Diyarbakır ziyaretinden dersler

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, beklenen Diyarbakır ziyaretini, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının ikinci haftasında gerçekleştirdi. Ziyaret, Ukrayna savaşının çok boyutlu yıkım ve sorunları arasında, farklı tartışma ve değerlendirmelere vesile oldu.

Tartışma ve değerlendirmeler, Kürtlerin beklentilerinin karşılanıp, karşılanmadığı ve yirmi yıldır Kürtlerle ve Kürt bölgesiyle ilişkisi kalmamış CHP’nin, bugün ne yapmak istediği ve hedefinin ne olduğu çerçevesinde sürüyor.

İki gün süren ziyarette, CHP’nin 2021 yılının sonbaharından itibaren dillendirdiği “helalleşme” siyasetinin Kürtleri ne derece kapsadığı test edildi. Aynı zamanda, CHP’deki makas değişiminin önemli bir işareti olan “helalleşme” siyaseti ikinci kez görücüye çıktı.

İlk toplantı 27 Şubat 2022 tarihinde, 28 Şubat post modern darbesi mağduru 28 kadınla İstanbul’da yapılmış, ulusalcılar dışında kamuoyunda ve medyada oldukça yaygın ilgi uyandırmıştı.

Mevcut CHP yönetimi, 2019 yerel seçimlerinde yakaladığı ivme ile Türk siyasetinin ve muhalefet hareketinin taşıyıcı ana kolonlarından birisi olarak siyaset yapmaya yöneldi. Son bir senedir ise CHP, Cumhur ittifakı dışındaki muhafazakâr, milliyetçi partilerle birlikte, Türk siyasetinin ve devletin restorasyonunun siyasal odağını inşa etme çabasına yoğunlaştı. Bu yoğunlaşmadan elde ettiği başarıyla, parti içindeki ulusalcıları zor da olsa etkisizleştirdi.

Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır ziyareti iki nedenle de önemliydi. İlki, CHP yeni dönemde Kürtleri ne derece ve nasıl içermeyi düşündüğünün işaretlerini verebilirdi. Diğeri ise, 28 Şubat 2022’de 6 partinin birlikte kamuoyuna açıkladığı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem hazırlık sürecinde Kürtlere ve HDP’ye karşı izlenen ayrımcılığın telafisi konusunda yaşanacakları ortaya koyabilirdi. Her iki konuda da somut bir gelişme olmadı. 

Ama bu durum ziyareti tümden kıymetsiz kılmaz. Aksine ziyareti, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmaları ve önümüzdeki seçim hazırlıkları açısında önemli bir fırsat olarak değerlendirmek mümkün.

CHP ve muhalefetin önünde iki seçenek var. Biri, 2015 yılından itibaren tahrip edilmeye başlanan ve darbe girişimiyle ivme kazanan devlet kurumlarının yeniden restorasyonu ile yetinmek. İkincisi ise restorasyonla yetinmeden, bölgesel gelişmelerin dinamiklerinin ve ABD, Çin, AB, Rusya ve Hindistan’dan oluşan çoklu küresel güç çatışması ve çekişmesinin belirleyeceği siyasal, askeri ve ekonomik ilişkilerde oluşması muhtemel “yeni dünya” sürecini dikkate alarak, Türkiye’nin demokratik dönüşümünün zeminini güçlendirerek krizden çıkış yolu inşa etmek.

CHP lideri helalleşme siyasetini formüle ettiği konuşmalarında demokratik dönüşüme kapı aralayan yaklaşım ve davranışlar sergiliyor. CHP’yi devletin kurucu partisi yapan kalıp, davranış ve politikaları ciddi olarak sarsıyor ve umut veriyor.

Ama aynı yaklaşımı Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem hazırlığı sürecinde ve ittifaklar konularında sergilemekten uzak duruyor. Yani birinci seçeneğe yatırım yapıyor. Daha açık ifadeyle Türk milliyetçisi İYİ Parti’yi tercih ederek, Kürt siyasal aktörlere karşı ayrımcı politikaları sahipleniyor. “Biz kimseyi dışlamıyoruz, herkesle görüşüyoruz” gibi sözlerle, bu konuda muhatap kaldığı soruları savuşturma yolunu tercih ediyor. Kürtlerdeki CHP’ye karşı yılların getirdiği güvensizliği pekiştiriyor. Kılıçdaroğlu Diyarbakır ziyaretinde bu güvensizliği giderecek bir yaklaşım sergilemedi.

Sadece özel bir dini çevreyle sınırlı güce sahip ve seçmen potansiyeli binde yarımı bulamayan Demokrat Parti (DP) Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmasında yer alıyor. Ama Meclis’in 3. büyük partisinin yer almamasını bir kenara bırakalım, aynı oy potansiyeline sahip Kürt partilerinden hiç birine yer verilmiyor. Bunun nedeninin izah edilemediği koşullarda güvensizlik sorununu aşmak kolay olmaz.

Dar bir çevre dışında her kesim, bütün siyasal ve toplumsal aktörler, Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır ziyareti ile Kürtlerle güçlü bir iletişim zemini yaratıldığı konusunda hem fikir. Bu ziyaretin; siyasetin çoğulculaşmasına, demokratik diyalog ve müzakere zeminlerinin geliştirilmesine sayısız yararı olacaktır. Sorunların çözümü ve barışın yolunun açılması için bunlar gerekli.

CHP’nin yakaladığı ilginin oya dönüşmesi ve diyalog zeminlerini güçlendirmek için bu geziden çıkarması gereken oldukça fazla ders var.

Bunların başında AK Parti, “çözüm, açılım” politikalarını ilk dillendirdiğinde iktidar partisiydi ve siyasal geçmişinde rejim mağduriyeti vardı. Mağdurların dünyasına değen bir yanı vardır. Bu hiç de zayıf değildi.

CHP ise iktidar olabilmek için mağdurların oylarına mecbur ve siyasal bagajı rejimin zalimliklerinin yüküyle dolu. Mağdura güven vermesi oldukça zor. Üstelik çok açık ki, tek adam rejiminin Kürtlersiz değişimine, HDP dışındaki muhalefetin gücü yetmiyor. Girilen yolda ilerlemek, bir biçimde mevcudun korunması sonucunu doğuracaktır.

Kürt sorunu başta olmak üzere toplumdaki bütün sorunların çözümüne, AK Parti döneminde olduğu gibi araçsal yaklaşmak güvensizlik yaratır. Güvensizlik sorununun fazlasıyla derinleştiği bu süreçte, Kürtlerde ”kendisi için kendi olma” hali ve politikleşme çok fazla yaygınlaştı ve gelişti. Bu dikkate alınmazsa, Kürtlerin bir biçimde oyları alınsa bile, kalplerini kazanmak ve Kürt sorununda barışın önünü açmak çok zor.

CHP, çözümüne talip olduğu dertlerin iyileştirme reçetesini bu diyalog zeminlerini güçlendirerek ve işlevli kılarak oluşturmalıdır. Bunun yol haritasını belirginleştirdiği ve sorunun muhataplarını kapsayıcı bir tarzda yaptığı ölçüde güvensizlik kendiliğinde azalacak, aynı ölçüde demokratik çözümün ve barışın olanakları güçlenecektir.  

CHP Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmasıyla 6 parti arasında bir düzeyde ilişki geliştirdi. Seçim ittifakına dönüşmesi neredeyse kesin gibi gözüküyor. Ama parlamento dışı muhalefetle, HDP ve Kürtlerle ilişkiyi bugüne kadar olduğu gibi sürdürmekte ısrar etmesi, bunun başarı ihtimalini fazlasıyla zayıflatıyor. Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesinde ve geçiş programının netleştirilmesi sürecinde başka bir yol geliştirilmelidir. Başarı için kapsayıcı olmak ve demokratik bir çerçeve mecburiyeti bu ziyaret sırasında da açığı çıkmış oldu. Ülkende barışın, istikrarın, sürdürülebilir adil bir sosyal kalkınmanın önünü açacak olan böylesine bir siyasettir.

Bu yolun, demokratik dönüşümü hedefleyen bir çerçeveyi tesis etme çabasının, öngörülemeyecek büyüklükte toplumsal hareketi açığa çıkaracağına hiç kuşku yok. Böylesi bir yola girmeye ayak diremeye ve bu konudaki eleştirileri, önerileri geçiştirmeye bir süre daha devam ederse helalleşme siyasetinin yaratığı politik enerjim buharlaşacaktır. Barışa dair umut ve beklentiler bir kez daha geleneksel siyasete heba edilecek.