26 Nisan 2021 pazartesi günü, Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlayan dava, birçok açıdan ilkleri oluşturuyor. Çözüm süreci sonrası demokratik Kürt hareketine ve barış isteyenlere yönelik ilk büyük toplu dava.
Barış Bildirisini imzalayan yüzlerce akademisyene, Özgür Gündem Gazetesi ile dayanışma gösteren nöbetçi yayın yönetmeni 50’den fazla gazeteciye, dokunulmazlıkları düşürülen HDP milletvekillerine, yöneticilerine, belediye başkanlarına ve Demokratik Toplum Kongresi soruşturmasında hakkında dava açılmış 800’den fazla siyasetçi, akademisyen, sivil toplum örgütü yöneticisine bugüne kadar hep tek tek dava açıldı. Çözüm sürecinde parti yöneticisi veya milletvekili sıfatıyla görev yapmış olan 108 HDP’liye bu kez toplu dava açıldı. Bunun bir anlamı olsa gerek.
Bu nedenle davanın adını doğru koymak gerek. Yaygın bir biçimde 6-8 Ekim olayları nedeniyle davanın adı olarak “Kobani olayları davası” kullanılıyor. Doğru olan bu davaya “HDP davası” denmek.
Davanın, 6-8 Ekim Kobani olaylarının hukuksal, siyasal bütün boyutlarıyla açığa çıkarmaya yönelik bir dava olmadığı çok açık. Toplumsal olayların araştırılması, soruşturulması; “toplumsal hakikate ulaşmak ve adaleti sağlamak” maksadıyla gerçekleştirildiğinde anlamlı, ön açıcı ve sorun çözücü olabilir. Bugün böyle bir iddia veya niyet olmadığı çok açık.
Bağımsız araştırma, soruşturma, yüzleşme komisyonu gerek
6-8 Ekim’de 51 insanı, 628 insan yaralandı, birçok işyeri ve konut zarar gördü. Ama bunların siyasal sonuçları daha derin oldu. Bunlar tarihsel kırılmanın işaret fişeği sayılabilecek niteliktekiydi. Bu boyutuyla “6-8 Ekim olaylarının hakikatini açığa çıkarılmak, yüzleşmek” Türkiye’nin önünde duran önemli bir sorun.
Bu olaylar; ülkenin demokratikleşmesinin kapısını açacak, Kürt sorununu çözüme ulaştıracak olan barış arayışlarının ciddi bir biçimde tökezlediği ve riske girdiği bir eşik olmuştu. Neler yaşandı, olayların gelişmesi nasıl önlendi, araştırılmalıdır. Yaşam hakkı gibi temel insancıl hukuku ihlal edenlerin tespit edilmesi elzemdir. Bugün böyle bir iddia veya niyetle hareket edilmediği çok açık.
Ancak bu, siyasallaşmış yargı, kolluk gücü, güvenlik bürokrasisi eliyle ve dönemin HDP Merkez Yönetim Kurulu üyelerinden, milletvekillerinden 22’si tutuklu 108 kişi hakkında dava açarak olmaz. Böylesi bir davayla 6-8 Ekim hakikatinin üzeri siyasal saiklerle, korkularla örtülmeye, gizlenmeye çalışılır.
Dünya deneyimlerinin gösterdiği gibi, 6-8 Ekim olayları gibi konularda hakikatin açığa çıkarılması; ancak uzmanlardan oluşacak bağımsız araştırma, soruşturma, yüzleşme komisyonu eliyle olabilir. Ancak böyle yapılan araştırma ve soruşturmalar, güvenilirliği yükseltir, toplumsal uzlaşma zeminlerini güçlendirir. Yargı ve Meclis yasal zeminlerde kendi sorumluluklarını ve görevlerini yapar.
Daha önce birçok kez olduğu gibi, bu kez de toplumsal ve siyasal hakikat, Kürt hakları karşıtı büyük siyasal operasyonun aracı olarak kullanılır. Yargı başta olmak üzere birçok devlet kurumu anayasal işlevlerinde uzaklaştığı olağanüstü dönemler bu daha bir fütursuz yapılıyor. Ancak gerçeklerin açığa çıkmak gibi bir huyu olduğu unutulmamalı.
Çözüm sürecini yargıya taşıyacak gelişme
HDP’liler 6-8 Ekim Kobani olayları nedeniyle ilk kez yargı önüne çıkmıyorlar. HDP’liler hakkında bu dosyalarla ilgili ilk soruşturma 2014 yılında açıldı. Savcılar milletvekili olmayan bazı MYK üyelerinin ifadelerini aldı. Bugüne kadar 7 savcı değiştirildi, ama dava açmak için altı yıl beklendi, neden?
Daha önce Figen Yüksekdağ, Ayhan Bilgen, Sırrı Süreyya Önder, Meral Danış Beştaş hakkında ayrı ayrı davalar açıldı, yargılanıyorlar. Selahattin Demirtaş’ın, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılaması yapılan ana davası, bu dosya.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 20 Kasım 2018 tarihindeki Selahattin Demirtaş derhal serbest bırakılması kararının gerekçesini bu dosya oluşturuyor. AİHM Büyük Dairesi 22 Aralık 2020 tarihinde açıkladığı kararında, ilk dava ile Demirtaş’ın şu anda tutuklu olduğu 19 Eylül 2019 dosyasının birbirinin devamı olduğu, aynı eylem ve olgular olduğunu tespit etmiş ve siyasi saiklerle tutuklu olduğuna, ve dosyadaki delillerin makul şüphe için yeterli olmadığına hükmetmişti.
6-8 Ekim olayları sırasında 27 HDP’li öldürüldü, dosyada sanık olarak adı geçen Ayla Akat gibi birçok mağdur Kürt siyasetçisi ve HDP’li ile ilgili 6 yıldır hiçbir soruşturma dahi açılmamış olması, iktidarın hedef ve amacının hakikati ortaya çıkarmak olmadığını gösterir nitelikte.
Kürt sorununda demokratik çözüm mücadelesi yürütenler, barış arayışında olanlar sisteme entegre edilmek isteniyor. Rejime, tam itaatleri ve biat etmeleri hedeflendiği anlaşılıyor.
10 Temmuz 2014 tarihli, 6551 sayılı kanun ve 2014 /6833 sayılı bakanlar kurulu kararı yok sayılarak çözüm sürecinin tek taraflı siyasal yargılamasının yapılması, başka bir sürecin de kapısını aralayabilir. Ortaya çıkacak deliller, belgeler ve iddialar çözüm sürecinin yargıya taşınmasına yol açabilir. Bugün çözüm sürecinde görev almış HDP’lileri yargı önüne çıkarmak, bir süre sonra çözüm sürecinde görev almış bakanların, milletvekillerinin, devlet görevlilerinin ve 8 kişilik komisyonunun yargılanmasına ve çözüm sürecinin yargıya taşınmasına yol açabilir.
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Bursa Cumhuriyet Savcısının çekmecesinden çıktığı iddia edilen şikayet dilekçesi ve “çözüm sürecinin resmi sorumlularından oluşan yargılanacaklar listesi”, zamanla işleme konulabilir, kısa sürede romanlar bile konu başlığı olmuş çözüm süreci yargıya taşınabilir. Bugün olamaz gibi görünenler yarın olabilir, unutmayalım. Bu ise siyasal sonuçlarından bağımsız olarak ciddi toplumsal soruna yol açar. Güvensizlik daha da artar ve barışın hayalini kurmak dahi zorlaşır.