Bir yıl içinde Coranavirüsü nedeniyle 19 günlük ikinci en uzun tam kapanma da geride kaldı. Ancak gerek tam kapanmaya gerekse sonrasındaki tedbirlere ilişkin eleştiriler, tepkiler ve memnuniyetsizlikler bu kez ciddi ölçüde artı. Hiç kuşkusuz bunda coranavirüsü yorgunluğunun etkisi var. Ancak esasını iktidarın tutarsız, yetersiz ve yanlış pandemi politikaları oluşturuyor.
Yoksullar, işsizler, çalışanlar, küçük üretici, esnaf ve orta sınıf pandeminin ekonomik yükü altında ezildi. Bu kesimleri koruma amaçlı hiçbir ciddi politika uygulanmadı.
Bütün bunlar, aşı karmaşayla birlikte, pandemi konusunda iktidarın iyi bir sınav veremediğini gösteriyor. Hele yasaklar konusunda yaşanan rezalet utanılacak boyutta. Ciddiyetsizlik diz boyu, her yeri sarmış durumda. Mesele pandemiyle sınırlı bir sorun değil.
Türkiye yönetilemiyor artık. Bir zamanlar iktidarın, devletin muteber kişilerinden olan Sedat Peker’in yayınladığı iktidar, mafya, polis ilişkilerinin ve işbirliğinin kirli çamaşırlarını parça parça ortalığa saçtı videolar izlenme rekorları kırıyor. Ne kadar süreç bilinmez. İktidar çevresi ise ne yapacağını bilemez halde. Sadece muhalif partilere ve medyaya yükleniyor.
Peker, suç örgütü liderliğini sürdürürken İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, korunması için polisi görevlendirmiş. Polis, kime karşı suç örgütü liderini koruyacak, Peker’i tehdit eden kimmiş, yaşamı nasıl bir risk altındaymış ki?
Koruma polisi ancak yasadışı örgüt lideri Sedat Peker’i, örgüt liderliğini risksiz yapabilmesi için meslektaşlarından korumuş olabilir. Yoksa ölümle tehdit ettiği barış akademisyenlerinden koruyacak değil.
Sedat Peker, videolarının her birinde, iktidarın yönetme biçimine, yaklaşımına ilişkin farklı örnekler sunuyor. Bunlar bildiğimiz, tanıdık olduğumuz ama toplum olarak bunlarla bu güne kadar hesaplaşılamadı.
Siyasal kriz dönemlerinde görünür olan, devlet koruması altındaki bu türden yapılar ve ilişkiler sadece bugünün sorunu değiller. Ciddi yapısal ve büyük bir sorunla karşı karşıyayız. İktidar, Sedat Peker’in hamleleri karşısında sıkışmış durumda. Kriz yönetilemiyor.
Bu sorunun Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi içinde çözülebilmesi mümkün gözükmüyor. Her şeyden önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve dolayısıyla iktidar partisinin, anayasayı ve yasaları her türden icraatı ve yetkilerini sınırlandıran, bağlayıcı değil, her koşul ve durumda meşrulaştıran metinler olarak görmeleri en büyük engel. İktidarın bu keyfiyetçi tutumu nedeniyle bugün ülke yönetilemez durumda. Peker, bu krizi derinleştirerek, kişisel olarak kazançlı çıkma mücadelesi veriyor.
Ülkeyi yönetmek; potansiyel krizleri ve sorunları önceden görmeyi, olası önleyici tedbirleri planlamayı ve zamanı geldiğinde anayasal ve yasal yetki ve sorumluluklar çerçevesinde uygulamalar yapabilme yetkinliğini gerektirir. Bunların kamusal denetime tabi ve adil olarak yapılması ise yönetimlerin demokratik olmasının zorunluluğudur.
AK Parti uzun bir süredir, kendi denetimi, ilişkileri veya yönetimi altındaki sorunlara, “parti içi sorunlar ve krizler” gibi davranıyor. Bir önceki dönemde, bazı AKP’li belediye başkanlarının veya yolsuzlukla suçlanan üç AKP’li bakanın görevlerinden alınmasında benzer yöntemler uyguladı. Yasal yolları devreye sokmadı.
Anayasal, yasal çerçevede hukuku ve kamu mekanizmalarını işleterek sorunları çözmek ve suçluları cezalandırmak gibi doğal yöntemler, iktidarın sorun çözme yöntemi değil. Tabi böyle yapılarak, bir tür yanlışların üstü örtülüyor, suçlular korunuyor. Toplum; hukuksuzluğun, yasadışı yönetimin siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel faturasını çeteleşme, kamplaşma ve toplumsal değerlerin siyaseten araçsallaştırılması biçiminde ödüyor.
Türkiye’nin yönetilememesi sorunu sadece AK Parti’nin veya Cumhur İttifakının sorunu değil, muhalefet partilerinin de sorunudur. Ya da ülkeyi siyasal krizden ve ekonomik buhrandan kurtarma iddiasında bulunanların daha fazla sorunu. Bu sistemin ürettiği çürütücü ve kökleri derinde bir sorun.
Soru şudur: Devletin kurumlarının ve iktidar sahiplerinin rutin dışına çıkmasına, bazen de olsa izin verilecek veya göz yumulacak mıdır? Ülke yöneticilerinin her dönem çimentosu olagelmiş yasaları, anayasayı gerektiğinde takmama tutumuna, ilişkilerine ve illegal resmi, yarı resmi yapılara, bu ülke insanları daha ne kadar katlanacak?
Buna ama’lı, fakat’lı, ancak’lı yanıtlar verilmesi, ülkenin rutinine dönüşmüş olan rutin dışına çıkmayı doğrudan veya dolaylı onaylamaktır. Yani iktidarın, ülkenin yönetim erkininin seçilmemişlerle, yasadışı güç ve kişilerle paylaşılmasının kabul edilmesidir.
İki aktüel sorundan hareketle, Türkiye’nin artık yönetilemiyor olduğu vurgularken, diğer alanlarda işlerin tıkırında gittiği anlaşılmasın. Filistin halkına savaş ilan İsrail’e karşı Türk yöneticilerin düştükleri acizlik ortada. Dış ilişkilerde değerli yalnızlık içinde mesut bahtiyar görüntüsü vermek için çırpınmaları yetmez mi?