Çöküşten Çıkış
31 Mart yerel seçimleri bundan önceki bütün seçimlerden farlı bazı özellikler gösteriyor. Bunların en belirgini, Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ne geçiş sonrası yapılan ilk yerel seçimler olması. Bir anlamda eski parlamenter sistemin tabutuna son çivi çakılıyor.
Bu süreçte partiler sistemi de merkeze doğru daraltılıyor. 12 Eylül askeri darbe sonrası “siyasi istikrar sağlama” gerekçesiyle, adil ve demokratik seçim prensiplerini dikkate almadan, dünyada eşi benzeri görülmeyen yüzde on seçim barajıyla yaratılmak istenen ama başarılamayan iki parti rejim, bir tür şimdi oluşturulmaya çalışılıyor.
35 yıl boyunca istisnasız bütün muhalefet partilerinin genel başkanları yüzde on seçim barajından dert yandılar. Barajı düşürmekten, kaldırmaktan söz ettiler. Ama başbakanlık koltuğuna oturanların hiç biri bunun gereğini yapmadı. Seçimlerin adil ve demokratik olmasını amaçlayan en küçük bir düzenleme yapmadılar. İktidar olmanın nimetlerinden nemalanmayı yeğlediler.
Bütün yetkilerin tek elde toplandığı, güçler ayrılığını ve denge denetleme ilişkisini ortadan kaldıran Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’nde seçimlerin, bir anlamda iki partiyle (ittifakla) yapılması mecburiyeti yaratan bir düzenleme yapıldı. Böylece iki partili sisteme geçişin yapı taşları döşendi. Başka bir ifadeyle toplum bir tür merkezdeki siyasi partilere doğru sıkıştırılmaya çalışıyor; hem de 12 Eylül darbecileriyle aynı gerekçeyle.
Barajının yapamadığını yapmak
AK Parti lideri Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı şapkasını kullanarak devlet temsilcisi sıfatıyla kendilerine desteklemeyen, oy vermeyen herkesi hain ve vatan, millet düşmanı ilan eden söylem ve politikalarıyla toplumu kendileriyle aynı cephede yer almaya zorluyor. Çarpık iki partili sistem yaratmaya giden yolun taşlarını döşüyor. Devlet gücüyle, nefret söylemiyle ve yaydığı korkuyla seçmeni ve toplumu hizaya girmeye zorluyor.
MHP ise bütün bu süreci kendi varoluşu olan Türk milliyetçiliğinin siyasal, kültürel ve sosyal olarak “yeniden ihya” edilmesinin sarhoşluğu ile pespaye, saldırgan ve lümpen söylemle uygulamaya konulan Türk milliyetçiliğiyle malul devlet aklına bekçilik ediyor.
Bu strateji, 12 Eylül ile yaratılmak istenen siyasal sistemden farklılıkları var. Siyasal istikrar sağlamanın çok ötesinde siyasal ve sosyal hedefi ve sonuçları olan bir strateji hayata geçirilmek isteniyor.
AK Parti ve MHP liderleri, beka sorunu iddiasıyla toplumun her kesimini, sınıfını, siyasetin her rengini ve çeşidini, STK’ları, partileri, Kürtleri , Alevileri, siyasal İslamcıları, sosyalistleri, solcuları, sosyal demokratları, statükocuları Türk milliyetçiliğiyle bezeli merkez siyasetin iki kanadına doğru sürme operasyonu yapıyorlar.
İki partili hayat
Bu nedenle kutuplaştırıcı, parçalayıcı, farklı olanı düşmanlaştıran, ötekileştiren politika, söylem ve taktikler esas olarak toplumu yeniden dizayn etme stratejinin bir parçası olarak değerlendirmek gerekiyor. Konuyu salt sandık başarısına indirgeyen yaklaşım tehlikenin büyüklüğünü gölgelemektedir. Ne yazık ki, demokratik muhalefet de konuya bu dar çerçevede yaklaşıyor.
AK Parti ve MHP liderleri stratejik hedeflerinin gerçekleşmesinin zorluklarının fazlasıyla farkında oldukları için yerel seçimleri neredeyse yeni bir “kurtuluş savaşı” olarak tanımlamanın eşiğindeler.
Zorluk muhalefetin politikaları, çapı, etkisi ve yapısıyla sınırlı bir konu değil. Sosyal, kültürel ve siyasal zemini yok. Muhalefeti HDP, PKK ile terbiye etmeye, köşeye sıkıştırmaya çalışma konusunda yol almak pekâlâ mümkün olabilir. Ama Kürt realitesini ters yüz etmeye yetmesine bölgesel, siyasal, sosyal ve demokratik kültürel gerçekliği izin vermez. Türkiye’nin Bu konuda geri dönülmez bir noktaya ulaşıldığının ayrımında olmayan hiçbir stratejinin başarıya ulaşması, hiçbir taktiğin toplumsal zemin bulması ve hiçbir politikanın sürdürülebilir olma imkanı yoktur.
HDP’nin 31 Mart yerel seçimlerinde izlediği siyaset bunun imkansızlığı ve kalıcı olamayacağını 1 Nisan sabahı göstermesi kuvvetle muhtemel. Şu anda dahi HDP’nin 4- 5 milyon varan Kürt seçmeninin özgün varlığını ve duruşu değiştirmeyi hiçbir güç, hiç bir yöntemle başaramıyor. Bu durumu öngörmeyen seçim strateji ve taktiklerinin toplumsal sonuçlarının bedellerinin ağırlığının, ciddi tehdit barındırdığına dair bir dizi emarelerin mevcudiyeti ne yazık ki görülemiyor.
Ya muhalefet
Keza izlenen politikalara AK Parti çevresinde yer alan yazarların önemli bir kesiminden ve STK’ların bazılarından yükselen itirazlar, genç siyasal İslamcıların sorgulayıcı yaklaşımları hatta siyasal İslam’ın geçmiş politik odağı olan ve hala önemli yere sahip Sadet Partisi liderinin söylemleri bugün muhalefet partilerinin gizli, açık ilkeli, ilkesiz ittifaklarının aslında siyasetsizliğin kalıcı olmadığını ve arızi bir durum olduğunu gösteriyor. Bu hengamede ve bir ölçüde iktidara endekslenmiş muhalefetin Türkiye’nin krizinin çözümüne dair bir kapı aralamasını sağlayacak seçim sonucu elde etmesini beklemek gerçekçi değil.
Türkiye bu güne kadar “çöküşte beliren/doğan imkanlarla” siyasal ve ekonomik krizlerinden çıkış yolunu takip etti. 28 Şubat post modern darbe süreci ve siyasal krizinin küllerinden DSP, ANAP, MHP koalisyonuyla ve 2001 ekonomik krizinden AK Parti iktidarıyla olduğu gibi. Bugün aynı dikişin tutabileceğini söylemek çok zor. Dünyadaki, bölgedeki gelişmeler ile ülkenin yaşadığı kültürel, sosyal dönüşüm 16 yıldır yaşanan siyasal gelişmeler bunun zorluğunun işareti olarak görülebilir.
Bugünü kavrayan, mağduriyetleri gideren, siyasal ve ekonomik krizleri sürdürülebilir politikalarla ve yeni mağduriyetler yaratmadan aşmaya, adalet ve hukuk temelinde sorunları çözme becerisine ve kudretine sahip siyasal odak Türkiye’nin geleceğinin inşasında yapı taşı olacaktır.
Eski aktörlerle ve eski senaryoyla yeni oyun sahnelenemeyeceği gibi eski zihniyet, politika ve şahsiyetlerin öncülüğünde bu ekonomik ve siyasi krizin aşılamayacağı görülmek durumunda. Yani 1 Nisan sabahı sandıktan rüya görmeyi bırakın çığlığı çıkacak gibi görünüyor hazır olunmalı.
Sosyalistler
Siyaseten tamamen etkisizleşmiş sosyalistler, büyük ölçüde yönlerini kaybetmiş ve siyasal savrulmayı kabullenmiş durumdalar. Ancak bu durumu uzun bir süre sürdürebilmeleri imkânsız. Bu konudaki ısrarların beyhude bir çaba olacağa benziyor.
Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ne geçiş sürecinde yerinden oynayan taşların yerine oturması sürecinde siyasi hayatta kendine yeni yer ve pozisyon edinebilenler ayakta kalacak ve yeniden var olacaklar. Sosyalistler de kendi ayakları üzerine kendi öz güçleriyle dikilmek için 31 Mart yerel seçim ’ politikalarını, pozisyonlarını değiştirecek açılım, hamleler yapmak mecburiyetindeler. Şimdiden buna yatırım yapanlar, Türkiye’nin geleceğinde elzem olan yeni, özgürlükçü demokratik bir solun inşasında güç ve rol sahibi olabilirler.