nın Kurşun’lu ilçesinden olan Süleyman Türker, 27 Temmuz 1953 tarihinde Ankara’da üç erkek bir kız kardeşin en büyüğü olarak dünyaya geldi. 1972’de Ankara Gazi Üniversitesi İktisadi ve Ticari Bilimler Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Sağlık Bakanlığı Ana Donatım başladı, İkmal Müdürlüğü’nde iş yaşamına ve aynı zamanda sendikal mücadeleye atıldı. Uzun süre işyeri temsilciliği yaptı. 1978 yılında Bağımsız Otomobil-İş Sendikası Ankara Şube Sekreterliği’ne, 1985’te, şube başkanlığına seçildi. 1993’te  Maden-İş ile Otomobil-İş birleşmesine kadar bu görevini sürdürdü. Bu iki sendikanın birleşmesiyle oluşan DİSK üyesi Birleşik Metal-İş Sendikasının Anadolu Şubesi Başkanlığı’nın yürüttü Sendikanın 26-28 Aralık 2003’teki 16. ve 14 -15. Aralık 2007’de yapılan 17. Genel Kurulu’nda Genel Mali Sekreterliği: görevine seçildi.

EŞİ ŞAYESTE TÜRKER: Hiç eğilmezdi orta yolculuk yapmazdı ama sabırlıydı da…

Süleyman ters ve aksi bir insandı. Ama adam gibi adamdı. Bugün birlikte yaşadığım 30 yılımı gün, gün yeniden yaşamak isterim.  Türk filmi izlerken hüngür, hüngür ağlayacak kadar duygusal bir insandı. Süleyman’ın her zaman birinci önceliği sendika ve işçi sorunları oldu. En küçük problemi bile dert edinirdi. Genç yaşta ölmesinde bu “her şeyi dert eden” huyunun rolü olduğunu düşünüyorum. Kendine zaman ayırma konusunda eli hiç rahat olmadı. Bizim birinci adresimiz sendika ve işçi direnişiydi. Aylarca eve gelmediği, çocukların günlerce yüzünü görmediği çok olmuştur. Genel Merkezde görev aldığında, ben İstanbul’a taşınmak istemedim. Sekiz ay sendikanın misafirhanesinde kaldı. Kızımız Esen ve oğlumuz Erman’da önce gelmek istemediler. Bizi ikna etti, getirdi. Sendikada veya herhangi bir işyerinde ya da bir üyenin ciddi bir sorunu olduğunda  akşam evde ağzını bıçak açmazdı. Hep uçlarda yaşardı. Hiç eğilmezdi. Orta yolcuk yapmazdı. Ama sabırlıydı da…

Yaşadığı gibi öldü. 2008 yılın Haziran ayının ortalarında babası gibi pankras kanseri olduğunu öğrendi. Ama son 20 güne kadar kimseye, çocuklarına dahi söylemeden altı ay hastalıkla boğuştu. Kendisine acınmasını istemedi. Hasta diye bakılmasın istedi. Sendikadaki arkadaşlarının kendisiyle uğraşmasını ve hastalığının dert edinmelerini istemedi. Süleyman’ın aklı hep Gramer’deki sendikanın sürdürdüğü direnişteydi. En çok da kızımızın mutluğuna gölge düşürmek istemedi. Esen’in, hastalığını öğrendiğimizden 20 gün sonra 5 Temmuz 2008’de düğünü oldu. Son fotoğrafını düğünde çektirdi. Daha sonra hiç çektirmedi. Hep öyle hatırlanmasını istedi. Kaybetmeden 20 gün kadar önce, çocukları karşısına alarak hastalığını anlattı. Kendini ölüme, mücadeleye gider gibi hazırladı. Bizi de hazırladı. Son dönemde yüzünü güldüren en önemli şey sendikanın Önen Kemal Türkler Tesislerinin onarılması ve aktifleştirilmesiydi.

HAKAN TAHMAZ

İnandığı gibi yaşadı, yaşadığı gibi öldü ve onurlu bir geçmişi miras bıraktı. Türker’in mirası iki şey öğretiyor. Birincisi hiçbir mücadeleyi küçümseme,  ikincisi ise başarının sırrı mücadeleye sadık kalmak, inatla dört elle sarılmak. Oğlu: Erman Türker: Babamdan ziyade arkadaşımdı, hayatımdaki ilk ve son kahramanı olarak kalacak. Kızı Esen Gündüz: Karakterine, gücüne ve beyin yapısına hayran olduğum tek insan.

İnsan yaşamında dönüm noktası niteliğine sahip olaylar olur. Yaşamının ne derece inişli çıkışlı ve problemli olduğuna bağlı olarak bunların sayısı değişir. Bunlar olduğunda çoğu kez geleceğimizi nasıl ve ne ölçüde etkileyeceği kestirilemez. Ama bu yaşananlar kişilerin hayatına yön verir, kimlik kazandırır.

10 Ocak 2009’da aramızdan ayrılan Birleşik Metal–İş eski Merkez Yöneticisi Süleyman Türker’in yaşamındaki böylesine olaylar, sadece kendi yaşamını etkilemedi, aynı zamanda sendikal harekette ve sınıf mücadelesinde dönüm noktaları oldu.

Süleyman Türker’in 30 yıllık sendikal mücadele tarihindeki bu  önemli olaylar, sendikal ve emek hareketinin krizden çıkış sancısının ağırlaştığı bir dönemde  hatırlamak/hatırlatmak onun mücadelesine en fazla yakışandır. Aynı zamanda dünü bugüne bağlamak ve  mücadelenin labirentlerinde kaybolup giden değerleri bilince çıkarmak, gelecekteki mücadeleye iyi hazırlık yapmanın yollarından biri olsa gerek.

SÜLEYMAN TÜRKER VE SENDİKAL MÜCADELE

Türker, 12 Eylül sonrasında Otomobil-İş Sendikasının başını çektiği demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinde hep ilk sırada saf tuttu. Hiç kuşkusuz bunların başında 18 Aralık 1986 tarihinde başlayan NETAŞ (Northern Elektrik Malzemeleri Fabrikası) grevi geliyor. 3150 işçiyi kapsayan ve 93 gün süren ilk büyük grevde Süleyman Türker,  sendikanın Ankara Şube Başkanı’ydı. Grevin her aşamasında aktif rol aldı. Bu dönemde Türker ile birlikte sendika yönetiminde görev yapan Mehmet Çabuk,  süreci “Süleyman’ın sınıf sırdaşlığını, yoldaşlığını ve mücadele arkadaşlığını dolu, dolu yaşadık” diye tanımlıyor.

Hatırlanacağı gibi bu grev aynı zamanda “işçi sınıfı ya örgütsüzdür ve hiçbir şeydir ya da örgütlüdür ve her şeydir.” sözünü 12 Eylül sonrası dosta düşmana hatırlatan bir kitlesel grevdir. Grev, sendikacılar arasında bugüne kadar süren “bu yasalarla grev yapılmaz” tartışmasını bitirdi. Grev, demokratik sendikalcığın ve direnişin örnekleriyle dolu geçti. İlk kez,  83 maddelik toplusözleşme metni tüm üyelerin katılımıyla ve demokrasi güçlerinin görüşünü alınarak hazırlandı. Geliştirilen dayanışma faaliyeti, salt grev başarısıyla sınırlı bir sonuç doğurmadı; işçi hareketinin örgütlülüğü bakımından da dönüm noktası oldu ve Otomobil-İş’i,  sendikal mücadelenin merkezine taşıdı.

Otomobil-İş’in öncülüğünde 18 Mart 1990’da İstanbul Çağlayan Meydanı’nda gerçekleşen İnsanca Yaşama ve Çalışma Hakkına Saygı Mitingi de grev sonrası esen rüzgârın gücüyle 12 Eylül sonrasının ilk büyük işçi mitingi oldu. Mitingin gerçekleşmesi noktasında sendika içinde süren bitmez tükenmez tartışmalarda, Süleyman Türker’in, inançlı kişiliği sorunları çözücü bir rol oynadı. Mitingin kitlesel gerçekleşmesine görünmeyen değer kattı.

DİTAŞ DİRENİŞİ UNUTULMAZ
Süleyman Türker dendiğinde akla gelen direnişlerden biri de 1990 yılının başlarında Ankara’da üç bin ASELSAN işçisinin sendikaya üye olan 700’nün işten atılmalarıyla yaşandı.   Her şeyden önce ilk kez askeri bir işyerinde direniş yapıldı. 12 Eylül’ün izleri halen sürüyordu. Direniş çadırında düğünler, sünnetler de yaptılar açlık grevleri de yaptılar.

Ama hiçbiri  DİTAŞ direnişinin yerini tutmaz. DİTAŞ direnişi, Süleyman Türker’in Birleşik Metal-İş Anadolu Şube Başkanı olduğu dönemde sendikalaşma nedeniyle Doğan Holding’in, 19 Aralık 2000 tarihinde 400 işçinin iş akdini feshetmesiyle başladı. Yaklaşık 8 ay süren direniş sonunda Aydın Doğan işçilerin sendikalı olmasını kabul etti. Bu direniş birçok yönüyle Metal işkolunda ilk oldu. Her şeyden şehir merkezinden uzak bir yerleşim biriminde olmasının zorlukları oldu.  İkincisi  ve en önemlisi dokuz ayrı taşeron şirkette kayıtlı işçiler için sendika, ana şirket üzerinden yetki aldı. Bu da sendika tarihinde ilk oldu. Bu nedenle direniş aynı zamanda sendikanın bir hukuk savaşı biçiminde sürdü.  Yetkinin alınmasından sonra toplusözleşmede anlaşma sağlanamaması sonucu greve gidilmesi sonucu  fiilen sözleşme, 17 ay sonra yapılabildi.   Bilindiği gibi Doğan Holding başta basın işkolu olmak üzere işyerlerinde sendikasızlaştırma konusunda nam salmış bir sermaye grubu. İşçilerin direnişi, emek güçlerinin dayanışması ve sendikanın doğru öncülüğü bunu değiştirmeyi başardı.

Sendikal hareketin derin kriz yaşadığı bir süreçte şube yöneticilerinin işçilerde yarattığı güven, işçilerle sendikayı etle tırnak gibi birleştirdi. DİTAŞ direniş döneminde Bursa Şube Başkanı olan sendikanın şimdiki genel sekreteri Selçuk Göktaş, Süleyman Türker’in “8 ay evine dahi uğramadığını, her anı bizzat planladığı  ve izlediği, işçilerin en küçük sorunları ve ihtiyaçlarıyla bizzat ilgilendiğini”  anlattığında aslında bu güvenin nasıl geliştiğini anlatmış oldu. Bir başka ilk de işçilerin siyasi eğilimlerin direniş sürecinde değiştirmeleri oldu. Büyük çoğunluğu MHP’li olan işçilerden bazıları sosyalist partilere üye oldular. Buna iki şey yol açtı. Birincisi MHP’nin direnişle hiçbir biçimde ilgilenmemesine karşın, sendikanın sol ve sosyalistlerle birlikte yerel bir güç birliği oluşturularak direnişi yürütmesidir. Diğeri ise direnişin lideri olan Süleyman Türker’in siyasi kimliğini gizlememesi ve her ortamda ÖDP üyesi olduğunu ifade etmesidir. Hâlbuki sendikacılar genel olarak bunun tam tersini yapmayı tercih ederler.
DİTAŞ işyerini örgütleyen Süleyman Türker ve arkadaşları,  o dönemki Genel Başkan Ziya Yılmaz ve arkadaşlarına karşı yürütülen sendika içi muhalefetin de başını çekiyordu. Bunun yarattığı bir dizi sorun yaşandı. DİSK, 34. Kuruluş etkinliğini Niğde’de direniş çadırında gerçekleştirirken genel merkez neredeyse 8 ay direnişin yanından geçmedi.  Bugün işyerinde yetkili olan Türk Metal-İş sendikasının Genel Başkanın danışmanının Ziya Yılmaz olması da birçok şeyi yeteri kadar açıklıyor. Direniş sırasında patronla işbirliği yapmanın ödülü, patron yandaşı  sendikaya  başkan danışmanı olmak biçiminde oldu.

DİTAŞ direnişinin sendikal harekete ve işçi mücadelesine katkısını daha detaylı kavramak için konuyu akademik bir çalışma olarak ele alan Fatma Ülkü Selçuk’un Örgütsüzlerin Örgütlenmesi: Enformel Sektörde İşçi Örgütü eserinin incelenmesinde yarar var.

TÜRKER, SENDİKAL BİRLİK VE ANLAYIŞ
12 Eylül sonrası, sendikal faaliyetlerin serbest bırakılmasıyla, sendikal harekette tartışmalar iki konu etrafında sürdü. Biri sendikal anlayış tartışmasıydı. Sarı, uzlaşmacı sendikacılığa karşı demokratik sınıf ve kitle sendikacılığının imkân ve zeminleri bu tartışmanın eksenini oluşturdu.  Diğer ise,  sendikal birlik ve yeni bir sendikal merkez yaratma tartışmasıydı.  Bu tartışma da,  sendikal birliğin Türk-İş’te sağlanması ve Türk-İş’in değiştirilmesi ekseninde yürüdü.
Bu iki tartışma konusunda ortak yanıt veren Süleyman Türker ve bir grup arkadaşı, sendikası içinde Devrimci Muhalefet Grubu oluşturarak,  hem tartışmaları yönlendirmeye çalıştılar hem de kendi sendikalarının, demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı temelinde daha mücadeleci bir örgüt olması için mücadele ettiler.

Otomobil-İş merkez yönetiminin Türk-İş’e üye olunması önergesi sendikanın genel kurulunda Devrimci Muhalefet Grubu’nun etkin çabalarıyla ret edilmesi, grubun sendika içi ilk zaferlerinden biri oldu. Grup, Türk-İş içinde demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı yapılamayacağına ve Türk Metal-İş gibi faşist bir yapıyla aynı çatı altında bulunamayacağına elegeleri yönetime rağmen ikna etti.

Bu tartışmanın hemen ardından Özdemir-İş ve Demir-İş sendikasıyla birleşme gündeme geldi. Ancak bundan da bir sonuç alınamadı. 1993 yılında ise DİSK Üyesi Maden-İş ile birleşme gündeme geldi. Oldukça sancılı geçen sürecinin sonunda yine Türker gibi az sayıda insanın büyük katkısıyla Devrimci Muhalefet Grubu birleşmenin motor gücü oldu. Bu iki sendikanın birleşmesiyle oluşan bugünkü Birleşik Metal-İş Sendikası, metal işkolunda 12 Eylül öncesi mücadelesinin birikim ve deneyimini bugüne taşınmasının adresi oldu. Bu nedenledir ki, emek ve sendikal mücadele içinde Birleşik Metal-İş’in yeri farklı olmaya devam ediyor.

Uzun lafın kısası Süleyman Türker’in mücadele tarihi bize bir gerçeği tekrar hatırlatıyor. Özellikle günümüzde AKP’nin çok yönlü saldırıları karşısında kendini çaresiz hissedenlerin, Süleyman Türker’in mücadele tarihinden çıkarmaları gereken en önemli ders, “başarmanın, alt etmenin yolunun, küçük, küçük mücadele deneyim ve birikimlerini üst üste koymaktan geçtiğidir. Uluslararası arenada başarıya ulaşmış emek egemen bir toplum kurma deneyimleri’nin de benzer yollardan ve mücadele pratiklerinden geçtiği gerçeğine sırt çevrilemez. Böylesi bir mücadelenin gelişmesi ise Türker’in yakın mücadele arkadaşlarından Abdullah Kahraman’ın, Türker’i tanımlarken kurduğu “O kendisi için hiçbir şey istemeyen sendikal önderdi” sözlerinde ifadesini bulan önderlerle olur.

Son söz olarak, Süleyman Türker’in anma toplantısı için hazırlanan video’da Yılmaz Kızılırmak’ın “Belki daha söylenecek çok şey var. Ama gereği yok. Çünkü hangi sözcük seni anlatmaya, hangi kavga seni tarif etmeye, hangi güzellik seni çağrıştırmaya yeter” sözlerini hatırlatalım. Toprağın bol olsun Süleyman.