Suriye’de Peşrevin Sonu
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ile Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın İstanbul’da cumartesi bir görüşme gerçekleştirdi.
13 Kasım 2019 Çarşamba günü uzun istişareler sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmeye gitmeye karar vermesi sonrasında ikilinin hemen bir araya gelmesi dikkat çekiciydi.
Cumhurbaşkanlığı Dolmabahçe Ofisi’nde 1,5 saat süren görüşme sonrasında yapılan yazılı açıklamaya göre iki konu görüşülmüş. Cumhurbaşkanın ABD ziyaretinin gündemine ilişkin detayları ve Suriye ‘deki son gelişmeler ele alınmış.
Görüşmenin Kuzeydoğu Suriye’ye müdahale mutabakatı öncesinde planlandığı biliniyor. Ama müdahale sonrasında yaşanan bir dizi gelişmeler ABD ziyaretini zorlu geçeceğini ve bu nedenle Kalın, Jeffrey görüşmesinin açıklamadaki kadar basit ve teknik olmadığına işaret ediyor.
Cumhurbaşkanı İletişim Başkanlığı aynı gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Rusya Devlet Başkanı Vlademir Putin ile telefon görüşmesi yaptığını ve 22 Ekim 2019 Soçi Mutabakatına bağlılıkları bir kez daha teyit edildiği duyurdu.
Hatırlamakta yarar var, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Macaristan dönüşünde uçakta gazetecilere Suriye’de , ne ABD ne de Rusya ile mutabakatın gereğinin yapılmadığını ve YPG silahlı güçlerinin verilen sözlere uygun geri çekilmediği açıklamıştı.
Halbuki Kuzeydoğu Suriye’ye müdahale konusunda Rusya ve ABD ile varılan mutabakat sonrasında Ankara’da büyük bir başarı rüzgârı estirildi. Hızla ve kararlılıkla sonuç elde edildiği düşüncesi yayıldı.
Ankara’nın, mutabakat metinlerindeki muğlaklıkları ve tarafların çeşitli çekincelerinin, ciddi görüş farklılıklarının tam giderilmemiş olmamasının doğuracağı sonuçları pek ciddiye almadığı veya en azısında “başarısına” gölge düşürmesini istemediği anlaşılıyordu. Nitekim mutabakatın sahadaki yansımaları Türkiye’nin anlatısına pek uygun değildi.
Gerek Rusya yetkililerin çeşitli açıklamaları ama daha çok ABD Başkanı Donald Trump’ın Kürtler konusunda günlerce suren sosyal medya aracılığı ile yaptığı açıklamalar Türkiye ile diğer taraflar arasındaki görüş farklılığını gözler önüne seriyordu.
Bu anlaşmazlık yeni ortaya çıkmış bir değil. Türkiye, Suriye savaşının ilk gününden itibaren Kürtlerin Suriye’de kendi kimlikleriyle ve anlayışlarıyla var olma arayışlarına ve IŞID ile mücadelelerini kendine karşı bir tehdit olarak algıladı.
2013-2015 çözüm sürecinde PYD ile kurulan doğrudan ve dolaylı ilişkide, Kürt siyasal hareketinin cihatçı muhalif silahlı gruplarla birlikte hareket etmesi ısrarı ve baskıları sonuç vermeyince Suriye sınırında Kürt siyasal varlığını güvenlik sorunu olarak tanımladı.
Türkiye yalnız
Bu yaklaşım çözüm sürecini bitirdi ve uluslararası hukuk çiğnenerek başka bir devletin egemenlik alanı olan Afrin, Mümbiç gibi yerlere askeri ve siyasi operasyonlar yapıldı ve Kuzeydoğu Suriye ‘deki yerel Kürt oluşumlarına müdahale edildi.
ABD ve Rusya bu operasyonlara hem Türkiye’yi hem de Kürtleri kendi etkileri altına almak için yol alırken diğer taraftan savaş sonları “yeni Suriye’nin” taşlarını döşediler. Genel hatlarıyla ortaklaştıkları planı uyguladılar.
Bu planda, özerk bölge, kanton gibi oluşumlar yer almadığı gibi Türkiye’nin Kürtlerin savaş öncesi gibi Şam’a bağlı yaşadıkları gibi yaşamalarını isteyen bir yaklaşımın sınırlarını aşan bir ortaklık söz konusu olduğu anlaşılıyor.
Cenevre başlayan Anayasa Yazım Komisyonu çalışmaları ve Şam, PYD görüşmeleri ilerledikçe plana ilişkin daha fazla bilgi sahibi olacağız.
Türkiye’nin bu süreçte, ABD , Rus planında kendine yer bulmak için daha fazla Kürt siyasal güçlerine vuracak ve taraflara taviz vereceği anlaşılıyor.
Kendi Kürtlerimizle ve komşularımızla anlaşmayı/barışmayı becerememenin veya istenmemesinin ağır faturası ödenecek. Kürtler kazanmasın da kim kazanırsa kazansın siyaseti hem Rusya’ya , ABD’ye kazandıran bir sonuç doğurmuş olacak.
Türkiye hala meselenin güvenlik meselesi sanmaya devam edecek.
Not: Bu yazı 11 Kasım 2019 tarihinde Bir Gün Gazetesi’nde yayınlanmıştır