Gizli tanık yargısı
ABD vatandaşı din adamı rahip Andrew Craig Brunos’un davası bir çok açıdan değerlendirmeyi ve analiz etmeyi fazlasıyla hak eden bir konu. ABD, Türkiye ilişkileri, iktidar partisinin Türkiye’yi yönetme tarzı, siyaset anlayışı ve kriz yönetmedeki beceriksizliği bu tartışmanın bir yanı. Ama esas yargının durumunu gözler önüne seren bir dava oldu.
Yargı siyaset ilişkisi, hukukun nasıl ayaklar altına alındığı bu kapsamındaki en önemli başlıklar. Bunlar üzerine son yıllarda çok tartışılan bir konu.
Ancak İktidar partisinin yaygın kullanımına ön ayak oldu “gizli tanıklık” sistemi bugüne kadar hak ettiği gibi tartışılmadı. Daha önce özel siyasal davalarda istisnai bir uygulama olan “gizli tanık” yargının ve hukuk sisteminin ana unsuru haline getirildi. Bu “başarının” altındaki imza bugünkü iktidar partisine ait. Dünyada örneği ender bulunabilecek bir yargı sistemi inşa edildi.
Son on yıldır bütün siyasal davalarda karşımıza çıkan “gizli tanık” vakalarının yargının çökmesi sonucunu doğurmasında önemli bir etken olduğu gibi toplumsal çürümeye de yol açtı.
2000 yılların yargısı, gizli tanık ve telefon/ ortam dinlemeye üzerine oturtuldu. Bunların bir çoğunun usule uygun olmadığı mahkemelerce tespit edilmiş ve yargı kararı bulunmasına rağmen siyasal nedenlerle dikkate alınmadı, alınmıyor. Yargı gizli tanıklara ve dinleme tutanaklarına bağlı hale getirildi.
Gün gelecek bunların yargı ve hukuk sisteminde yaratığı sorunların, mağduriyetlerin ve adaletsizliğin ciddi boyutlara ulaşmasını sonuçlarıyla kendileri de muhatap kalacaklarına hiç kuşku yok. Bunun örneklerine 15 Temmuz darbe girişimi ve FETO örgütü davalarında sık rastlıyoruz
Brunson davasındaki gizli tanıkların başka davaların da gizli tanıkları oldukları ortaya çıktı. Nerede gizli tanıklık profesyonel mesleğe dönüştürüldü. Hepsinin adları da savcıların siyasal tutumları yansıdı olması tesadüf olması gerek. Mesela Brunson davasında Dua, Göktaş, Ateş, Kılıç, Kama gibi.
Erzincan eski savcısı İlhan Cihaner’in yalancı ve uydurma gizlik tanıkla vakası hafızalardan silinmiş değil. Yine çok daha yakında hak savunucuların yargılandığı Büyükada davasında da gizli tanık marifetiyle de rezaletin dik alasıydı.
Kavala İddianamesiz hala tutuklu
Keza telefonun aynı baz istasyonunda sinyal verdiği iddiasına rahip Brunos soruşturmasında da rastlıyoruz. On gün sonra tutuklanalı tam bir yıl olacak olan ve hala iddianamesi hazırlanmayan
Osman Kavala suçlamak için darbe girişimiyle ilişkisi olduğu iddia edilen ABD’li bir eski istihbarat elemanıyla telefonunun aynı baz istasyonundan sinyal verdiğini hüküm ete yakın gazetelerinde yazılıp duruyorlar. Olup bitenlerden rahatsız olmayı bir kenara bırakalım büyük bir keyifle yüzsüzlüğe devam ediliyor. Ülkeyi dünya kamuoyunda kötü duruma düşürmüş olmaktan bu milliciler zerrece rahatsız olmadan pespaye yaşamaya devam ediyorlar.
Yine hafta başı gizli tanık ifadelerine dayanarak Diyarbakır’da 200 adrese baskın düzenlendi 141 HDP’li gözaltına alındı. Gözaltı operasyonunu gerçekleştiren TEM müdür, gizli tanık ifadelerinden emin olduğu için İçişleri bakanıyla koordineli bir biçimde gözaltındaki tüm şüphelilerin tutuklanması beklerken 25 kişi tutuklandı.
Bütün bunlar gizli tanıklık ve dinleme delillerinin siyasal gaye ile değerlendirildiğini, hukuk güdüsüyle hareket edilmediğini ortaya koymaya yetiyor. Başka türlü düşünmeye vesile olacak orta da herhangi bir emare yok.
Rahip davasın savcısı 15 ay süren soruşturma sırasında beş gizli tanığın birinden tam 10 kez ifade almış. Her biri çelişkilerle dolu. Savcı ya da mahkeme heyeti bunların hiç birini iki yıl önemsememiş. “Feto Papazı” olarak acılan dava, ABD ile yaşanan krizle “casus davasına” dönüşmüş. Sonuçta “terör örgütüne yardım” dan ceza verilmiş. Bütün bunlarda bir tuhaflık olmadığı iddia etmek ise başlı başına anormalliktir.
Kekeç, tuz kokuyor
Star gazetesinde Ahmet Kekeç Salı günü rahip davasıyla ilgili şöyle yazdı: “görülüyor ki yargı birçok konuda olduğu gibi, bu işi de yüzüne gözüne bulaştırmış. Çürük tanıklarla muhakemeye kalkışmış ve ortaya tevil edilemeyecek bir problem çıkarmış” başka söze gerek var mı? Bunu yazan muhalif bir yazar olsa başına gelmedik kalmazdı.
Tuzun koktuğu yer Türkiye başka söze gerek yok. İnsanların hayatları bir gizli tanığın ağzından yazılan yalan ifadelere bağlı. İnsan yaşamı ve özgürlüğün bu kadar ucuz olduğu bir ülkede insanların yarınlarına umutla bakabilmesi yalnızca hayata bakış ufukların çok geniş olmasından kaynaklanıyor olsa gerek. Yargıya güvenden değil.