Süleymani suikastı ve bölgesel çatışma

Süleymani suikastı ve bölgesel çatışma

2020 yılı dünya siyasetinde “yeni” bir dönemin başlangıcı olacak gibi görünüyor. Küreselleşme diye tanımlanan dönemde yaratılan beklentilerin ve iddiaların aksine, dünyada içe kapanma eğilimi, egemen milliyetçilik, nefret söylemi, ayrımcılık ve eşitsizlik güçlendi.

Sınırlar ortadan kalkıyor, ulus devletlerin sonu geldi tezi çöktü. Birçok devlet korumacı siyasete ağırlık vermeye başladı. Askeri harcamalarda çeşitli iç ve dış tehdit bahanesiyle ciddi artış söz konusu. Devletlerin sosyal politika, sağlık, eğitim harcamaları küçülüyor, güvenlik harcamalarıysa kat be kat büyüyor.

  1. Dünya savaşı sonrası gelişme eğilimi gösteren özgürlük, eşitlik ve barış arayışları, yerini yeni çatışmalara, bölgesel savaşlara bıraktı. BM ve NATO gibi uluslararası bir çok kurum tartışmalı ve etkisiz konumda. Bölgesel sorunlar, çıkar çekişmeleri dünya siyasetini yön vermeye başladı.

Bu bölgelerin başında 21. Yüzyılın enerji deposu olarak görülen Ortadoğu ve Doğu Akdeniz havzası geliyor. Bölgenin otoriter ve meşruiyeti sorgulanan yönetimleri ve evrensel temel insan hak ve değerlerden uzak toplumsal zafiyetleri, emperyalist / emperyal emellere sahip olanlara elverişli zemini oluşturuyor, “fırsatlar” sunuyor.

“Yeni” döneme geçişin güç gösterisi olan, bölgesel çatışmalar, pazarlıklar ve anlaşmalar bu bütünün birer parçaları. Her biri “eski normların” yerini almaya aday, yeni çıkar siyasetin birer domino taşı.

Kasım Süleymani suikastı sonrasını hatırlamakta yarar var. Savaş çıkacak iddialarından geçilmiyordu. İran’ın çok sert yanıt vereceği ve bunun üzerine ABD’nin İran’a misliyle karşılık vereceği beklentisi vardı. Bütün bunların üzerinde daha bir hafta geçmeden birer masal olduğu ortaya çıkıverdi.

Buna yol açan bir önceki döneme ait kriter ve yaklaşımlarla sınırlı tahlillerin ve değerlendirmelerin yapılması ve yorumlarda bulunulmasıdır. Zalime karşı mağdurun yanında saf tutma yaklaşımın geçerliğinde ortaya çıkan kırılmanın farkında olunmamasıdır. Zalim ve mazlum kimliklerindeki aşınmanın hesaba katılmamasıdır. Başka bir ifadeyle emperyalist süper güç ABD’nin her şeye muktedir olduğu dönemde ortaya çıkan kırılmaların ve sorunların yok sayılmasıdır.

İran’ın misilleme için seçtiği yerleri, önceden Irak Başbakanı Abdülmehdi’yle paylaşması, bu hedeflerin dolaylı olarak ABD’ye iletilmesi; ABD Başkanı Trump’ın Katar aracılığıyla Tahran’a, “orantılı bir yanıt verilmesi halinde gerilimi düşüreceğiz” mesajını iletmesi her iki tarafın da savaş istemediği, kontrollü gerilim ve çatışma siyasetiyle bölgedeki hâkimiyetlerini “tahkim etme, güçlendirme savaşı” verdiklerini gösterdi.

Bütün bunlar, savaşların artık önceki dönem savaşları gibi olmadığını gözler önüne sermekle kalmadı, aynı zamanda “yeni” dönemin siyaset yürütme ve dünyaya yön verme tarz, yöntem ve anlayışına ilişkin emarelerini de sundu.

Suriye ve Suriye Kürtlerinin geleceklerini belirleme konularında İran ile iki yıldır ortaklaşma çalışması yürüten Türkiye ve Rusya’nın, ABD’nin suikastı sonrasında izledikleri siyaset, üçlünün bir araya gelişinin sınırlarını da gösterdi. Hâlbuki üçlüyü bir araya gelmeye motive eden unsurlardan en önemlisi ABD ile Suriye ve Suriye Kürtlerinin geleceği sorununa farklı yaklaşım ve hesaplarının olmasıydı.

ABD, Ortadoğu’da İran’ı sınırlamak, geriye itmek için İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani’yi hedef seçti. Süleymani, İran’ın Ortadoğu’da mezhepsel ve askeri hegemonyasını yaygınlaştıran ve dış siyasetini belirleyen kişiydi. Mezhep savaşının komutanıydı.

Peki, neden Rusya ve Türkiye, İran’ın yanında ABD’ye diklenemedi. Üçlünün siyasetinin merkezini ABD’nin Suriye’deki planlarını zayıflatmak veya Suriye’den ayrılmaya zorlamak oluşturuyor. Ama her üçünün bu noktada farklı hesap, plan ve beklentileri var. Ortak çıkarlarından daha çok, farklı hesap ve çıkarları ağır basıyor. Tutumları bunlar belirliyor.

Libya’daki gelişmeleri de benzer biçimde değerlendirmek gerek. Türkiye’nin BM destekli Libya Trablus Ulusal Mutabakat Hükümeti ile anlaşma imzalaması sonrasında, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile birlikte T.Erdoğan hafta içinde Libya’da ateşkes çağrısı yaptılar. Trablus hükümeti ateşkes çağrısına olumlu yaklaşırken, Libya’nın doğusunu kontrol eden Rusya’nın desteklediği General Halife Halter önce ateşkes çağrısına uymayacağını duyurdu, ateşkesin başlamasına saatler kala uyacağını açıkladı.

Bu arada Putin ile varılan anlaşma gereği, gerilim yaratan Türkiye’nin Trablus hükümetiyle yaptığı deniz sınırı anlaşmasının uygulanmasının, asker göndermesinin ertelendiği konuşulmaya başlandı.

Özetle küreselleşme yeni sorunlar, çatışma alanları ortaya çıkardı. Kendi doğal sonuçlarına ulaşmasına izin verilmemesinin sonucu olarak bölgesel etnik, inançsal dinamiklerin harekete geçmesi/ geçirilmesiyle ve bölgesel vekâlet savaşları ile dünya ateş topuna dönüştürüldü. Dünyadaki sosyal, siyasal ve toplumsal geriye gidişin sonu yaklaşıyor. 2020 yılı bir anlamda geçiş dönemi olacak. Geçiş dönemi bittiğinde hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağı kesin. Ama nasıl olacağına dair de güçlü emare yok. 21. Yüzyılın insanlık için daha iyi olabileceği gibi daha kötü olma ihtimali de yabana atılabilir bir ihtimal değil. Yeni güç dengeleri, denklemleri ve çatışma alanları oluşuyor. Yeni siyaset tarzı, yönetim anlayışı, yeni dinamikler gelişiyor.

2020 arifesinde birçok ülkede beliren yeni toplumsal hareket ve dinamiklerin yeni dönemi belirleme gücüne erişmesi için, eşitlik, özgürlük, insancıl hukuk ve barış mücadelesini geliştirmek gerekir.

Başka bir dünyayı mümkün kılmak, en son İran’da gençlerin sokaklarda kendi devletlerinin Ukrayna uçağını düşürmesine isyan etmeleri gibi isyan etmekten geçiyor.

Türkiye’nin, Suriye’nin egemenlik alanlarına askeri ve siyasi müdahale siyasetinin ardından sürüklenmek olduğu gibi değil.