Gül’ün gitmesi, Bozdağ’ın gelmesi 

Hafta sonu Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün istifa etmesi ve yerine eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın atanması dikkat çekici bir gelişme oldu. Türkiye, Bozdağ’ı, geçmişteki kraldan fazla kralcı davranışlarıyla ve hukuk tanımaz icraatlarıyla yakında tanıyor.

Abdülhamit Gül, bir zamanlar muhafazakâr mahallenin etkili hak örgütü Mazlum Der ve Numan Kurtulmuş ile birlikte AK Parti’ye katılan hukukçu HAS Partiliden biriydi.

Adalet Bakanının istifası veya görevden alınması uzun süredir gündemdeydi. İktidar partisi içindeki çekişme ve çatışma kamuoyuna değişik vesilelerle yansıdı.

Eski Adalet Bakanının yargı ve adaletin işleyişine dair kamuoyuna yansıyan, hukukçu kimliğine uygun görüş, değerlendirme ve eleştirileri; parti içindeki çatışmanın, çekişmenin ve farklılığın boyutlarını gösteriyordu.

Gül’ün “Yargı Etik Kuralları, Yargı Reform Zirvesi, İnsan Hakları Eylem Planı” gibi çalışmaları, Türkiye’nin içinde yaşadığı çoklu kriz döneminde dikkat çekici çalışmalardı.

Keza İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 25 Kasım 2021 tarihinde yapılan kadın muhtarlar toplantısında “Muhtarlarımız diyor ki ‘Efendim şurada metruk bina var burada metruk bina var. Ama mahkeme kararı var yıkamıyoruz.’ Ya arkadaş sen gece yık, mahkeme kararı bizim arkamızdan gelsin” biçimindeki sözlerine karşı bir gün sonra Gül’ün “Bizim rehberimiz hukuktur, bizim rotamız hukuktur, bizim kılavuzumuz hukuktur. Biz yapalım hukuk arkadan gelsin değil, hukuk önden yürüsün, biz ona göre kendimizi ayarlayalım anlayışıdır hukuk devleti” biçimdeki cevabı ya da müdahalesine benzer hukuk ve yargıyı savunan yaklaşımları, kulak ardı edilebilecek cinsten şeyler değildi.

Bunların biç birinin hayata geçmemiş olması, doğal olarak Adalet Bakanlığını kim yönetiyor veya Abdülhamit Gül muhalefet mensubu gibi konuşmakla ne yapmak istiyor gibi soruların sorulmasına neden oluyordu.

Sonuçta toplumun yargıya, hukuka karşı olan güvensizliğini artıran faktörlerin Gül’ü istifaya sürüklediği çok açık.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Konseyi kararlarına rağmen Osman Kavala’nın hala tutuklu yargılanması konusundaki ısrarın ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun MOBESE kayıtlarının medya organlarına İçişleri Bakanlığı personeli tarafından servis edilmesinin bardağı taşıran damlalar olma olasılığı oldukça yüksek.

Geçtiğimiz Ekim ayı ortasında Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) üyeliğinden Hamit Kocabey’in MHP lideri Devlet Bahçeli’nin onayıyla istifa etmesine yol açan gelişmelerin yaşandığı süreçte “bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun. Bizim yargıçlardan, yargı mensuplarından beklediğimiz budur. ‘Şu ne der, bu ne der, adliyeye gelen insan şöyle telkinde bulundu, şu nasıl bakar, nasıl değerlendirir, bu konjonktüre uygun mu?’ Arkadaş, yargı konjonktüre bakmaz, yargı hatıra bakmaz, yargı birilerinin dediğine bakmaz. Yargı dosyaya, vicdanına, hukuka, Anayasa’ya bakar. Bizim beklentimiz budur. O yüzden adalet yerini bulsun, ne olursa olsun. Yargı mensuplarının yanında HSK vardır, bu millet vardır. Hiç kimsenin tavsiyesine, talimatına, telkinine bakarak değil dosyaya bakarak vicdanınıza göre karar verin ve 83 milyon huzur içerisinde geleceğe daha güvenle baksın.”  sözleri çok şeyi ifade ediyordu.

MHP’li HSK üyesinin istifasına yol açan gelişmenin,  Bahçeli’nin HDP kapatılması Kobani ve diğer “terör” suçlaması iddiasıyla açılan soruşturma, davaların neden uzadığına ilişkin Adalet Bakanından yazı rapor istemesi, Adalet Bakanın yazılı rapor vermenin mahkemelere ve soruşturma süreçlerine müdahale olacağı gerekçesiyle sözlü bilgi aktarmak istemesi olduğu medyaya geniş biçimde yer aldı.

Tabi böylesi bir süreç sonrası Adalet Bakanlığı koltuğuna üçüncü kez Bekir Bozdağ’ın oturması, Saray’ın tercihinin, Gül’ün tercihlerinin tam tersi ikamette olduğunun net ve açık bir işareti olabilir. Cumhurbaşkanı ile yeni Adalet Bakanı Bekir Bozdağ arasındaki ilişki, bir dönem Başbakan Tansu Çiller ile Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ilişkisini tanımlayan “tak diye söylemek, şak diye yapmanın” ilerisinde bir yargı, yürütme ilişkisi olacağı çok kesin. Yargıda ve hukukta önemli gelişmeler olacaktır.

Cumhur İttifakı, yeni Adalet Bakanı Bekir Bozdağ eliyle bu süreçte geride kalan hukukun kırıntılarını da temizleyecektir. Bu yeni dönemde yargı hızarı hızlanacak, Kobani davasının kısa sürede sonuçlandırılması ve HDP’nin seçimden önce kapatılmasına zemin oluşturulması ile özellikle Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinde görülmekte olan Kürt siyasetçilerin yargılanma süreçlerinin hızlanacağı çok açık.

Adalet Bakanlığındaki değişimi, iktidar partisinin seçim hazırlığı hatta iktidarın yeni anayasa planının bir parçası olarak düşünmek gerekiyor. Parti içindeki şahinlerin öne çıkması ve Türk milliyetçiliği ipine sıkı sıkıya sarılanların güçlenmesi, aynı zamanda partinin seçim ve önümüzdeki dönem stratejisini gösteriyor.

Hafta sonu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Trabzon’da katıldığı açılış töreninde  bir çocuğu platforma çıkarılması, ana muhalefet partisi CHP’nin lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na hain bay Kemal diye hitap etmesi, o sırada Cumhurbaşkanının, partinin bir başka hukukçu yöneticisi ve milletvekili Hayati Yazıcı’nın, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu’nun  sırıtmaları  aynı stratejinin bir parçası.

Partilerinin toplantılarında, mitinginde  küçük eleştiri yapanları  salonunun dışına atan,  gözaltına aldıran dahası  bir zamanlar  “taş atan çocuklar için çocuktur, kadındır  fark edilmez, polis gerekeni yapacak, gözlerin yaşına bakılmayacak” diye konuşan Erdoğan Türkiye’ye, bu rezaleti de yaşattı. Bu bataklığın dip noktasıdır.

Anlaşılan AK Parti açısından, koltukları boşaltmamak için her şey meşru hale gelmiştir. Gerisi teferruattır. Bu nedenle benzer gelişmelere hazır olmak gerek. Gelişmeleri parti içi çatışmalarla, yarılmalarla izah etmeye çalışmak fazla ciddiyetten uzak bir yaklaşımdır. Parti içi yarılmaları iktidar kendi çıkarları ekseninde kapatıyor. Muhalefet, bunları ülke krizinin aşılmasına hizmet eden bir tarzda değerlendirmek zorunda.