Tutarlı Olmak
İnsanda olması gereken en önemli meziyettin biri de hiç kuşkusuz tutarlık. Yaşamını, canlılarla ve doğayla ilişkisini sahip olduğu değerler sistemine bağlı kurmak, olaylara, gelişmelere bu değerler sisteminin, kriterleriyle değerlendirmek, analiz etmek, yaşamını bu doğrultuda biçimlendirmektir.
Değerler sisteminin, toplumsal eşitlik, özgürlük, adalet, barış ekseninde evrensel ve yerel hukuk kuralları çerçevesinde olmasının adıdır tutarlı demokratlık.
Bu nedenle tutarlı demokratlık, zalimin etnik kimliğine, siyasal görüşüne, inancına, cinsel tercihine veya yönelimine bakmadan, mağdurların hakkını savunmayı, her türlü zulme itiraz etmeyi gerektir.
Savaş, işkence, soykırım gibi suçlara, her yerde ve yer koşulda karşı durmak ise insan kalabilmeyi gerektirir.
Türkiye’nin olağanüstü bir dönemden geçtiğine hiç kimsenin itirazı olamaz. Olağanüstü dönemlerde hayat demokratları çok sınavına tabi tutar.
Temel insan haklar konusunda ne ölçüde “herkes için adalet, herkes için hukuk ve herkes için barış” prensine bağlı hareket edildiği bir tutarlılık göstergesidir.
15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası uzun bir süredir yaşadığımız olağanüstü dönemde her gün onlarca gelişme nedeniyle toplumun bütün kesimleri sınavdan geçti, geçiyor.
Başarılı bir süreç yaşandığını iddia edemeyiz. Aksi halde, ülke mağdurlar ülkesi olmaz; İktidar büyük bir korku toplumu yaratmayı başaramazdı.
Ahmet Altan’ın ve Nazlı Ilıcak’ın tahliye edilmesi sonrasında yaşanan tartışmalar durumu çok açık gösteriyor.
Tahliyelere tepkiye, bir döneme damgasını vuran Ergenekon, Balyoz gibi davalarındaki Ahmet Altan’ın yönettiği Taraf Gazetesi’nin işlevi ile Nazlı Ilıcak’ın bütün bu operasyonların sözcüsü gibi davranması gerekçe gösteriliyor veya edildi.
Hiç kuşkusuz bunlar Türkiye’nin geleceğinin şekillendirilmesine hizmet eden yol, yöntem ve içerikte birer tartışma olduğunda anlamlı ve önemlidir. Türkiye’nin çok yönlü, büyük ve köklü muhasebeye ihtiyacı var. Ne yazık ki, böyle yürütülmüyor.
Temel insan hakları ve özgürlükler konusuna öfkeyle, husumetle, duygusallıkla yaklaşmak her zaman zalimlerin, zulmedenlerin işlerini kolaylaştırır.
Olağanüstü dönemin yargı kararlarının ve diğer idari önlemlerin meşrulaşmasını kolaylaşmasına hizmet eder.
Büyün dünyada olağanüstü dönemlere ait bütün yargı ve idari kararlar sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılabildikçe ülke olağan bir döneme girer.
15 Temmuz darbe girişimiyle hesaplaşmayı siyasal bir fırsatta dönüştüren iktidarın, yargısal kararları üzerinden sürdürülen tartışma ülkeyi ilerletmez.
Bu tartışmada, özgürlüğün kırıntısını dahi, kimliğinde bağımsız bir yurttaşın özgürlüğünün sınırlandırılması istenmesinin gerekçesi, kasıtlı olduğu tartışmalı geçmiş hata ve yanlışların yapılması normal değildir.
Geçte olsa 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat yargı kararlarını bugün kimse savunmaz olsa geldiğiyse, bu dönemin siyasi yargı kararları içinde bu süreç işleyecektir. Ama toplum ve ülke olarak “medeni dünyadan” çok ama çok geride kalacağımız kesin.
Ama esas olarak da örneğin Ahmet Altan’ın 1198 sonra tahliyesine üzülen veya tepki gösteren biri hak savunuculuğundan ve demokratlıktan uzaktır.
Bu gibiler gazetecilerin, akademisyenlerin, Gültan Kışanak, Selahattin Demirtaş gibi siyasetçilerin ve Osman Kavala gibi sivil toplum temsilcilerini haklarını savunmanın anlamını zayıflatıyor, içini boşaltıyor.
Not: 8 Kasım 2019 tarihli Bir Yol Gazetesi’nde yayınlandı.