13 Kasım ve 19 Kasım’da muhalefet imtihanı

“İktidarın güvenlikçi ve askeri politikalarını siyaset ve toplum         her zaman sorgusuz, sualsiz satın almakta.”

13 Kasım 2022 tarihinde gerçekleştirilen İstiklal Caddesindeki terör saldırısı sonrasında ortaya atılan sorular, saldırının gizemli bir hal almasına yol açtı. Devlet yetkililerinin açıklamalarının hiç birisi bu gizemi açıklığa kavuşturamamışken, 19 Kasım’da gece yarısı Pençe-Kılıç Hava Harekâtı adı verilen askeri operasyon yapıldı.

 

Bu operasyonun 22-23 Kasım tarihlerinde yapılacak İran, Türkiye ve Rusya üçlüsünün Astana sürecinin yeni bir toplantının hemen öncesinde gerçekleştirilmesinin anlamını bir yere öncelikle not edilmeli.

 

Suriye’de Kobani, Tel Rıfat, Cizre ve Derik’te; Irak’ta Kandil, Asos ve Hakurk’ta Kürt silahlı örgütlerinin bulunduğu bölgeler bombalandı.

 

Milli Savunma Bakanlığı’na göre “terörü kaynağında yok etme stratejisi” hedefiyle 89 adet barınak, sığınak, mağara, tünel, mühimmat deposu, karargâh ve eğitim kampı imha edildi.

 

Suriye İnsan Hakları Gözlemevi; Suriye topraklarının 700 kilometre kare alanın bombalaması sonucunda 31 kişinin öldüğü, 40 kişinin yaralandığı, ölenlerin 12’sinin Suriye ordusu askeri olduğu iddia ediliyor.

 

Sonrasında bir kez Öncü Pınar sınır kapısına ve iki kez Karkamış ilçesine roketli saldırı oldu, iki kişi öldü. Karkamış’ın karşısındaki bölge Türkiye uçakları tarafından 20 Kasım gecesi bir kez daha bombalandı. Saldırılara ve bombalamalara karşılıklı misliyle yanıt verme atışlarının bir süre daha devam etmesi bekleniyor.

 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaz başında, “bir gece ansızın gelebiliriz” diyerek yeni bir sınır ötesi askeri operasyonun gündemlerinde olduğunu açıklamıştı. Cumhurbaşkanının sözünü ettiği daha çok kara askeri operasyonuydu. Rusya ve ABD yönetimleri kara askeri operasyonuna vize vermediklerinden olsa gerek, operasyon Türkiye’nin aktüel gündeminin gerisine düşmüştü.

 

19 Kasım’daki hava kuvvetleriyle sınırlı bir askeri operasyona her iki ülkenin bilgisinin olması ve onay vizesinin çıkmış olması ihtimali oldukça yüksek.

 

Buna dair en önemli işaret şu: Türk Hava Kuvvetlerine ait askeri uçaklar 19 Kasım gecesi Suriye ve Irak’ta Kürt silahlı güçlerinin bulunduğu bölgeleri bombalamadan bir gün önce ABD’nin Erbil Başkonsolosluğu, Irak ve Suriye’nin kuzeyine askeri harekât düzenlenebileceği konusunda kendi vatandaşlarını uyardı. Bu, en azından askeri operasyon konusunda ABD tarafının bilgisi olduğunu gösteriyor.

 

Keza Cumhurbaşkanı Katar dönüşü uçakta gazetecilere, ‘bunun sadece bir hava harekâtıyla sınırlı kalması söz konusu değil’ diyerek, iktidarın kara harekâtı hazırlığı içinde olduğunun haberini verdi.  Gaziantep’in Karkamış ilçesinden okulları tatil edilmiş olması kara harekâtı ihtimalini güçlendiren  işareti olabilir. Bu süreçte ‘yeni çözüm süreci’ hariç beklenmeyen pek çok şey hızla gelişebilir.

 

Gizemli İstiklal terör saldırısı sonrasında, askeri operasyon için hem içerde hem de dışarda siyasal ortam oldukça elverişli bir hal aldı. İstiklal saldırısının arka planında bu siyasal ortamın oluşturulması ihtimali oldukça yüksekti.

 

Seçimlere 7 ay gibi bir zaman kaldı. Birçok soruyu ortaya çıkaran siyasal atmosferde, İstiklal terörü konusunda, iktidarın seçim çalışması kapsamında ayak izini süren çok sayıda değerlendirme yapıldı, kuşkular dile getirildi.

 

Sanığın; IŞİD mi, SDG mi, ÖSO mu, PYD mi, yoksa başka birileri adına mı terör saldırısını gerçekleştirdi/çalıştığı bilinmeden, siyasi kimliği dahi netleştirilmeden menzile silahlı Kürt örgütleri anında yerleştirildi.

 

İktidar bunların bir tekini dahi ciddiye almadı, hiçbir girişimde bulunmadı. Hızla zaman geçirmeden operasyon düğmesine bastı.

 

İktidarın güvenlikçi ve askeri politikalarını siyaset ve toplum her zaman sorgusuz, sualsiz satın almakta. Teröre karşı mücadeleyi kutsayan siyaset, toplum ve muhalefet; gizemli hissettiği plana hak ettiği ölçüde kuşkuyla yaklaşma cesaretini yine gösteremedi.

 

Askeri ve güvenlikçi politikalar yarım asırdır uygulanmasına rağmen başarılı olamamıştır. 92 yıldır uygulanan baskıcı yöntemlerle, toplumun sıkı sıkıya sarıldığı toplumsal barış umudunun kemirilmesine devam ediliyor.

 

50 bini aşan insanı toprağa vermiş acılı bir toplum veya siyasetçi davranışı gösterenlerin sayısının bu ülkede parmakla sayılabilecek kadar az olduğu bir kez daha görüldü.

 

13 Kasım ve 19 Kasım aslında Türkiye’nin içinde bulunduğu sarmalın farklı iki yüzü gibi görülüyor. Türkiye siyaseti ve toplumu bu imtihandan da geçemedi.

 

İstiklal’deki gizemli terör saldırısı sonrasında beliren sorular açığa çıkarılmadan, katledilenlerin ‘toprakları kurumadan’, toplumun güvenliğini riske atan, acılara yeni acılar ekleyen operasyon başlatıldı. Bu operasyonun sorgulanmamasının, yaşananlardan zerrece tecrübe edinilmemiş olunmasının ötesinde bir anlamı var.

 

Bu da iktidarın verili koşullarda kazanmayı riskli görüldüğü seçimlerde, toplumun üretilmiş ‘beka ve güvenlik kaygısını’ seçim çalışmasının ve siyasetinin aracına dönüştürme olasılığının hiç dikkate alınmaması veya hafife alınmasıdır.

 

Yaklaşan seçim sürecinde; Cumhur İttifakı, Altılı Masa ve HDP/Kürtler üçgenindeki güç değiştirmeye yönelik girişimler, 1 Kasım 2015 seçimleri öncesindeki beka eksenli güvenlikçi politikalara benzer çabalar, daha çok gelişebilir.

 

Mesele Kürt sorunu bağlamında bir konu veya sorun olduğunda, Türkiye’nin hiçbir hukuk, kural ve kritere sahip olmayan bir iktidar tarafından yönetildiği unutuluyor. Keza toplumun geniş çevreleri tarafından haklı olarak zerrece güven duyulmayan bir İçişleri Bakanı’nın eliyle ‘terörle mücadele’ kisvesi altında muhalefeti dizayn etme operasyonlarına güçlü destek veriliyor.

 

Neredeyse son altı yıldır her hafta birkaç kez ‘bittiler, inlerine girdik, artık ayakkabı numaralarını varana kadar  biliyoruz, bu bahar terör örgütünün sonu gelecek” biçiminde açıklamalarla başarısızlıklarının üstünü örtmeye çalışan İçişleri Bakanı’nın yalanları dizi izler gibi izleniyor.

 

Korku ve kaygı iklimi; toplumun derin uykusunun devam etmesini, iktidarın hedefine varmasını kolaylaştıran ‘terör’ sarmalının sürmesini sağlıyor. Bu, ekonomik ve siyasi krizin derinleşerek sürmesine ve kaos ortamının güçlenmesine bir biçimde rıza göstermek anlamına gelecektir.