Erdoğan Diyarbakır’a yeni süreç için mi gitti?

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Diyarbakır’a gitmesi tartışmalara yol açtı. Tartışmayı alevlendiren iki şey oldu.

Birincisi Cumhurbaşkanının; 12 Ağustos 2005 Cuma günü Diyarbakır’da TOKİ evlerinin açılışında yaptığı konuşmaya atıf yaparak “biz aynı noktadayız, çözüm sürecini biz başlattık ama biz bitirmedik” demesi oldu.

İkincisi kimi köşe yazılarına yansıyan devlet yetkilileriyle PKK yetkilileri arasında görüşme yapıldı/yapılıyor veya mesajlaşma var iddiaları üzerine yeni bir çözüm süreci mi başlatılıyor iddiası oldu.

Hatırlatma

Cumhurbaşkanın konuşmasında gündeme getirdiği 2005 Diyarbakır konuşması ve çözüm sürecine ilişkin birkaç hususu hatırlayalım. Hatırlamak ve unutmamak, hafızayı tazelemek, geleceği kazanmakta sayısız yarar sağlar.

Cumhurbaşkanının hatırlatmaları gerçeği tam yansıtmasa da iyi oldu. En azından artık Kürtler dışında neredeyse hiç kimsenin sahiplenmediği çözüm sürecini herkese hatırlattı.

Başbakan sıfatıyla 12 Ağustos 2005 tarihinde Diyarbakır’da yaptığı konuşmasının öne çıkan en önemli vurgularını şöyle özetlemek mümkün; “Kürt meselesi benim de meselem, anayasal temelde demokratikleşerek çözeceğiz, büyük devlet hatalarından dönmesini ve yüzleşmesini bilen devlettir” sözleri.

Sonraki süreçte  Kürt kimliğinin varlığı kabul edildi, ama ne yasal ne de uygulamada gereği tam yapılmadı. Kürtçenin kullanılması için yapılan bazı iyileştirmeler bile son beş yıl içinde idare eliyle kaldırıldı.

Bütün dünyanın tanıklığında Kürt sorununda büyük bir geriye dönüş yaşadı.  Türkiye’yi Kürt hakları karşıtlığı ve Türk milliyetçiliği zehri  siyasal, sosyal, kültürel ağır bedeller ödettiriyor.

Çözüm sürecinde, 28 Şubat ile 22 Mart arasında ne oldu?

Cumhurbaşkanı son Diyarbakır konuşmasında “çözüm sürecini biz başlattık, ama biz bitirmedik” dedi. Çözüm sürecine sahip çıkarak Kürt tarafını suçladı. Bu konuda, açık kaynaklardan iz sürerek doğruya ulaşmak mümkün. Fazla çabaya gerek yok. Aslında 7 Haziran seçimlerinde çok önce masa devrilmişti.

Dönemin Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç’ın, 3 Mart ve  21 Mart 2015 tarihinde yaptığı açıklamalar, çözüm sürecinin bitirilmesine ilişkin iki ayrı kritik açıklama. İlkinde Selahattin Demirtaş’a yönelik sert sözler sarf ederek, ikincisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İzleme Heyeti’ne ilişkin açıklamaları hakkında “ben bundan hoşlanmadım, hoşuma gitmedi, soğuk karşıladım, sıcak karşıladım beyanları kendi düşüncesidir. Hükümetimizin yürüttüğü süreç sorumluluk olarak hükümetimizin üzerindedir. Habersiz sayılması mümkün değil. Cumhurbaşkanımız her şeyi çok iyi bilmektedir” açıklaması yaptı. Bu iki açıklama bir anlamda çözüm sürecinin bitirilmesinin faillerine işaret ediyor.

Cumhurbaşkanının 20 Mart 2015 tarihinde Ukrayna dönüşü Çözüm Süreci ve İzleme Heyeti’ne yönelik sürecin bitirilmesine yol açacak açıklamasının zamanlaması  hiçte tesadüf değil.

Abdullah Öcalan; hükümet kanalıyla HDP’lilere ulaştırdığı ve 21 Mart 2015 Diyarbakır Newroz’unda  okunan açıklamasında, ilk kez Kobani zaferini ve direnişini selamladı. Eşme ruhunu övdü.

Cumhurbaşkanı 22 Mart 2015 tarihinde, 28 Şubat’ta Dolmabahçe’de okunan 10 Maddeye karşı olduğunu açıkladı. TSK; internet sitesi üzerinden 23 Mart 2015 tarihinde, “Eşme Ruhu” söylemine ilişkin sert yanıt verdi.

Suriye,  çözüm arayışının sonu

Çözüm sürecinde gördük ki  Suriye’de oluşan yeni durum, hükümet ile PKK arasında var olan ihtilafı derinleştirdi. Hükümet, Kürt bölgesinde PYD’nin hâkimiyet kurmasını bir beka sorunu olarak gördü ve buna tavır aldı.

Kürt siyaseti ise sonu belli olmayan bir çözüm sürecine girmek yerine, Suriye’deki aktörlerle ilişkileri geliştirmeyi ve daha üst seviyeye çıkarmayı tercih etti. Bu anlaşmazlık Çözüm sürecinin bitmesini hızlandırdı.

Yeni bir çözüm süreci olabilir mi sorusuna şu söylenebilir: öncelikle taraflar Oslo ve çözüm süreci gibi benzer bir şeye epeyce uzaklar. Bu süreçlerden ders çıkarılarak, bölgesel ve küresel gelişmeler ve deneyimlerle yeni bir süreç olabilir. Ancak bunun siyasal ve toplumsal koşulları yok, siyasal ve toplumsal aktörleri ortalıkta görünmüyor.

Bu durumda Erdoğan neden Diyarbakır’a gitti sorusunun yanıtı olarak geriye, partisinin Kürt seçmenini konsolide etmek kalıyor. Bütün saha araştırmaları, AK Parti’nin en ciddi oy kaybını Kürt seçmende yaşadığını gösteriyor. Seçimlere iki yıl gibi uzun bir süre varken Erdoğan’ın harekete geçmesi, meselenin seçimlerin sınırını aşan boyutları olduğu olasılığını güçlendiriyor.

Bir olasılık HDP’siz Türkiye

Türkiye, 2015 sonrasında uygulanan Kürt politikasında yeni bir eşikte. Kürt kimliğini tanıyıp, Kürtlerin haklarını bastırma ve Kürt siyasetini sınırlandırma, hatta baraj altında kalmasını sağlama siyaseti  yeni bir evreye geçişte. Bunun iktidarıyla muhalefetiyle ortak bir devlet politikası olduğuna ilişkin çok sayıda veri ve işaret var.

Kürt silahlı gücü etkisizleştirildi, hareket ve eylem kabiliyeti sınırlandırıldı. Türkiye Suriye’de yapabileceklerinin sınırına dayandı. Ancak sokakta geriletilen demokratik Kürt siyaseti, (siz bunu HDP diye okuyun) sandıkta bütün yollar denenmesine rağmen geriletilemedi. İşte HDP’yi  kapatma ve Kobani davasıyla HDP demokratik siyasetin dışına doğru sürülmek, demokratik siyaset zemini olabildiğince Kürtlere kapatılmak isteniyor.

Bunu başarmanın bir yolu olarak Kürt seçmen, Kürt siyasetinin dışındaki partilere yönlendirilmeye çalışılıyor, zorlanıyor, buna uygun siyasal zeminlerin ve olanakların yaratılması politikası uygulamaya kondu. Bunun için Erdoğan 2023 seçimlerinin çalışmasına iki yıl önce başladı. Kürtleri tekrar kazanmak veya kendisine zarar vermeyecek konuma zorlayacağa benziyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefetin ittifak stratejisini, CHP ve AK Parti’nin son dönemde Kürt illerindeki çalışmalarını bu çerçevede değerlenmekte yarar var. MHP bile bölgedeki illerde yıllar sonra afiş yaptı. Bütün gözler Kürt seçmenin üzerinde.

Partiler, Kürtlerin oylarını almaya aday olurken aynı zamanda çözümsüzlük politikasını siyasal krizlere yol açmadan devam ettirmeye çalışıyorlar.

Kürt seçmenin iradesinin; statükocu, muhafazakâr milliyetçi kesimlerde toparlanması yoluyla, maliyeti düşürülmüş çözümsüzlük politikası hayata geçirilmek isteniyor.

Bunların gerçekleşmesi, ülke için telafisi imkânsız bir geriye gidiş ve çatışmalı süreç demektir. Herkesin kaybedeceği bir durum olacak. Böylece,  bir süre beka tehlikesi savuşturulacak. Bir anlamda  Kürt sorunu HDP parantezine alındı.