Cumhurbaşkanı Yüksek İstişare Kurul Üyesi, AKP hükümetleri döneminde çeşitli tarihlerde TBMM başkanlığı, başbakan yardımcılığı ve hükümet sözcülüğü yapan, AKP’yi 2001 yılında kuran liderlerden olan Bülent Arınç, bir anlamda yine ortalığı karıştırmayı başardı.
Arınç, uzun bir aradan sonra katıldığı bir televizyon programında, Cumhurbaşkanının ve Adalet Bakanının kısa bir süre önce dile getirdikleri reformlar konusuna ilişkin bir soruya verdiği cevapta, Selahattin Demirtaş’ın ve Osman Kavala’nın tutuklu olmalarını eleştirdi.
Konuşmasında “Kavala’nın hâlâ tutuklu kalmasına hayret ediyorum, tutuklu kalmaması lazım. Demirtaş’ın da tahliyesi olabilir” dedi. Arınç, yargı mensuplarına “ey hâkim ve savcılar” diye seslendiği konuşmasında, iddianameler için “Çocuk bile yazmaz bunları. Zanla, şüpheyle, kıyas yoluyla delil uyduramazsınız. Bu saydığımız isimlerin en azından tedbir olarak tahliye edilmesi lazım” dedi. Gündem olmayı, kendini hatırlatmayı başardı.
Adalet Bakanının ve Cumhurbaşkanının reform açıklamaları sonrasında Bülent Arınç’ın çıkışı değişik yorumlara yol açtı. Bir kısım siyaset yorumcusu “AKP, MHP ile ittifakını sonlandırmak istiyor” dedi. Bir başka grup ise “AKP, ekonomi politikalarında olduğu gibi, hak ve özgürlükler konusunda da çeşitli değişiklikler yaparak reformlara yönelecek” görüşünü savunmaya başladı.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü, Büyükelçi İbrahim Kalın’ın 10-11 Aralık tarihlerinde yapılacak Avrupa Birliği (AB) Zirvesi öncesi 20 Kasım Cuma günü bir dizi temaslarda bulunmak üzere Brüksel’e gitmesi ve Cumhurbaşkanının aynı gün “Türkiye olarak kendimizi başka yerlerde değil Avrupa’da görüyoruz. Geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı tasavvur ediyoruz” sözlerini sarf etmesi, sanki tezleri veya öngörüleri doğrular gibiydi.
Gerek Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın’ın bir televizyon kanalına verdiği söyleşide, gerekse de Cumhurbaşkanının, partisinin üç il kongresine çevrimiçi seslenişinde, Bülent Arınç’ın açıklamalarının kişisel görüşü olduğunun söylenmesi ve cumhurbaşkanının “yeni bir fitne ateşi yakılıyor” sözleri, konunun basite alınamayacağını gösteriyor.
AKP’nin 18 yıllık iktidarı süresince Bülent Arınç’ın buna benzer hiçbir çıkışının gerçeği yansıtmakla bir alakasının olmadığı görülmüştür. Bunlardan en belirgini, Başbakan Vekilli olarak Gezi Heyeti’yle yaptığı görüşme sonrasında basın toplantısında söyledikleridir. Bülent Arınç Gezi direnişini “vatandaşlarımız meşru, haklı ve makul tepkilerini ortaya koymuşlardır. Bu tepkileri saygıyla karşılıyoruz” diyerek tanımlamıştı. Sonrasında her şey bütün dünyanın gözleri önünde oldu. Algı operasyonlarıyla ülke yönetildi ve yönetilmeye devam edilmek isteniyor.
18 yıllık AKP yönetiminde, meselenin esasını, ne olursa olsun, nasıl olursa olsun iktidarda kalma arzusu/hırsı oluşturdu, bu durum her vesileyle ortaya kondu. Bugün de iktidar bloku hızla oy kaybettiği ve ülke yönetilemez bir hal aldığı için AB ve reform sözleri ortaya atıldı.
Hâlbuki, kendisini Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin fikir sahibi olarak tanımlayan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’un “Tek kişilik hükümet”, “siyasi kararları verme konusunda tek yetkili” şeklinde tanımladığı mevcut yönetim sistemi, Türkiye siyasal krizinin ve ekonomik buhranının esasını oluşturuyor.
Türkiye bugün neredeyse Kurtlar Vadisi dizine benzer bir toplumsal atmosferi yaşıyor, o şekilde yönetiliyor. Yasa, anayasa, hukuk her şey tek kişinin ağzından çıkan söz ile sınırlı. Bu değişmeden hiç bir sorun çözülemez, gerçek anlamda hiç reform gerçekleştirilemez.
İktidarın, suç örgütü lideriyle fulü ilişkisi
Organize suç örgütü lideri olmaktan ceza almış Alaattin Çakıcı’nın siyaseti dizayn etme çıkışlarına, İktidarın illegal küçük ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin dava arkadaşım diyerek sahip çıkması, zamansal olarak tesadüf olamaz. Üç yıl önce de bir başka mafya lideri Sedat Peker, Türkiye aydınlarını ölümle tehdit etmişti. Oluk oluk kan akıtmaktan söz ediyordu. İktidarın küçük ortağı, suç örgütü lideriyle arasına mesafe koymak bir yana, dava arkadaşlığını ilan eti. Büyük ortak ise sessiz kalarak meşruiyet kazanmasının zeminine harç taşıdı.
Ana muhalefet partisi liderinin, köşesinde her gün kendisine ve partisine nefret kusan yazarın cenazesine çelenk göndermek mecburiyetinde hissettiği bir toplumsal ortamda reformdan söz edildiğini, hiç akıldan çıkarmamak gerek.
Keza AKP içi kavganın ilk işaret fişeklerinden biri olan, Pelikan Bildirisi diye tarihe geçen, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun istifasında etkili olan Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezi’ne ‘kamu yararına dernek’ statüsü verildi. Bütün bunlar AKP’nin yönelimine dair emareleri ortaya koymuş olsa gerek. Unutmayalım bu kurum Osman Kavala’nın tutuklanması için yoğun kampanya yürütmüştü.
Bugün Avrupa ile gelecek tasavvur etmekten söz eden Cumhurbaşkanı, 17 Ekim 2017’de “Türkiye Avrupa’ya muhtaç değildir. Asıl Türkiye’ye muhtaç durumda olan Avrupa’dır. Bunun için altını çizerek ifade ediyorum, Türkiye şahsiyetinden, değerlerinden ve onurundan asla taviz vermeyecektir” sözleriyle AB ile yolunu ayırabileceğinin sinyalini vermişti.
Bugün Cumhur İttifakı makas değişikliğine ihtiyaç duyuyor gibi. Ancak değiştirecekleri makasla muhaliflere kefen kesecekleri çok aşikâr. Cumhur İttifakının ideolojik, politik ortaklığının derinliğini kavramadan yapılan değişim tahlilleri gerçekçi değildir. AKP’nin siyasal manevraları Türkiye’nin krizini çözemez. Kaldı ki böyle bir amacı veya niyeti de yok.
AKP’nin 18 yıllık pratiği, iktidarda kalma hırsı ve arzusu, iktidarını bugünkü milliyetçi muhafazakâr politik çizgisine sıkı sıkıya bağlı kalarak sürdürmek zorunda olduğunu gösterdi. Değişim adı altında yaptığı her reformu hak ve özgürlüklerin içini boşaltma ve algı yönetimi biçiminde yapması, bugün toplumsal güven sorununun aşılmasının önünde en büyük engeldir. Bu anlamda Türkiye’nin krizi, acil reformlarla ve yapısal değişim programları ile değil, öncelikle yönetim sistemini, anlayışını ve aktörlerini değiştirmekle aşılabilir. Algı yönetiminin sonu göründü.