Hak temelli bir anayasal düzenleme yapmadan nefret söylemi azalmaz’

13 Mart 2021

https://www.pirha.net/hak-temelli-bir-anayasal-duzenleme-yapmadan-nefret-soylemi-azalmaz-video-257473.html/13/03/2021/

 

PİRHA- Barış Vakfı Genel Başkanı Hakan Tahmaz, Alevilere yönelik nefret saldırılarını PİRHA’ya değerlendirdi. Tahmaz, nefret söylemine karşı Türkiye’de de, dünyada da hukuksal mekanizmanın olmadığına dikkat çekerek, “Mevcut eğitim sisteminin değişimini vadeden ve uluslararası normlara uygun bir yasal, hukuksal, hak temelli bir anayasal düzenleme yapmadan nefret söylemi azalmaz” dedi.

 

Nefret suçu; bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi ön yargı doğurabilecek nedenlerden dolayı işlenen, genellikle şiddet içeren suçlardır.

 

Nefret suçu, insanlığa karşı işlenmiş olarak görülüyor ve uluslararası hukukta karşılığı var. Ancak günlük yaşamda özellikle inancı, kültürü, yaşam biçimi, dili vb. farklı olan toplum ve topluluklar nefret diline, baskısına ve saldırısına maruz kalıyor.

 

Türkiye’de geçmişten günümüze nefret saldırılarına maruz kalan toplumlardan biri de Aleviler. Alevilere yönelik nefret saldırıları artarak sürüyor. Devlet tarafından inancı ve ibadethanesi kabul edilmeyen Aleviler, okulda, sokakta, işyerinde, hastane, mahallede, yaşadığı apartmanda aşağılanıyor, hor görülüyor, hakarete uğruyor.

 

Türkiye’de nefret suçları ile ilgili kapsamlı bir yasal düzenlemenin eksikliği sistematik bir biçimde bu saldırıların devam etmesine de zemin hazırlıyor.

 

Peki nefret suçu kaynağını nereden ve nelerden alıyor? Yargı Alevilere dönük nefret suçuna karşı ne yapıyor? Demokrasiyi ve eşitliği savunan kurum ve kuruluşlar Alevilere dönük nefret suçlarına karşı ne yapıyor? Tüm bu soruları ve daha fazlasını akademisyen, yazar, tarihçi, hukukçu, insan hakları savunucularına sorduk.

 

Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz, sorularımızı yanıtladı.

 

“NEFRET SÖYLEMİNİN NEDENİ KÜRESELLEŞMENİN YARATTIĞI SORUNLARDAN KAYNAKLI”

 

PİRHA: Türkiye’de ve dünyada nefret söylemi ve buna bağlı olarak da nefret söyleminin ortaya çıkardığı şiddet artıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?

 

HAKAN TAHMAZ: Bir nefret söylemi bir de nefret suçu var. Bu ikisini ayırmak lazım. Batı dünyası nefret söyleminin yasaklanması için bir mutabakat sağlamış durumda. Nefret suçu meselesi ülkemizde de, Avrupa’da da tartışıyor. Amerika’da bir suç tanımı yapılmıyor. Nefret söyleminin son dönemde artmasının nedeni küreselleşmenin yarattığı sorunlardan kaynaklı. Ülkelerde bir içe kapanma, otoriterleşme, ulusal duyguları çoğaltma gibi eğilimleri güçlendirdi ve sosyal paylaşımda da kendisini öncelemeye başladı. Amerika’dan Avrupa’ya bu durum giderek çatışmaya ve yaşamın darlaştırmasına yol açtı.

 

Şunun altını özellikle çizmek isterim. Nefret suçu ve söylemi yaşam hakkına müdahaledir. Bunun beslendiği ideolojik zemin milliyetçiliktir. Almanya’da Türkler, milliyetçi Alman grupların nefret söylemine maruz kalırken, Türkler de kendi gettolarında nefret söylemini farklı inanç topluluklarına karşı üretebiliyor.

 

“ALEVİLERE DÖNÜK NEFRET SÖYLEMİ KAYNAĞINI MEZHEPÇİ SİYASETİNDEN ALIYOR”

 

Aleviler, Türkiye’de nefret söylemine en çok maruz kalan toplumsal kesimlerden biri. Alevi toplumuna dönük bu dil sizce kaynağını nereden alıyor?

 

Nefret söylemine sadece Aleviler maruz kalmıyor. Ancak Alevilerin özgün bir durumu var. Türkiye Cumhuriyeti 1930’lu yıllardan bu yana kuruluş kodlarından kaynaklı Aleviler, Kürtler, Sünni Müslüman olmayanlar gibi farklı inanç ve etnik topluluklara karşı nefret söylemini şırınga etmiştir. Alevilere dönük kaynağını da mezhepçi siyasetinden kaynaklanıyor. Bu durum bugün daha fazla mezhepçi siyaset iktidarın aracı haline getirdiği için Aleviler daha fazla muhatap oluyor. İkincisi çarpık laiklik anlayışından kaynaklanıyor. Çünkü devlet laizmi hem milliyetçiliği hem de nefret söylemini besleyen güçlü bir damar var. İlk ve ortaokul çağlarındaki çocuklara dil ve din konusunda verilen eğitim örnek olarak verilebilir. Bugün artmasının birinci nedeni; mezhepçiliğin önemli bir faktör haline gelmesidir. İkincisi ise; Alevilerin kalabalık olması ve günlük yaşamda görünür olmalarıdır. Üçüncüsü ise iktidar Alevileri politik olarak yakın tehlike olarak görüyorlar. Çünkü Aleviler, sorgulayan, araştıran, itiraz eden bir yapıya sahip oldukları için hem nefret söylemine hem de nefret suçuyla karşı karşıya kaldılar. Türk toplumunun a, eğitiminde, sosyal yaşamında, nefret söylemi her gün yeniden üretiliyor. Aleviler ve Kürtler buna karşı duruyor, ancak bu nefret söylemine karşı susan, ses çıkarmayan azınlıklar var.

 

 

 

 

NEFRET SÖYLEMİNE KARŞI HUKUK YOK”

 

Hukuksal anlamda nefret söylemine ve eylemine dönük yeterli bir mekanizmanın devrede olduğunu düşünüyor musunuz?

 

Ne yazık ki Türkiye’de de, dünyada da böyle bir mekanizma yok. Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi nefret söylemini yasaklamış olsa da, pozitif hukukta yeri yok. Aynı zamanda bunun barış hakkıyla doğrudan bağlantılı olduğunu düşünüyorum. Mesela Avrupa İnsan Hakları’nda da, BM’de de ‘barış hakkı’ temel haklardan biridir. Ancak barışı tehdit edenlere karşı herhangi bir yaptırımı var mı? Yok. Nefret söylemine ilişkinde çeşitli tanımlar yapılıyor ancak bir yaptırımı yok.

 

Türkiye’de de Türk milliyetçiliğini ve Kemalizmi korumak için, çeşitli yasaları kalkan alarak yapıyor. Yani azınlıklara, ötekilere bu yasaları kullanabilme açısından sıkıntılıdır. Alevileri, Kürtleri, Ermenileri aşağılamadan tek bir suçlu yoktur.

 

Avrupa hukukunda nefret söylemi suç kabul edilirken, Türkiye’de bu yok. Aşağılayan, ötekileştiren, yaşam hakkını ortadan kaldırmaya yönelik nefret söylemine yönelik bir video ya da haber suç kapsamına girerken, Türkiye’de böyle bir durum söz konusu. Bu ciddi bir sorun. Türkiye’nin bununla baş etmesi için bir arınmaya ihtiyacı var.

 

“NEFRET SÖYLEMİNE MARUZ KALANLAR DA NEFRET SÖYLEMİ ÜRETEBİLİYOR”

 

Nefret söylemine karşı demokratik kurumlar yeterli refleksi ortaya koyuyor mu?

 

Açıkça konuşmak gerekirse nefret söylemine maruz kalanların da nefret söylemi ürettiğini düşünüyorum. Sivil toplum örgütlerinden siyasetçisine nefret söylemine dair bir muhasebeye ihtiyacı var. Aynayı kendimize tutmamız gerekir. Kendi içimizde bir muhasebe yapamazsak dünyayı değiştiremeyiz. Farklı olanın karşı tehditlerde ses çıkartabilmek ve itiraz etmek bizi nefret söyleminden uzaklaştırır. Bu dilden arınmak için hepimizin kendimizi sorgulamamız gerekiyor.

 

Ben Sünni bir Müslüman isem  benim bir başkasına ya da Türk’sem, benim Kürt’e karşı hoşgörüsüzlüğüm, Aleviye karşı hoşgörüsüzlüğüm, onu yaşamıyla tehdit etmem ne kadar nefret suçuysa, ne kadar nefret söylemiyse aynı şekilde hangi gerekçeyle olursa olsun, hangi nedenle olursa olsun öfkeye kapılarak, tepkiye kapılarak, ezilmişlik duygularıyla aynı dili kullanmakta nefret suçudur. Şimdi böyle baktığımız zaman bunların arkasında ne vardır, yine Türk yönetim felsefesi vardır. Yani biz Türk’üz, Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur ideolojisiyle eğitim alan bir toplumuz. Onun için Sivil Toplum Örgütlerinden siyasetçisine ve hepimizin bir muhasebeye ihtiyacı var. En azından böyle söyleyeyim. Aynayı kendimize tutmamız gerekir diye düşünüyorum. Bu muhasebenin bir ayağı da şudur; Ben kendi kimliğimden, sosyalist kimliğimden, barış savunucusu kimliğimden örnek verecek olursam, ‘hala mı sen bu işlerle uğraşıyorsun kardeşim, sende mi teröristlerin peşine takıldın kardeşim, şimdi bunun zamanı değil, dur sende hep Kürtçülük yapıyorsun’ gibi söylemlerle karşı karşıya kalıyorum. İşte bu söylemlerin de tamamı nefret söylemidir. Politik görüş ifade etmek, görüş açıklamak değildir diye düşünüyorum. Bu yandan baktığımızda biz de yan herkesin kendi mahallesine öncelik tehditler, saldırılar karşısındaki duyarlılığı değiştirmeden bu dünyayı değiştiremeyiz. Ötekinin, diğerinin, benim gibi olmayanın, sizin gibi olmayanın, birey olarak, inanç olarak vs. tehditlerde hep birlikte ses çıkarabilmek, itiraz edebilmek, nefret söyleminden bizi uzaklaştırır. Bu kim olursa olsun, mesela yaşlılara karşı ‘moruk’ bizim günlük dilimizin parçasıdır. Bunu söylemek nefret söylemidir. Örneğin ‘ihtiyar’ başkasını inciten bir şeydir. O nedenle hepimizin arınmak için hepimizin kendini sorgulaması gerekir.

 

“TÜRKİYE’DE KENDİSİ GİBİ OLMAYANI ÖTEKİLEŞTİRMEYEN BİR MEDYA ORGANI VAR MI?”

 

Nefret dilinin topluma yayılmasında başat rol oynayan güçlerden biri de medya. Medya bu dili neden kullanıyor?

 

Birincisi sivil toplum yöneticisinin ya da siyasetçinin aynı kumaştakilerin, ikincisi belki şunu sorgulamamız gerek , medya dediğimiz şey ne? ‘Bir beşinci kol olarak çalışan’, zaten bu tanımı benimsemiş olmak, yönetenlerin temel siyasetinin aparatı haline gelmektir. Bence medya tamda böyle bir, yani yanlış temellerde kurulmuş bir Cumhuriyet devleti var, başka ülkelere benzemeyen ve bunun bir medyasından bahsediyoruz. Ne gazeteciliğin etiği açısından, ne evrensel kuramlar açısından yani Türkiye’de bir medyadan, gazetecilikten bahsedebilmek mümkün değil. Mesela örnek verecek olursak Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ‘Gazeteciliğin temel ilkeleri’ diye temel bir çalışma yapmıştır. Avrupa’nın daha bağımsız gazetecilik kuralları vardır, bunların herhangi birine Türkiye’de uyuluyor mu ? Mesela Türkiye’de barış gazeteciliği diye bir şey var mı? Evrensel kurallara göre savaşı, çatışmayı yasaklar.

 

Türkiye’de kendisi gibi olmayanı ötekileştirmeyen bir medya organı var mı? Yok.  Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti kendini iç veya dış düşman olarak ayakta tutmuş. Öyle kurmuş, öyle sürdürüyor. Bunu değiştirmek gerekiyor. Bu açıdan baktığımızda geçmişiyle yüzleşemiyor. Ama bir devlet yönetimi, toplum yönetimi, siyaset olduğu gibi bir medyamız var. Bence Türkiye’de gazetecilik, evrensel gazetecilik açısından hiçbir biçimde, uluslararası normlara uygun bir gazetecilik yapılabildiğini söylemek mümkün değil. Bunun istisnası var mı pek bilemiyorum.

 

“TOPLUMSAL DUYARLILIĞA İHTİYAÇ VAR”

 

Yeni bir siyaset yapma tarzı oluşturmak, geliştirmek, yaratmak gerekiyor; hatta yeni öznelerin sahaya inmesi, oluşturulması, bu sürece müdahale etmesi gerekiyor. Nefret söyleminin ortadan kalkması için ya da en azından azaltılabilmesi için neler yapılmalı?

 

Şimdi kabul etmek gerekir ki mevcut Türk İslam sentezini, biliyorsunuz ki Türk İslam sentezi ideolojisi 12 Eylül rejiminin, Kenan Evren icadıdır. Bugün ki hükümet, bugün ki iktidar aslında bu ideolojik hattı benimsemiş bir yönetimdir. Ki bunu sadece bir hükümet olarak ele almıyoruz. Devletin resmi ideolojisi haline geldiği bir ortamda bunun değişmeden, nefret söylemini besleyen Türk milliyetçiliğinin azalmasını beklemek pek mümkün değil. O zaman yapılabilecek iş, mevcut iktidarın ideolojik yönelimini değiştirecek bir siyasal iradenin şekillenmesi gerekir. Bu şekil siyasal irade ancak ve ancak bu ideolojiyi temel bir problem olarak görürse, yani eğitiminden başlayarak, yasal düzenlemelere kadar, uluslararası evrensel normları, kazanımları benimseyerek hareket etmesi gerekir. Bunun altını çizelim. Kişiyi, toplumları, bireyleri, yaşamını kendi kimliğiyle, kendisi kendini nasıl tanımlıyorsa öyle kabullenmeyi siyasal ilke edinmemiş bir siyasal irade nefret söylemini azaltmaz. O açıdan eğitim devlet nezdinde arasına mesafe koymalı. Mevcut eğitim sisteminin değişimini vadeden ve uluslararası normlara uygun bir yasal, hukuksal, hak temelli bir anayasal düzenleme yapmadan nefret söylemi azalmaz.

 

“BARIŞ DİLİNİN İNŞASI İÇİN YOĞUN BİR ENERJİ SARFINA İHTİYAÇ VAR”

 

Medyanın bizim gibi kurumların, barış kurumlarının, mesela biz Barış Vakfıyız, bir barış dilinin inşası için çok müthiş yoğun bir enerji sarf etmemiz gerekir. Bunu göze almadan ucuzundan, kolayından hemen halletmek, manipüle etmek. Böyle bir hayat yok. Dünyada bütün değerler, nefret söylemi, başka bütün insanlığın değerleri büyük bedeller ödenerek kazanılmıştır. Bu haklar gökten zembille inmemiştir. Her birinin arkasında güçlü bir çıkış, büyük bir bedel, büyük bir mücadele vardır. Nefret söylemi Avrupa’sında ve Türkiye’sinde gelinen noktada bugün bir tür egemen milliyetçilikle ve milliyetçiliğin bütün yanıyla hesaplaşacak bir sivil topluma ihtiyaç var. Toplumsal duyarlılığa ihtiyaç var. Günlük hayatımızda eşimizle, çocuğumuzla kurduğumuz ilişkiden, annemizle, babamızla, iş arkadaşlarımızla kurduğumuz ilişkilerden başlayarak nefret söylemine karşı duyarlılık geliştirmekle olabilecek bir iştir diye düşünüyorum.