Çözümün/Barışın Zamanı Yok

 

Son dönemde, “şimdi Kürt sorununun çözümünü, barışı konuşmanın zamanı değil” diye özetlenebilecek bir tutum çok yaygınlaştı. Siyasetçi, akademisyen, kanaat önderi, yazar, sivil toplum örgütü temsilcisi gibi geniş bir yelpaze, benzer yaklaşımı savunuyor.

Çözüm süreci sonrasında, içerde ve bölgede ağırlıklı olarak güvenlikçi/askeri politikaların izlendi.  Türkiye ağır iç ve dış sorunlarla karşı karşıya kaldı. Rejim değişikliği oldu, ekonomik ve siyasi kriz ağırlaştı, toplumsal atmosfer değişti. Bütün bunlar Kürt sorununun çözümünü/barışı Türkiye’nin öncelikli siyasal gündemi olmaktan ne yazık ki çıkardı.

Beş yıl önce çözüm sürecinin yürütücüsü olan AKP, politikaları nedeniyle artık sorunun kendisi ve çözümün engelleyicisi olmuştur. MHP ile kurduğu ittifak sonrası, AKP’nin Kürt sorununda yeniden çözüme/barışa döneceğine ilişkin beklentilerin gerçeklikle hiçbir bağı kalmamıştır.

İktidar Blokunun siyasal heybesinde barışın ve Kürt sorununun olmadığını, çözümden/barıştan tümden uzaklaştığını anlatmak açısından, “şimdi zamanı değil” sözünün anlaşılır bir yanı var.

Ancak bu kadardır. Çözüm ve barış arayışının/mücadelesinin iktidarların politik ajandasına indirgenmesi, dar ve sığ bir bakıştır. Daha da ötesi iktidarın siyasal etkisinin sürmesine hizmet eden bir yaklaşımdır. Birçok insan bunun farkında. Bu nedenle muhalefetten hiç kimseyi, Kürt sorununda çözüm ve barış istediğinde, sanki iktidarla barış istiyormuş diye “dövme”nin bir anlamı yok.

Muhalefet partilerinin,  iktidarın siyasal ajandasıyla sınırlı politika yaparak iktidar olma fırsatı yakalamaları mümkün değildir. Kürt sorunu gibi ülkenin temel sorunun etrafından dolanmak, siyaset yapmamak, iktidar olmaya hazırlanmamaktır.

Bugün muhalefet partileri, hem kendi geçmiş siyasal bagajlarını boşaltamadıkları için, hem de iktidarın Kürt sorunu etrafında yarattığı korku ve algı nedeniyle bir dizi sorun yaşıyorlar. Çözümsüzlük, çaresizlik içindeler veya sorunlu bir tutuma sahipler. Muhalefet partileri bunları aşamadığı için iktidar uzatmaları oynuyor.

AKP-MHP ittifakının Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adını verdikleri tek adam rejimine karşı muhalefetin “güçlendirilmiş parlamenter sistem” konusunda ortaklaşması bir başlangıç olabilir. Ama krizin demokrasimizi geliştirerek, kurumsallaştırarak aşılması için bu yeterli değildir. Siyasal krizde önemli rol oynayan Kürt sorununda, muhalefet partileri pozisyonlarında değişiklik yapmak zorundalar. Türkçülüğün yarattığı siyasal problemlerden kurtulamadıkları, iktidarın Kürt/bölücülük korkusunun gölgesinde kaldıkları sürece özgürlükçü demokratik bir cumhuriyet geliştiremezler.

Bu nedenledir ki, bugün barış/çözüm iktidarın gündemi değil, ama muhalefetin gündemi, hatta en önemli gündemi olmak zorunda. Çözüm politikalarını kısa sürede netleştirmek durumundalar. Erken seçimden söz edenler, bu konuda hızlı hareket etmezlerse, treni kaçıracaklar gibi gözüküyor.

Birkaç yıldır ülkede ve etrafında yaşanmakta olan siyasal gelişmeler, muhalefet partilerinin Kürt sorununa ve çözüm sürecine eskiye oranla daha ciddi yaklaşmalarına neden oldu. En azından inkârcı politikaların miadını doldurduğunu, demokratik Kürt siyasetini kapsamayan bir ittifakın başarılı olmasının mümkün olmadığını fark etmiş durumdalar.

Sorun, bu fark edilmişliğin politik bir çerçeveye kavuşturulmasında yaşanıyor. Bugüne kadar olduğu gibi barışın/çözümün muhalefet partilerinin küçük hesapları uğruna araçsallaştırılması, kullanılması söz konusu olabileceği gibi, demokratik çözümün kapısı da aralanabilir.

Son dönemde “şimdinin konusu değil” görüşünü köşelerinde dile getiren yazarların önemli bir kesimi,  muhalefet partilerindeki bu durumu ya görmemezlikten geliyorlar, ya da küçümser ve bir şey çıkmaz yaklaşımındalar.

Bu türden tutum sahiplerinin sorunun ve çözümün mahiyetini yeterince kavradıklarını söyleyebilmek zordur. Ya da Cumhur İttifakının Türkçülük ekseninde yarattığı milliyetçi muhafazakâr tehlikenin yeterince farkında değiller. Hâlbuki Kürt sorununun Cumhur İttifakı döneminde aldığı biçim ve hal dikkate alındığında, muhalefet partilerindeki gelişmeleri titizlikle değerlendirmenin zarureti kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

CHP, son kurultay öncesinde başlattığı çalışmalarla, Kürt sorununda çözüm politikaları geliştirmenin zeminini hazırlıyor. Bu bakımdan daha net, demokratik ve eşitlikçi politikaların oluşturulmasını teşvik etmek, cesaretlendirmek, uyarmak ve gerekli durumlarda teşhir etmek gerekir. Bunlardan imtina etmek yurttaş sorumluluğunu, görevini yerine getirmemek anlamına gelir. Barış ve çözüm isteyenler için çelişkili bir durum olur.

Aynı biçimde DEVA Partisi’nin yeni bir çözüm sürecinde kolaylaştırıcı rolü üstlenmeye çalışmasını önemsememek de kibir değilse ciddiyetsizliktir. Barış isteyen, barışı savunanın adresine bakmaz. Tıpkı savaşın adresine bakılmadığı gibi.

Siyasi iktidarın veya PKK’nin ne yaptığına, ne yapacağına veya siyasi ajandalarına takıp kalmak yerine, muhalefet partilerinin arayışları ve önerileri üzerinden çözümün toplumsal zeminini güçlendirmeye çalışmak, ülkeyi barışa ulaştırabilir. Polyannacılık yapmadan, barış hakkının evrenselliği, kutsallığı ve aciliyeti dikkate alındığında, tam da şimdi barışı ve çözümü konuşmanın zamanı.

Barış savunucusu sivil toplum örgütlerinin “şimdi zamanı değil” tutumlarının, kendilerini sivil toplum kurumu olmaktan nasıl çıkardığı ve etkisizleştirdiği, daha sonraki bir yazının konusu.