“Herkes sanki kemerini bağlamış büyük depremi bekler gibi. İsrail’in saldırıları bundan sonra nasıl bir seyir izleyeceğini; İran’ın, Hamas’ın ve Hizbullah’ın İsrail’e vereceği yanıtın savaşın bölgesel bir nitelik kazanıp kazanmayacağı merak ediliyor. Aslında Bölgesel savaş hali ciddi ölçüde oluşmuş durumda.”
İsrail’in Hamas lideri İsmail Haniye’yi ve Hizbullah liderlerinden Hacı Muhsin’i suikastla öldürmesi sonrasında bütün dünyada nefesler tutulmuş, İran, Hamas ve Hizbullah’ın nasıl karşılık vereceğini bekler halde. Bir haftadan fazladır İsrail ile peşrev devam ediyor.
İsrail’in bu cüretkâr saldırıları Filistin İsrail savaşını Ortadoğu savaşına dönüştürme potansiyeli ve riskleri, dünya gündeminin en ön sıralarında yer alıyor.
Günümüzde savaşları, çatışmaların kapsamları, yürütülüş biçimleri ve çatışmaları, savaşları önleyecek 2 dünya savaşı sonrasında oluşan caydırıcı, etkili ve yaptırım gücüne sahip kurumların etkisizleşmiş olmaları, çok daha fazla toplumsal endişelerin kaynağını oluşturuyor.
Bir süredir Ortadoğu, küresel sistemin üç ana aktörünün, ABD, Rusya ve Çin’in siyasi ve askeri rekabet alanı. ABD; Çin ve Rusya’nın Ortadoğu’daki etkisini kısıtlama ve sınırlama derdiyle boğuşur oldu. Güç paylaşımına karşı direniyor. Bu pencereden İsrail suikastlarını değerlendirdiğimizde, yakın dönemdeki benzerlerinden çok farklı sonuçlar doğuracağı çok açık. Dipten gelen dalga, biriken öfke ve küresel güçler dengesi çok şeyi değiştirecek gibi görünüyor. Buna İsrail ve Türkiye’nin bölgesel pozisyonları da dâhil.
Küresel rekabet
İsrail’in Gazze, Rusya’nın Ukrayna işgali, Kızıldeniz’de, Ortadoğu’da, Suriye’de çatışmalar; keza İran-İsrail ve İsrail-Hizbullah gerilim ve çatışmaları, bu türden dünya savaşı olarak tanımlanabilecek çatışma ve savaşlar.
Bunların hiçbiri tekil çatışma değil. Her birinin kendine özgü nedenleri ve mekanizmaları var. Ama sonuçta içinde bulunduğumuz sistemik gerilimin ürettiği sonuçlar hepsi.
20. Yüzyıldaki savaşlara benzememektedir. Birinci ve İkinci dünya savaşları yirminci yüzyıla özgü, o dönemin teknolojisiyle, kaynaklarıyla, kitlesel mobilizasyonuyla ve savaş araçlarıyla yürütülmüştü.
Bugünün çatışma ve savaşları, çok farklı yaşanıyor. Küreselleşen dünyada hiçbir ülkenin iç veya dış çatışması tekil değil, çok sayıdan devletin, aktörün direk veya dolaylı Filistin’deki gibi dahil olduğu savaş ve çatışmalardır. Olasılığı her geçen günü artan 3. Dünya savaşı da geçtiğimiz yüzyılın savaşlarından çok farklı olacaktır.
Günümüzde 3. Dünya veya Bölgesel savaşları, bilinen konvansiyonel savaşlara indirgemek veya anlamak fazlasıyla eksik olacaktır.
Her şeyden önce artık masada taktik nükleer silahların kullanımı tehditti ve riski, on yıl öncesinden bile fazladır. Stratejik nükleer silahların artış hızı ise insanlığın her gün daha çok risk altında olduğunun işaretidir.
Dünyaya kuralsızlık ve hukuksuzluğun hâkim olduğu süreçte savaşta uluslararası kurallara, ahlaka savaşın taraflarınca riayet edilmemesinin hiçbir yaptırımının olmadığı, Gazze soykırımında ve Irak, Suriye savaşında çok açık bir kez daha görüldü.
İkinci dünya savaşı sonrasında nükleer silahların kullanılmasını ve yayılmasını engelleyen uluslararası pek çok anlaşma yapıldı. Son on yılda ABD ve Rusya, nükleer silahların kullanılmasını engelleyen anlaşmaların birçoğundan çekildiler. Bugün nükleer silahların kullanımını engelleyen, sınırlayan anlaşmalar oldukça az. İşlevli uluslararası kurallar ve kurumlar yok.
Bu kurumların başında gelen Birleşmiş Milletler (BM), büyük ölçüde çökmüş ve işlevsizleşmiştir. Büyük devletlerin BM’deki veto hakkı, kurumu anlamsızlaştırmaktadır.
İnsanlık, iki büyük dünya felaketinin/yıkımının tecrübesiyle oluşturulmuş kurumların, belirlenen kuralların, imzalanan belgelerin bizzat sahipleri tarafından değersizleştirildiği bir süreç yaşıyor. Dünyanın güvencesizleştiği, bütün halkların barışa her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğu zor günlerden geçiyoruz.
Ukrayna’da, Gazze’de Suriye’de ve dünyanın birçok yerinde yaşanan vekâlet savaşları ve çatışmalar “insanlığı ve yeryüzünü” yeniden şekillendiriyor.
Herkes sanki kemerini bağlamış büyük depremi bekler gibi. İsrail’in saldırıları bundan sonra nasıl bir seyir izleyeceğini; İran’ın, Hamas’ın ve Hizbullah’ın İsrail’e vereceği yanıtın savaşın bölgesel bir nitelik kazanıp kazanmayacağı merak ediliyor. Aslında Bölgesel savaş hali ciddi ölçüde oluşmuş durumda.
Diğer yandan dünyanın birçok ülkesinde halklar, devletlerinin politikasını belirleme gücüne ulaşamamış olsa da, Gazze soykırımına karşı sesini yükseltti. Putin’in Ukrayna işgali sonrasında nükleer silah kullanma tehdidi; barış ve özgür yaşam hakkının kutsallığını bir kez daha hatırlattı.
Soğuk savaş dönemi sonrası ABD ve Batı; dünyanın çehresini belirleme gücüne sahip olmuştu. Bu dönem kapandı. Dünyada siyasal belirsizlikler ve dengesizlikler; otoriter, milliyetçi ve içe kapanmacı toplumsal ve siyasal eğilimleri güçlendiriyor. Kutuplaşma ve değişik kimlik çatışmaları derinleşiyor.
Eşitsizliğe, adaletsizliğe dayalı dünya sistemini sarsan Kadın ve çevre hareketlerinin yanı sıra, barış hareketinin toplumsallaşması, küresel dünyanın ötekilerini kuşatıcı yaygınlığa ve boyuta ulaşması insanlığın kurtuluş kapısı olacak.
Bu süreçte Türkiye’yi yönetenler rotasız kendilerince en pragmatist politikaları hayata geçirirken, küresel sistemin insanlığı öğüten dişlisi olmaya çalışıyor. Ülke içinde İsrail’e yönelik tepkilerin gazını almaya yönelik söylemler tutturup, İsrail-ABD-Batı ekseninde yer tutuyor. Ortadoğu’nun cihatçı yapılarının ve İslamcı devletlerinin bir tür hamiliğine soyunuyor. Gelmekte olanı ve olmakta olanı kavramaktan, anlamaktan fazlasıyla uzaklaşmış vaziyette.
Not: Bu yazı ilk 09 Ağustos 2024 tarihinde www.hakantahmaz.com’da yayınlandı.