Öcalan’ın Mektubu, Risk ve Cesaret

Öcalan’ın Mektubu, Risk ve Cesaret

Abdullah Öcalan’ın avukatlarının 6 Mayıs’ta açıkladıkları mektubu, geçmişteki benzer açıklamalarla kıyasladığında ilk bakışta sınırlı bir ilgili, alaka yarattığını söyleyebiliriz. Bu ne kadar gerçeği yansıtıyor ne kadarı bir planın parçası zamanla daha net anlaşılacak.

Böyle görünmesinin birçok nedeni var. Birinin, hükümetin böyle sessiz ve derinden gitmesini eskisi gibi olur olmaz iddiaların, bilgilerin havada uçuştuğu gerçeklikle ilgisi olmayan beklentiler yaratılmasına benzer bir süreç istemediği anlaşılıyor.

Bunun ötesinde de nedenleri var görünüyor. Hükümetin barış arayışlarını araçsallaştırmasının yarattığı çekingenliğin, tedirginliğin belirleyici olduğunu söylemek mümkün.

İstanbul seçimlerinin YSK darbesiyle yenilenmesi kararının basıncıyla gereksiz ve yersiz anlamlar yükleyenler, “barış mı, İstanbul’dan AK Parti’yi göndermek mi” gibi saçma sapan ve alakasız ikilemle ele alındığına tanıklık ediyoruz. Bu ikilem yersiz olduğu kadar kabusla uyananların fazlasıyla sığ yaklaşımlarıdır.

Geçmişteki barış arayışı süreçlerinde hükümetim “ben bilirim ben ne dersem o olur” zihniyetiyle hareket ederek katılımcılıktan uzak, demokratik olmayan politikaları, bu kez doğal olarak temkinli yaklaşımların ağırlık kazanmasına yol açtı.  Bunu, “yolcusunun hangi limana gideceğini bilmediği gemiye binmek istememesine  benzer bir şey olarak da değerlendirebiliriz.

 

Siyasal İslamcı çizgisi nedeniyle AK Parti ile herhangi bir teması, diyaloğu içine sindiremeyen, kabul etmeyen, doğru bulmayan muhalif büyük bir kitlenin varlığı biliniyor. Bunlara göre, demokratikleşme, demokrasi konusunda tutarlı bir çizgiye sahip olmayan siyasal aktörler Kürt meselesi gibi sorunların çözümünün aktörü olamazlar. Aslında bu görüşü  Kolombiya, Irak gibi birçok örnek doğrulamıyor.

Bu görüşte olanların, 7 Haziran 2015 seçimlerinde sonra CHP’nin AK Parti ile koalisyon arayışlarına destek vermeleri kendi çelişkileri oldu.  CHP yönetiminin, çözüm sürecinde TBMM’de oluşturulan komisyonda MHP ile birlik yer almamasına ve birçok konuda Türk milliyetçisi MHP’ye yakın duruş sergilemesini sorun etmediler.

Buna ilaveten 2013-2015 çözüm sürecinin başından itibaren varlığı hissedilen bugün epey bir beyaz Türk ve Kürt, Öcalan ile yürütülecek bir diyaloğa karşılar. Bunu açık yapmıyorlar ama   çözüm sürecinde tıkaç işlevi görmelerine benzer bir tutumu sürdürüyorlar. Öcalan’ın muhafazakâr, İslamcı AK Parti ile barış konusunda anlaşma ihtimali bile yüreklerini ağızlarına getirmeye yetiyor.

Çözüm sürecinde ve bitirilmesi sonrasında yaşananlarda en küçük bir ders çıkaranlar bu tutumlarını gözden geçirmek zorundalar.  Ülkenin yaşadığı çok yönlü büyük yıkımın, siyasal ve ekonomik krizin siyasal ve sosyal zemini çözüm sürecinin bitirilmesinden güç kazanmıştır.

Kim hangi niyet ve amaçla çözüm sürecinin bitirilmesine çalıştığıysa veya bitirilme girişimlerini görmemezlikten geldiğiyse ve hatta desteklediğiyse nesnel olarak bu yıkımda ve krizde pay sahibidir.

 

Türkiye’nin Abdullah Öcalan’ın siyasal rolünü dışlama lüksünün ve imkanının olmadığı 2015 sonrasında   bir kez daha ortaya çıktı. Türkiye yıllarca Abdullah Öcalan’ın yerine    silahlara veda edilmesini sağlayacak ve barışın inşasındaki etkili rol oynayacak birilerini ikame etmekle uğraştı. Başaramadı. Yapılması gereken bunun alenen kabulü ve Öcalan’ın rolünü sağlıklı ve verimli yerine getirilmesi gerekirken, etkisinin zayıflatılmak istenmesi çözüm konusundaki tutarsızlığı gösterir.

 

Son bir ay içinde olanlara göre,  Kürt siyasal hareketinin yeni bir barış yolculuğuna hazırlanmasının kılavuzluğunu yine Öcalan’ın yapacağı anlaşılıyor. Başka bir şeyin olması çok mümkün gözükmüyordu.  Buna, anlamsız veya dolaylı itirazlara son verilmediği sürece,  sürecin  uluslararası gelişmelerin etkisiyle, AK eliyle yürütülmesini ve  demokratik kazanımlarla geliştirilmesinin sınırları çok az olduğu görülmelidir.    6 Mayıs açıklaması sonrası birçok kişinin kulaktan kulağa fısıldadığı “AK Parti sıkıştı, Öcalan’a yeniden müracaat ettiği” yaklaşımı korkuların esiri olarak davranmanın ötesinde çatışma çözümü perspektifinin içselleştirilemediğinin göstergesi. En kötü barış en iyi savaştan daha insancıldır yaklaşımına sahip olması gerekenlerin   kendilerini böylesine bir alana sıkıştırmış olmaları ülkemiz acısından ciddi can sıkıcı bir durumdur.

 

Öcalan’ sız barış

Bugünkü koşullarda Öcalan’ sız bir barış mümkün mü? sorusuna yanıt verilmelidir. Öcalan’ın aldığı risk fark edilmelidir. Sadece itiraz etmekle sınırlı yaklaşım sergilemek ya da hiçbir şey söylememek çözümsüzlükten başka bir sonu olmayan yaklaşımdır.

Bütün dünya deneyimleri bir tarafa bıraksak bile bizim yerli, milli girişimlerimiz silahlı ve silahsız güçlere hükmedenin dışında tutarak bir barış süreci olamayacağını ve çıkış yolu aramanın anlamsızlığını ve imkansızlığını göstermiş olsa gerek.

 

Bu durumu kabullenemeyenler 6 Mayıs açıklamasının değersizleştirmek veya araçsallaştırmak istiyorlar, bunun için çabalıyorlar.  Bırakalım ülke içinde yaşananları, bölgede yaşan gerilim, çatışma, çelişkiler bile açıklamayla ortaya konulan siyasal iradeyi ve üstlenilen riskleri fazlasıyla anlamlı kılıyor.

 

Günümüz Türkiye’sinde açıklamada yer alan “Bizlerin İmralı’daki duruşu, 2013 Newroz Bildirgesinde belirttiğimiz ifade tarzının daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığındadır”. Ve “Bizim için onurlu bir barış ve demokratik siyaset çözümü esastır.” Cümlelerinin çağrıcı siyasal gücünün farkında olmadan edilen her laf en az iktidarın Öcalan’ı ve barış arayışını araçsallaştırması kadar tehlikelidir.

İktidar, Öcalan’ı “çarpık anlam ve işlev” yükleyerek etkisizleştirmenin derdinde ve sürekli yalpalıyor, yanlış yapıyor. Muhalefetin ana gövdesi ise Öcalan’ın değersizleştirerek çözümsüzlüğü derinleştiriyor.  Bu durum sürdürülebilir değildir. Bütün siyasal, sosyal kesimler pozisyonların değiştirmek durumundalar. Kendine güvenen bunu dener ve başarır.

 

İktidarın, küçük hesaplar yapması, muhalefetin bunu görerek sürecin geliştirilmesi ve derinleştirilmesi düşüncesinde uzak durarak ancak ülkeye kötülük yaparlar. Hatta her ikisi de Türk milliyetçiliğinin sırtını sıvazlayarak kötülüğün en beterini yapıyorlar. Ayrımcılığı ve düşmanlığı gizliden gizliye veya bazen çok açık körüklüyorlar.  Beka sorunu etrafında geliştirilen, sürüme konulan bütün politikaların çöktüğü, söylem ve dilin toplumu aşırı derece kutuplaştırdığını anlamalıdır.

AK Parti lideri başarısızlığının faturasını kendi dışındaki aktör ve koşullara kesmiş gözüküyor. Bu büyük aymazlıktır. Yine sürecin başında gömleğin düğümlerini yanlış iliklemektir. Algı yönetimiyle Kürtlerin seçimlerde tutumlarını değiştirmeye ve ayrıştırmaya yönelik çabaların beyhude olduğu biliniyor.  Geçmişten çıkarılması gerek en önemli ders, Kürt sorunu gibi kallavi sorunların çözümünde keyfiyet, kuralsızlık, muhatabını ciddiye almamak ve güç zehirlenmesi ilerlemeyi imkansızlaştırdığıdır.

Başarısızlıkla sonuçlanan kıymeti yeterince bilinmeyen çözüm sürecinden ne derece ders çıkarıldığını tıkanan barış yolunu açma arayışlar göreceğiz. Temkinli olmak cesaretsizliği getirecek bir yola çıkmamalı. Risk almayı cesaret edemeyenler,   barışa katkı sunamazlar.

 

Öcalan’ın Mektubu, Risk ve Cesaret

Abdullah Öcalan’ın avukatlarının 6 Mayıs’ta açıkladıkları mektubu, geçmişteki benzer açıklamalarla kıyasladığında ilk bakışta sınırlı bir ilgili, alaka yarattığını söyleyebiliriz. Bu ne kadar gerçeği yansıtıyor ne kadarı bir planın parçası zamanla daha net anlaşılacak.

Böyle görünmesinin birçok nedeni var. Birinin, hükümetin böyle sessiz ve derinden gitmesini eskisi gibi olur olmaz iddiaların, bilgilerin havada uçuştuğu gerçeklikle ilgisi olmayan beklentiler yaratılmasına benzer bir süreç istemediği anlaşılıyor.

Bunun ötesinde de nedenleri var görünüyor. Hükümetin barış arayışlarını araçsallaştırmasının yarattığı çekingenliğin, tedirginliğin belirleyici olduğunu söylemek mümkün.

İstanbul seçimlerinin YSK darbesiyle yenilenmesi kararının basıncıyla gereksiz ve yersiz anlamlar yükleyenler, “barış mı, İstanbul’dan AK Parti’yi göndermek mi” gibi saçma sapan ve alakasız ikilemle ele alındığına tanıklık ediyoruz. Bu ikilem yersiz olduğu kadar kabusla uyananların fazlasıyla sığ yaklaşımlarıdır.

Geçmişteki barış arayışı süreçlerinde hükümetim “ben bilirim ben ne dersem o olur” zihniyetiyle hareket ederek katılımcılıktan uzak, demokratik olmayan politikaları, bu kez doğal olarak temkinli yaklaşımların ağırlık kazanmasına yol açtı.  Bunu, “yolcusunun hangi limana gideceğini bilmediği gemiye binmek istememesine  benzer bir şey olarak da değerlendirebiliriz.

 

Siyasal İslamcı çizgisi nedeniyle AK Parti ile herhangi bir teması, diyaloğu içine sindiremeyen, kabul etmeyen, doğru bulmayan muhalif büyük bir kitlenin varlığı biliniyor. Bunlara göre, demokratikleşme, demokrasi konusunda tutarlı bir çizgiye sahip olmayan siyasal aktörler Kürt meselesi gibi sorunların çözümünün aktörü olamazlar. Aslında bu görüşü  Kolombiya, Irak gibi birçok örnek doğrulamıyor.

Bu görüşte olanların, 7 Haziran 2015 seçimlerinde sonra CHP’nin AK Parti ile koalisyon arayışlarına destek vermeleri kendi çelişkileri oldu.  CHP yönetiminin, çözüm sürecinde TBMM’de oluşturulan komisyonda MHP ile birlik yer almamasına ve birçok konuda Türk milliyetçisi MHP’ye yakın duruş sergilemesini sorun etmediler.

Buna ilaveten 2013-2015 çözüm sürecinin başından itibaren varlığı hissedilen bugün epey bir beyaz Türk ve Kürt, Öcalan ile yürütülecek bir diyaloğa karşılar. Bunu açık yapmıyorlar ama   çözüm sürecinde tıkaç işlevi görmelerine benzer bir tutumu sürdürüyorlar. Öcalan’ın muhafazakâr, İslamcı AK Parti ile barış konusunda anlaşma ihtimali bile yüreklerini ağızlarına getirmeye yetiyor.

Çözüm sürecinde ve bitirilmesi sonrasında yaşananlarda en küçük bir ders çıkaranlar bu tutumlarını gözden geçirmek zorundalar.  Ülkenin yaşadığı çok yönlü büyük yıkımın, siyasal ve ekonomik krizin siyasal ve sosyal zemini çözüm sürecinin bitirilmesinden güç kazanmıştır.

Kim hangi niyet ve amaçla çözüm sürecinin bitirilmesine çalıştığıysa veya bitirilme girişimlerini görmemezlikten geldiğiyse ve hatta desteklediğiyse nesnel olarak bu yıkımda ve krizde pay sahibidir.

 

Türkiye’nin Abdullah Öcalan’ın siyasal rolünü dışlama lüksünün ve imkanının olmadığı 2015 sonrasında   bir kez daha ortaya çıktı. Türkiye yıllarca Abdullah Öcalan’ın yerine    silahlara veda edilmesini sağlayacak ve barışın inşasındaki etkili rol oynayacak birilerini ikame etmekle uğraştı. Başaramadı. Yapılması gereken bunun alenen kabulü ve Öcalan’ın rolünü sağlıklı ve verimli yerine getirilmesi gerekirken, etkisinin zayıflatılmak istenmesi çözüm konusundaki tutarsızlığı gösterir.

 

Son bir ay içinde olanlara göre,  Kürt siyasal hareketinin yeni bir barış yolculuğuna hazırlanmasının kılavuzluğunu yine Öcalan’ın yapacağı anlaşılıyor. Başka bir şeyin olması çok mümkün gözükmüyordu.  Buna, anlamsız veya dolaylı itirazlara son verilmediği sürece,  sürecin  uluslararası gelişmelerin etkisiyle, AK eliyle yürütülmesini ve  demokratik kazanımlarla geliştirilmesinin sınırları çok az olduğu görülmelidir.    6 Mayıs açıklaması sonrası birçok kişinin kulaktan kulağa fısıldadığı “AK Parti sıkıştı, Öcalan’a yeniden müracaat ettiği” yaklaşımı korkuların esiri olarak davranmanın ötesinde çatışma çözümü perspektifinin içselleştirilemediğinin göstergesi. En kötü barış en iyi savaştan daha insancıldır yaklaşımına sahip olması gerekenlerin   kendilerini böylesine bir alana sıkıştırmış olmaları ülkemiz acısından ciddi can sıkıcı bir durumdur.

 

Öcalan’ sız barış

Bugünkü koşullarda Öcalan’ sız bir barış mümkün mü? sorusuna yanıt verilmelidir. Öcalan’ın aldığı risk fark edilmelidir. Sadece itiraz etmekle sınırlı yaklaşım sergilemek ya da hiçbir şey söylememek çözümsüzlükten başka bir sonu olmayan yaklaşımdır.

Bütün dünya deneyimleri bir tarafa bıraksak bile bizim yerli, milli girişimlerimiz silahlı ve silahsız güçlere hükmedenin dışında tutarak bir barış süreci olamayacağını ve çıkış yolu aramanın anlamsızlığını ve imkansızlığını göstermiş olsa gerek.

 

Bu durumu kabullenemeyenler 6 Mayıs açıklamasının değersizleştirmek veya araçsallaştırmak istiyorlar, bunun için çabalıyorlar.  Bırakalım ülke içinde yaşananları, bölgede yaşan gerilim, çatışma, çelişkiler bile açıklamayla ortaya konulan siyasal iradeyi ve üstlenilen riskleri fazlasıyla anlamlı kılıyor.

 

Günümüz Türkiye’sinde açıklamada yer alan “Bizlerin İmralı’daki duruşu, 2013 Newroz Bildirgesinde belirttiğimiz ifade tarzının daha da derinleştirerek ve netleştirerek sürdürme kararlılığındadır”. Ve “Bizim için onurlu bir barış ve demokratik siyaset çözümü esastır.” Cümlelerinin çağrıcı siyasal gücünün farkında olmadan edilen her laf en az iktidarın Öcalan’ı ve barış arayışını araçsallaştırması kadar tehlikelidir.

 

İktidar, Öcalan’ı “çarpık anlam ve işlev” yükleyerek etkisizleştirmenin derdinde ve sürekli yalpalıyor, yanlış yapıyor. Muhalefetin ana gövdesi ise Öcalan’ın değersizleştirerek çözümsüzlüğü derinleştiriyor.  Bu durum sürdürülebilir değildir. Bütün siyasal, sosyal kesimler pozisyonların değiştirmek durumundalar. Kendine güvenen bunu dener ve başarır.

 

İktidarın, küçük hesaplar yapması, muhalefetin bunu görerek sürecin geliştirilmesi ve derinleştirilmesi düşüncesinde uzak durarak ancak ülkeye kötülük yaparlar. Hatta her ikisi de Türk milliyetçiliğinin sırtını sıvazlayarak kötülüğün en beterini yapıyorlar. Ayrımcılığı ve düşmanlığı gizliden gizliye veya bazen çok açık körüklüyorlar.  Beka sorunu etrafında geliştirilen, sürüme konulan bütün politikaların çöktüğü, söylem ve dilin toplumu aşırı derece kutuplaştırdığını anlamalıdır.

AK Parti lideri başarısızlığının faturasını kendi dışındaki aktör ve koşullara kesmiş gözüküyor. Bu büyük aymazlıktır. Yine sürecin başında gömleğin düğümlerini yanlış iliklemektir. Algı yönetimiyle Kürtlerin seçimlerde tutumlarını değiştirmeye ve ayrıştırmaya yönelik çabaların beyhude olduğu biliniyor.  Geçmişten çıkarılması gerek en önemli ders, Kürt sorunu gibi kallavi sorunların çözümünde keyfiyet, kuralsızlık, muhatabını ciddiye almamak ve güç zehirlenmesi ilerlemeyi imkansızlaştırdığıdır.

Başarısızlıkla sonuçlanan kıymeti yeterince bilinmeyen çözüm sürecinden ne derece ders çıkarıldığını tıkanan barış yolunu açma arayışlar göreceğiz. Temkinli olmak cesaretsizliği getirecek bir yola çıkmamalı. Risk almayı cesaret edemeyenler,   barışa katkı sunamazlar.