Barış ve Yürüyüş Hakkı

Barış ve Yürüyüş Hakkı

         “Türkiye insanı, yasaklara alıştırılmak isteniyor. Memleket, OHAL uygulamaları                                      olağanlaştırılarak yönetilmek isteniyor.” 

Bir süre önce dünya genelinde 163 ülkenin barışçıllık seviyesini ölçen Küresel Barış Endeksi araştırma sonuçları yayınlandı. Araştırma 2006 yılından itibaren Ekonomi ve Barış Enstitüsü tarafından yapılıyor. Araştırmada, ‘Toplumsal Güvenlik’, ‘İç ve Dış Çatışmalar’ ve ‘Askerileşme’ olarak üç ana başlık altında değerlendirme yapılmış. Bu yıl 163 ülkede yapılan araştırmanın 14’üncüsünün sonuçlarına göre, 2020 yılında dünya genelinde barış konusunda ciddi sıkıntılar var. Türkiye ise, barış konusunda, 163 ülke içinde 150’nci sırada kendisine yer bulabilmiş.

Euronews sitesinde yayınlanan araştırmanın sonuçlarına göre, dünyada 80 ülkede barış konusu önceki yıllara göre daha kötüye gitmiş. Türkiye, listede Kuzey Kore’nin üstünde Venezuela’nın altında yer alıyor. Türkiye en az barışçıl sıralamasında, 25 ülke içindeki tek Avrupa ülkesi. Listenin en altında sırasıyla Afganistan, Suriye, Güney Sudan ve Yemen yer alıyor.

Araştırma ve inceleme sonuçlarına göre geçtiğimiz yıl 81 ülkede iyileşme görülmüş. En fazla barışçıl ülkeler sıralamasında ilk sırayı İzlanda alıyor. Arkasından Yeni Zelanda, Avusturya, Portekiz ve Danimarka geliyor.

Bu sonuçlar, dünyada kötülüğün her geçen gün biraz daha sıradanlaştığını, ülkemizin bu tabloda ilk sıralarda yer aldığını, yöneticilerimizin ise “kötülükleri” icat etmekte ve uygulamakta marifetli olduklarını anlatıyor.

Dün HDP, Milletvekillerinin ve parti yöneticilerinin katılımıyla, Edirne ve Hakkâri’den Ankara’ya planlanan “Darbelere Karşı Demokrasi Yürüyüşü ”ne ”ne izin verilmedi.

İlk yasak Edirne Valisinden geldi. Koronavirüsü ve kamu güvenliği bahanesiyle Edirne’ye girişlere sınırlama getirildi. Vali, anayasanın güvencesi altında olan siyasi parti çalışmasını engelleme kararı aldı. Milletvekillerinin ve parti yöneticilerinin Edirne’ye girişini ve yürüyüş yapmalarını yasakladı.

Edirne valisinin yasağının peşinden aynı gerekçeyle diğer illerin valilerinin yasakları geldi. Televizyonlarda HDP’siz, “HDP neden şimdi yürüyüş yapıyor ve şimdi yapması ne anlama geliyor” gibi programlar yapıldı, Gazete köşelerinde HDP’nin “yürüyüş hakkını” kötüye kullanmaya çalıştığını iddia eden yazılar okuduk, televizyon ekranlarında yorumlar dinledik.

Merkezi veya yerel idarecilerin en temel siyasal hakları çeşitli bahanelerle yasaklaması, köşe yazarlarının, gazetecilerin ve siyasi yorumcuların bu yasakları savunma çabaları, Türkiye’nin 21. Yüzyılda nasıl zifiri karanlık bir dönemden geçtiğini gösteriyor olsa gerek.

Türkiye insanı, yasaklara alıştırılmak isteniyor. Memleket, OHAL uygulamaları olağanlaştırılarak yönetilmek isteniyor. 

Uluslararası hukukta ve anayasada, önemli ve tartışmasız bir yere sahip olan yürüyüş hakkının engellenmesinin barış hakkıyla doğrudan bağı var. HDP söz konusu olduğunda bu bağı daha güçlü ve sıkı kılan iki neden var.

Birincisi HDP, varoluşu itibariyle Türkiye barışının öncelikli muhataplarından. Son tahlilde HDP bir Kürt partisidir. Kürt seçmenden en fazla destek gören partidir. Aynı zamanda TBMM’de üyesi olan, Türkiye’nin üçüncü büyük partisidir. Temsil ettiği seçmenlerin talepleri ve önerileri bakımından, HDP Kürt sorununun en güçlü muhatabıdır. Türkiye’nin barışının kilit sorunu hiç kuşkusuz Kürt sorunudur.

HDP’nin demokratik siyaset zemininden dışlanmak istenmesi, yasalarda, anayasada ve uluslararası hukukta tarif edilmiş faaliyetlerinin engellenmesi, aynı zamanda doğrudan barış hakkını ortadan kaldıran tutumdur. Toplanma, yürüyüş ve açıklama yapmak siyasi partilerin temel çalışmalarındandır. Bunların engellenmesi, partinin demokratik zeminin dışına itilmesi anlamına gelir. Bunun doğal sonucu her yerde çatışmalara davetiye çıkarmaktır. Barış hakkının ihlalidir.

Barış, 2. Dünya savaşı sonrası insanlığın ulaştı en vazgeçilmez değerdir. Onurlu ve özgür yaşam hakkıdır. İnsanlara barışın değerini öğreten savaşlardır, çatışmalardır.

Son beş yıldır yaşadığımız büyük yıkım, hafızalarımızdan 2013-2015 çözüm sürecinde, toplumsal sorunların çözülme umudunun geliştiğini, ölümlerin engellenmiş olduğunu silemedi. Bu yüzden, yeniden barışın imkânlarına dair çeşitli mecralarda değerlendirmeler yapılıyor, raporlar hazırlanıyor, arayışlar canlanıyor.

Karşı karşıya olduğumuz sorun tepeden tırnağa tüm kesimlerin, sivil toplum örgütlerinin, yurttaşların, kanaat önderlerinin sorumluluğuna ve ilgisine muhtaç. Barış hakkını savunmak, bugünün Türkiye’sinde büyük mücadele gerektiriyor. Milliyetçilik, nefret söylemi, ayrımcılık ve beka korkusu toplumu ciddi biçimde zehirledi. İçerisinde bulunduğumuz labirentten çıkışın, Kürt sorununun çözümünden geçtiğini, uluslararası çatışma çözümü deneyimlerinden biliyoruz. Çözümün/barışın ilk adımı çatışmasızlığın sağlanması, ellerin tetikten çekilmesi ve ölümlerin durmasıdır.

Türkiye’nin siyasi geleceğini Kürt karşıtlığını geliştirmekte, çatışma ve savaşta görenler, toplumu ve “siyasetin merkezini” bloke ediyor. Türkiye’de barışa ulaşmak, geçmiş tecrübelerden dersler çıkararak ve çatışma çözümü konusunda uluslararası deneyimlerden yararlanarak, çatışmanın nedenlerini ortadan kaldıracak yolu bulmaktan geçiyor. Bu konuda yararlanabileceğimiz çok sayıda çatışma çözümü deneyimi var.

Her şeyden önce, uzun bir zamandır “demokratik muhalefet” barış hakkını savunmayı öncelikli bir sorun olarak ele almıyor. Bu yaklaşımın artık terk edilmesi, yapılan yanlışın görülmüş olması gerekir. Barışı, savaş ve çatışma dönemlerinde savunmak risklidir. Ama barış savunuculuğunu anlamlı ve kıymetli kılan da, zor zamanlarda barış açısını terk etmemektir.

Barış savunucuları birer kahraman değillerdir. Ancak barışın toplumsal zeminini inşa etmek, barışı aktüel talep olarak gündemleştirmek, barış savunucularının ve çatışma çözümünü savunan sivil toplum kurumlarının öncelikli sorumluluklarıdır. Birçok ülke barışın inşası uzun yılları aldığı, büyük emek, özveri, risk almayı ve stratejik çalışma gerektirdiği gösterdi. Bunun bilincinde olarak hem zamanla yarışmalıyız hem de aceleci davranmamalıyız.

31 Mart yerel seçimleri sonrasında CHP’de Kürt sorununa yaklaşımda yaşanan gelişmeler, DEVA ve Gelecek Parti’lerindeki belirtiler, barış konusunda yeni bir dönemin eşiğinde olduğumuzu gösteriyor. Hayat bizi barışa çağırıyor.