Sivil toplum ve siyasi krizden çıkış

Sivil toplum çalışmaları, benzer süreçler yaşamış birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’de de Avrupa Birliği ile müzakere sürecinde yaygınlaştı, çalışma alanlarının çeşitliliği çoğaldı.

Bu süreçte hak temelli sivil toplum örgütleri, çeşitli sorunlara ilişkin toplumda ciddi duyarlılıklar ve farkındalıklar yarattılar. Yapısal sorunlarını aşmaya ve gelişmeye çalıştılar.

Ancak pek çoğu bu fırsatı bulamadan, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında KHK’lerle yasadışı olarak kapatıldılar. Hukukdışı KHK kararları ile anayasa ve uluslararası sözleşmeler çiğnenerek, sivil toplumun kurutulmaya çalışıldı.

Az sayıda sivil toplum örgütü ise olanlara rağmen ayakta durmak için direndiler,  büyük bedeller ödediler ve ödemeye devam ediyorlar.

Bu gün sivil toplum  çalışması  tüm dünyada ve Türkiye’de kendine küçümsenmeyecek bir yer edinmiş durumda. 19 yüzyıldan gelen klasik örgütlenme, çalışma tarzını aşarak, kendilerine yeni bir yol yaratma arayışını, iktidarın biat ettirme çabalarına, baskılarına ve yasaklamalarına rağmen sürdürüyor. Toplumsal bilinç gelişti.

Yeni sivil toplum örgütleri kuruluyor. Bunlardan biri de hafta sonu tanıtım toplantısına katıldığım Demokrasiyi Güçlendirme Derneği. Dernek, 1 Nisan 2021 tarihinde 11 kıymetli yurttaş tarafından kuruldu.

Derneğin özgünlüğü  kurulma nedeninde gizli. Bunu sözünü ettiğim tanıtım toplantısında derneğin kurucu başkanı felsefeci İlyas Buzgan şöyle tanımladı “Türkiye maalesef adaletin yerine arzularını ikame eden, yargıyı arzularının enstrümanı olarak kullanan, her şeyi denetleyen, herkesten hesap soran, ancak hesap vermeyi ve denetlenmeyi kabul etmeyen yozlaşmış bir iktidar tarafından uzun süredir yönetiliyor.” Yani derneği kuran kadro, Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi ile mücadeleyi stratejik bir mesele olarak görmekte.

Aynı konuşmada derneğin öncelikli hedefleri şöyle açıklandı: “ülke sorunlarına çözümler üretmek, üretilen çözümleri siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları ile paylaşmak ve bunları kamuoyuna duyurmak. Ayrıca hukuk devleti nosyonunun gelişmesi, insan hakları bilincinin pekişmesi ve demokrasinin güçlenmesi için mücadele eden sivil toplum kuruluşlarını ve siyasi partileri desteklemek ve çözüm ortaklığı yapmak”.

Kuruluşundan bugüne altı ayda, farklı siyasi parti yetkililerinin ve akademisyenlerin katılımıyla 17 çevrimiçi toplantıda Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin yarattığı sorunlar ele alındı. Önümüzdeki gümlerde muhalefet parti liderinin katılımıyla  Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem konulu yüzyüze toplantılar yapmayı planlanıyor.

Bir çoğu 2017 sonrası AK Parti’den ayrılanların kurduğu dernek,  kendini çok açık toplumsal muhalefetin yanında konumlandırıyor.  Bunun arka planında  ise, Türkiye gerçeklerini yansıtan AİHM’nin, AYM’nin ve Hazine ve Maliye Bakanlığı ile TÜİK’in verileri var.

İşte o veriler:  

AİHM’ne göre Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini 2016 yılında 115 kez, 2017 yılında 125 kez, 2018 yılında 185 kez, 2019 yılında 123 kez, 2020 yılında ise 106 kez ihlal etmiş. İhlal kararlarının 129’u ifade özgürlüğü, 132’si ise adil yargılanma hakkı ile ilgili.

Anayasa Mahkemesinin yayınladığı Bireysel Başvuru İstatistikleri raporuna göre, Anayasa Mahkemesi son yedi yılda 14.973 ihlal kararı vermiş. İhlal Kararlarının hak ve özgürlüklere göre dağılımına baktığımızda, 9332’sinin Adil Yargılanma hakkı, 2893’ünün Mülkiyet Hakkı ve 633’nün ise İfade Özgürlüğü hakkının ihlali ile ilgili olduğu görülüyor.

Derneğin  kerterizinin  Kopenhag siyasi kriterleri olduğu ifade ediliyor.    Bu kriterrlere göre  Türkiye’nin beş yılda hukuk, demokrasi, adalet, ifade, örgütlenme özgürlüğü ve insan hakları alanında geriye gittiğini berrak bir biçimde ortaya çıkıyor.

Bu olumsuz durum, Ankara’daki muhalif siyasetçilerin tek başına altından kalkacakları bir tablo değil. Sivil toplumun kendi rolünü üstlenmek zorunda olduğu bir eşikteyiz. Topyekûn ayağa kalkmak için daha fazla gecikmek demek, felakete gidişin önünden çekilmek anlamına gelir.

.