Sistem krizi, Kürt korkusu ve çözüm
“ ‘Tek adam rejimi yaratılması’ kriziyle, çözümsüzlüğe mahkum edilen Kürt sorunu arasında güçlü bağ var.”
Türkiye, “baskın basanındır” tarzında bir seçime yapıyor. Resmiyette hükümet dışı, fiiliyatta hükümet ortağı parlamentonun en küçük partisi MHP, emrivaki ile hükümete seçim kararı aldırdı. Ortada normal olmayan bir şeyler var. Seçim kararının üzerinden geçen süreye dönüp baktığımızda küçük partinin, AKP’nin liderini sadece düşünsel teslim almanın ötesine geçtiğini görüyoruz. Adeta politik öncülük ediyor, hükümet partisinin sözcülüğünü yapıyor.
İki yıldır MHP’yi saran erime korkusu ve panik hali iktidar partisine bulaştı. Abdullah Gül’ün aday olma olasılığının belirmesi üzerine kopardıkları kıyamet, kaygılarının boyutu gözler önüne serdi. İktidar partisinin lideri bu kez işinin oldukça zor olduğunun farkında olarak sürekli birilerine höykürüyor. Yeni bir 7 Haziran sürprizi yaşama korkusu yaşıyor.
“Bu korkunun sebebi nedir?” sorusunun yanıtı çok yalın olarak “Ne ekersen onu biçersin” biçiminde olabilir. AKP, 2014 sonrasında adım adım ‘devletin bekası’ söylemi ile korku rejimi yaratmaya çalıştı. Akla hayale gelemeyecek işler yapmaya başladı. Devletin bekası sorununun, aslında kendi beka sorunu olduğu anlaşıldı.
Beka sorunu
AKP, Türkiye’yi bu noktaya bir anda getirmedi. Kürt sorununda bölgede ve ülkede yaşanan gelişmeleri bahane ederek, devletin bekası sorununu 2014 yılından itibaren hortlattı. Bu gelişmelerin ortaya çıkardığı yeni durum ve Kürtlerin siyaset sahnesinde etkin ve hesap edilmesi zorunlu güç olmalar, bunun belli ölçü ve sınırlarda batılı siyasal güç odaklar tarafından kabul görme ihtimali, Türkiye’nin AKP eliyle hızla kuruluş ayarlarına tornistan etmesine yol açtı.
Bugün Cumhur İttifakı’nda yer alan partilerin birbirine kenetlenmiş olmaları bundan… Ancak her şeyi izah etmeye yetmiyor bu. Devletin beka sorunuyla karşı karşıya olunduğunu, sadece cumhur ittifakı içinde yer alan partiler düşünüyor değil. Sol ve sağ siyasetin değişik versiyonları, partileri de bu konuda iktidarla hem fikirler. Ancak Türkiye’yi bu sorunla burun buruna iktidarın politikalarının getirdiğini iddiasındalar. Daha açık bir ifadeyle devletin beka sorununu, iktidar bloğunun kendi bekasına indirdiği ve bu bahaneyle rejim değişikliğine gidilmek istendiği düşünülüyor. Bu kısmen doğru… Cumhur İttifakı, Türkiye’nin Kürt karşıtı ve yanlış bölge politikalarının yarattığı krizden çıkışı cumhurbaşkanı başkanlık sisteminde ve tek adam rejiminde gördüğü için bu yola saptı.
Ancak “ tek adam rejimi yaratılması” kriziyle, çözümsüzlüğe mahkum edilen Kürt sorunu arasında güçlü bağ var; bu görülmeli. İktidar partisinin bu sorunu kullanarak kendi bekasını savuşturmanın aracına dönüştürdüğünü düşünen muhalefet, eksik ve yanlıştır.
Kürt korkusunda ortaklaşan bazıları, tek adam yönetimi, cumhurbaşkanı başkanlık sistemine şiddetle direnç gösteriyor. Bu anlamda Cumhur İttifakı’nda yer almayan parti ve siyasi çevreler, sendika, meslek örgütleri gibi kurumlar da kendi için de parçalılar. Kürt sorunu ve bundan peydahlanan devletin bekası kaygısıyla, değişik düzey ve ölçülerde HDP ve Kürt hareketi bileşenlerinden uzaklar, Cumhur İttifakı’na aynı ölçüde yakınlar.
Ayrımcılık
Bu, Cumhur İttifakı karşıtlarının Türkiye’nin en önemli dinamiklerinin başında gelen Kürt siyasal güçlerinin düşman ilan edilmesini duymazlıktan, görmezlikte gelmelerini beraberinde getiriyor.
Muhaliflerin “beka kaygısı” en azından şimdilik iktidar bloğunun rejim değişikliği dayatmalarına boyun eğmelerine yol açmadı. Ama öncelikli mesele olarak rejim değişikliği görülüyor. Bu nedenle muhalif partilerin ittifak oluşturma arayışlarında HDP, dışarıda bırakıldı. Kapalı kapalılar ardında yapılan bazı görüşmelerin kahvehane muhabbeti gibi siyaset sahnesine sürülmesinden medet umuluyor. Meclis’in üçüncü büyük partisini, iktidar partisi gibi kriminalize eden bir yaklaşım sergilendi. Üstelik bu, iktidar bloğunun muhaliflere karşı bunu kullanabileceği gibi gayri siyasi bir gerekçe ile izah edilmeye çalışıldı. Bazı Türk aydın ve siyasetçileri, bu siyasal tutumu sahiplenerek ayrımcılığın ve dışlamanın meşruiyet alanının genişlemesine destek sundular. İktidarın “terör uzantısı” olarak kodladığı HDP’ye karşı ayrımcılık yapıldı, dışlandı.
Zeytin dalı, seçim kararı
Aynı çevreler Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Operasyonu’na da kahramanca destek verdiler. Afrin’deki tabelaların Türkçe ve Arapça olarak yazılmasında, vali, kaymakam atamasında bir beis görmediler. Kürt kentinin Araplaştırılmasını ve Türkleştirilmesini sorun olarak telakki etmediler ve etmiyorlar. İktidar bloğunun Afrin’de silahlı Türk milis gücü oluşturmasına göz yumuyorlar.
Afrin’de YPG ve PYD’nin direnişinin kısa sürede bitmesine rağmen Zeytin Dalı Operasyonu’ndan istenen sonuç elde edilemediği çok aşikâr. Bunun, iktidar bloğunun erken seçim kararında etkisinin fazla olduğu görülüyor. Türkiye, kaybedenler kulübünde yer almanın yükünü daha fazla taşıyamaz noktaya ulaştığı için de baskın seçim kararı alındı. Miadı dolmuş ayrımcı, milliyetçi politikalarla siyasal yelkenini şişirme yarışı başladı.
Ana muhalefet, tek adam rejimi yaratılmasını önleme çabasıyla kendini sınırlamış durumda. Krize yol açan sorunların başında gelen Kürt sorununu görmemekte ısrar ediyor. Krizin aşılmasında en etkili toplumsal siyasal güç Kürt dinamiğini yok saymayı tercih ediyor. HDP hariç, Cumhur İttifakı dışındaki siyasal güçleri belirleyen bu barış ve çözüm konusunu tali soruna dönüştürme yaklaşımı, özünde eski politikalarda ısrar edilmesiyle siyasal krizi daha da kronikleştiren bir sonuç üretiyor.
Ortadoğu ülkelerinin tamamını kapsayan altüst oluş ve belirsizlik sürecinde, ülke krizinin çözümünde hızlı ve sağlıklı yol alabilmek, bölgenin kadim sorunu Kürt meselesinde yeni bir yaklaşım geliştirmeyi gerektiriyor. Bu, iktidar bloğunun “ben yaparım olur” anlayışıyla olamaz. Sorunun muhataplarıyla diyaloga girmek, çözüm bulunmak zorunda. Türkiye’deki ve bölgedeki Kürt dinamik ile evrensel siyasal gelişmeler bunu artık dayatıyor.
Ancak bu perspektifle hareket edildiğinde Türkiye’de “tek adam rejiminin” kurumsallaşmasının önüne geçilebilir, savaş ve çatışma haline son verilerek barışın önünü açacak bir fırsatı yaratılır.
16 Nisan ve çözüm
Muhalefet güçleri, 16 Nisan 2017 anayasa referandumda izledikleri politikalara benzer politikalarla Kürt seçmenini kazanmaları ihtimal dahilinde olmadığı gibi Kürt sorununun çıkmaz sokakta ilerlemesinin de zeminini yaratırlar.
16 Nisan referandumunda Kürt seçmen, “Neden beklenenden daha fazla evet oyu kullandı?” sorusuna yanıt aranmalı. HDP’ye karşı keyfi, özel baskı politikalarına ve Kürt seçilmişlere karşı yapılan uygulamalara sessiz kalmanın bedelini sadece Kürtlerin ödemediği görülmüş olsa gerek. Edirne’de, Trakya’da uygulanan OHAL ile Van’da, Hakkari’de uygulanan OHAL’in farkını ve sonuçlarını kavramaktan ve karşı çıkabilmekten aciz ana muhalefete Kürt seçmenin yönelmesini, kulak vermesini ve güvenmesini beklemek aymazlık olur.
Cumhur İttifakı’nın başının, “Kürt siyasal hareketini sandığa gömmekten” söz ettiği bir süreçte, HDP’yi ittifak arayışlarında görünmez kılarak Kürt oylarını alma planı, Kürt uyanışının doğru kavranamamasıdır. İzlenen şiddet, savaş ve siyasal kırım politikası, Kürt seçmenin muhalefet ve sistem değişikliği isteğine karşı otomatik olarak muhalefet partileriyle yöneleceğini düşünmek aymazlıkta ısrar etmektir.
Milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yol veren siyasal iradenin, bu gün HDP’nin lideri Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden kampanya yürütmek zorunda bırakılmasına itiraz dahi etmediği koşullarda, ortaklaşma nerede ve nasıl olacak? HDP’nin 5 milyon seçmeniyle hangi noktada buluşulacak? Bu sorulara cevap üretilebilmiş değil. Muhalefet, tek adam rejiminin kurumsallaşmasını engelleme mücadelesinde Kürtlerin kanayan yarasına da derman nasıl olabileceklerini anlatabildiğinde başarılı olabilir.
Başka türlü siyaseti dizayn etmeyle bir sonuç elde edilemez. Bu, sürdürülebilir bir siyaseti ve yönetimi imkanlı kılmaz. Sandıktan elde edilecek başarının sürdürülebilir olması, Kürt korkusunu yenmeyi ve cumhuriyeti yeni baştan ihya etme cesaretine sahip olmayı gerektiriyor. Özgürlükçü, demokratik, katılımcı, çoğulcu, erkler ayrılığını sağlam kazığa bağlayacak, yerel demokrasiyi etkin ve güçlü kılacak bir anlayışla, 24 Haziran seçimlerinde büyük felaketin önüne geçebilir.
Sistem krizi, Kürt korkusu ve çözüm
“ ‘Tek adam rejimi yaratılması’ kriziyle, çözümsüzlüğe mahkum edilen Kürt sorunu arasında güçlü bağ var.”
Türkiye, “baskın basanındır” tarzında bir seçime yapıyor. Resmiyette hükümet dışı, fiiliyatta hükümet ortağı parlamentonun en küçük partisi MHP, emrivaki ile hükümete seçim kararı aldırdı. Ortada normal olmayan bir şeyler var. Seçim kararının üzerinden geçen süreye dönüp baktığımızda küçük partinin, AKP’nin liderini sadece düşünsel teslim almanın ötesine geçtiğini görüyoruz. Adeta politik öncülük ediyor, hükümet partisinin sözcülüğünü yapıyor.
İki yıldır MHP’yi saran erime korkusu ve panik hali iktidar partisine bulaştı. Abdullah Gül’ün aday olma olasılığının belirmesi üzerine kopardıkları kıyamet, kaygılarının boyutu gözler önüne serdi. İktidar partisinin lideri bu kez işinin oldukça zor olduğunun farkında olarak sürekli birilerine höykürüyor. Yeni bir 7 Haziran sürprizi yaşama korkusu yaşıyor.
“Bu korkunun sebebi nedir?” sorusunun yanıtı çok yalın olarak “Ne ekersen onu biçersin” biçiminde olabilir. AKP, 2014 sonrasında adım adım ‘devletin bekası’ söylemi ile korku rejimi yaratmaya çalıştı. Akla hayale gelemeyecek işler yapmaya başladı. Devletin bekası sorununun, aslında kendi beka sorunu olduğu anlaşıldı.
Beka sorunu
AKP, Türkiye’yi bu noktaya bir anda getirmedi. Kürt sorununda bölgede ve ülkede yaşanan gelişmeleri bahane ederek, devletin bekası sorununu 2014 yılından itibaren hortlattı. Bu gelişmelerin ortaya çıkardığı yeni durum ve Kürtlerin siyaset sahnesinde etkin ve hesap edilmesi zorunlu güç olmalar, bunun belli ölçü ve sınırlarda batılı siyasal güç odaklar tarafından kabul görme ihtimali, Türkiye’nin AKP eliyle hızla kuruluş ayarlarına tornistan etmesine yol açtı.
Bugün Cumhur İttifakı’nda yer alan partilerin birbirine kenetlenmiş olmaları bundan… Ancak her şeyi izah etmeye yetmiyor bu. Devletin beka sorunuyla karşı karşıya olunduğunu, sadece cumhur ittifakı içinde yer alan partiler düşünüyor değil. Sol ve sağ siyasetin değişik versiyonları, partileri de bu konuda iktidarla hem fikirler. Ancak Türkiye’yi bu sorunla burun buruna iktidarın politikalarının getirdiğini iddiasındalar. Daha açık bir ifadeyle devletin beka sorununu, iktidar bloğunun kendi bekasına indirdiği ve bu bahaneyle rejim değişikliğine gidilmek istendiği düşünülüyor. Bu kısmen doğru… Cumhur İttifakı, Türkiye’nin Kürt karşıtı ve yanlış bölge politikalarının yarattığı krizden çıkışı cumhurbaşkanı başkanlık sisteminde ve tek adam rejiminde gördüğü için bu yola saptı.
Ancak “ tek adam rejimi yaratılması” kriziyle, çözümsüzlüğe mahkum edilen Kürt sorunu arasında güçlü bağ var; bu görülmeli. İktidar partisinin bu sorunu kullanarak kendi bekasını savuşturmanın aracına dönüştürdüğünü düşünen muhalefet, eksik ve yanlıştır.
Kürt korkusunda ortaklaşan bazıları, tek adam yönetimi, cumhurbaşkanı başkanlık sistemine şiddetle direnç gösteriyor. Bu anlamda Cumhur İttifakı’nda yer almayan parti ve siyasi çevreler, sendika, meslek örgütleri gibi kurumlar da kendi için de parçalılar. Kürt sorunu ve bundan peydahlanan devletin bekası kaygısıyla, değişik düzey ve ölçülerde HDP ve Kürt hareketi bileşenlerinden uzaklar, Cumhur İttifakı’na aynı ölçüde yakınlar.
Ayrımcılık
Bu, Cumhur İttifakı karşıtlarının Türkiye’nin en önemli dinamiklerinin başında gelen Kürt siyasal güçlerinin düşman ilan edilmesini duymazlıktan, görmezlikte gelmelerini beraberinde getiriyor.
Muhaliflerin “beka kaygısı” en azından şimdilik iktidar bloğunun rejim değişikliği dayatmalarına boyun eğmelerine yol açmadı. Ama öncelikli mesele olarak rejim değişikliği görülüyor. Bu nedenle muhalif partilerin ittifak oluşturma arayışlarında HDP, dışarıda bırakıldı. Kapalı kapalılar ardında yapılan bazı görüşmelerin kahvehane muhabbeti gibi siyaset sahnesine sürülmesinden medet umuluyor. Meclis’in üçüncü büyük partisini, iktidar partisi gibi kriminalize eden bir yaklaşım sergilendi. Üstelik bu, iktidar bloğunun muhaliflere karşı bunu kullanabileceği gibi gayri siyasi bir gerekçe ile izah edilmeye çalışıldı. Bazı Türk aydın ve siyasetçileri, bu siyasal tutumu sahiplenerek ayrımcılığın ve dışlamanın meşruiyet alanının genişlemesine destek sundular. İktidarın “terör uzantısı” olarak kodladığı HDP’ye karşı ayrımcılık yapıldı, dışlandı.
Zeytin dalı, seçim kararı
Aynı çevreler Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Operasyonu’na da kahramanca destek verdiler. Afrin’deki tabelaların Türkçe ve Arapça olarak yazılmasında, vali, kaymakam atamasında bir beis görmediler. Kürt kentinin Araplaştırılmasını ve Türkleştirilmesini sorun olarak telakki etmediler ve etmiyorlar. İktidar bloğunun Afrin’de silahlı Türk milis gücü oluşturmasına göz yumuyorlar.
Afrin’de YPG ve PYD’nin direnişinin kısa sürede bitmesine rağmen Zeytin Dalı Operasyonu’ndan istenen sonuç elde edilemediği çok aşikâr. Bunun, iktidar bloğunun erken seçim kararında etkisinin fazla olduğu görülüyor. Türkiye, kaybedenler kulübünde yer almanın yükünü daha fazla taşıyamaz noktaya ulaştığı için de baskın seçim kararı alındı. Miadı dolmuş ayrımcı, milliyetçi politikalarla siyasal yelkenini şişirme yarışı başladı.
Ana muhalefet, tek adam rejimi yaratılmasını önleme çabasıyla kendini sınırlamış durumda. Krize yol açan sorunların başında gelen Kürt sorununu görmemekte ısrar ediyor. Krizin aşılmasında en etkili toplumsal siyasal güç Kürt dinamiğini yok saymayı tercih ediyor. HDP hariç, Cumhur İttifakı dışındaki siyasal güçleri belirleyen bu barış ve çözüm konusunu tali soruna dönüştürme yaklaşımı, özünde eski politikalarda ısrar edilmesiyle siyasal krizi daha da kronikleştiren bir sonuç üretiyor.
Ortadoğu ülkelerinin tamamını kapsayan altüst oluş ve belirsizlik sürecinde, ülke krizinin çözümünde hızlı ve sağlıklı yol alabilmek, bölgenin kadim sorunu Kürt meselesinde yeni bir yaklaşım geliştirmeyi gerektiriyor. Bu, iktidar bloğunun “ben yaparım olur” anlayışıyla olamaz. Sorunun muhataplarıyla diyaloga girmek, çözüm bulunmak zorunda. Türkiye’deki ve bölgedeki Kürt dinamik ile evrensel siyasal gelişmeler bunu artık dayatıyor.
Ancak bu perspektifle hareket edildiğinde Türkiye’de “tek adam rejiminin” kurumsallaşmasının önüne geçilebilir, savaş ve çatışma haline son verilerek barışın önünü açacak bir fırsatı yaratılır.
16 Nisan ve çözüm
Muhalefet güçleri, 16 Nisan 2017 anayasa referandumda izledikleri politikalara benzer politikalarla Kürt seçmenini kazanmaları ihtimal dahilinde olmadığı gibi Kürt sorununun çıkmaz sokakta ilerlemesinin de zeminini yaratırlar.
16 Nisan referandumunda Kürt seçmen, “Neden beklenenden daha fazla evet oyu kullandı?” sorusuna yanıt aranmalı. HDP’ye karşı keyfi, özel baskı politikalarına ve Kürt seçilmişlere karşı yapılan uygulamalara sessiz kalmanın bedelini sadece Kürtlerin ödemediği görülmüş olsa gerek. Edirne’de, Trakya’da uygulanan OHAL ile Van’da, Hakkari’de uygulanan OHAL’in farkını ve sonuçlarını kavramaktan ve karşı çıkabilmekten aciz ana muhalefete Kürt seçmenin yönelmesini, kulak vermesini ve güvenmesini beklemek aymazlık olur.
Cumhur İttifakı’nın başının, “Kürt siyasal hareketini sandığa gömmekten” söz ettiği bir süreçte, HDP’yi ittifak arayışlarında görünmez kılarak Kürt oylarını alma planı, Kürt uyanışının doğru kavranamamasıdır. İzlenen şiddet, savaş ve siyasal kırım politikası, Kürt seçmenin muhalefet ve sistem değişikliği isteğine karşı otomatik olarak muhalefet partileriyle yöneleceğini düşünmek aymazlıkta ısrar etmektir.
Milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yol veren siyasal iradenin, bu gün HDP’nin lideri Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden kampanya yürütmek zorunda bırakılmasına itiraz dahi etmediği koşullarda, ortaklaşma nerede ve nasıl olacak? HDP’nin 5 milyon seçmeniyle hangi noktada buluşulacak? Bu sorulara cevap üretilebilmiş değil. Muhalefet, tek adam rejiminin kurumsallaşmasını engelleme mücadelesinde Kürtlerin kanayan yarasına da derman nasıl olabileceklerini anlatabildiğinde başarılı olabilir.
Başka türlü siyaseti dizayn etmeyle bir sonuç elde edilemez. Bu, sürdürülebilir bir siyaseti ve yönetimi imkanlı kılmaz. Sandıktan elde edilecek başarının sürdürülebilir olması, Kürt korkusunu yenmeyi ve cumhuriyeti yeni baştan ihya etme cesaretine sahip olmayı gerektiriyor. Özgürlükçü, demokratik, katılımcı, çoğulcu, erkler ayrılığını sağlam kazığa bağlayacak, yerel demokrasiyi etkin ve güçlü kılacak bir anlayışla, 24 Haziran seçimlerinde büyük felaketin önüne geçebilir.
Sistem krizi, Kürt korkusu ve çözüm
“ ‘Tek adam rejimi yaratılması’ kriziyle, çözümsüzlüğe mahkum edilen Kürt sorunu arasında güçlü bağ var.”
Türkiye, “baskın basanındır” tarzında bir seçime yapıyor. Resmiyette hükümet dışı, fiiliyatta hükümet ortağı parlamentonun en küçük partisi MHP, emrivaki ile hükümete seçim kararı aldırdı. Ortada normal olmayan bir şeyler var. Seçim kararının üzerinden geçen süreye dönüp baktığımızda küçük partinin, AKP’nin liderini sadece düşünsel teslim almanın ötesine geçtiğini görüyoruz. Adeta politik öncülük ediyor, hükümet partisinin sözcülüğünü yapıyor.
İki yıldır MHP’yi saran erime korkusu ve panik hali iktidar partisine bulaştı. Abdullah Gül’ün aday olma olasılığının belirmesi üzerine kopardıkları kıyamet, kaygılarının boyutu gözler önüne serdi. İktidar partisinin lideri bu kez işinin oldukça zor olduğunun farkında olarak sürekli birilerine höykürüyor. Yeni bir 7 Haziran sürprizi yaşama korkusu yaşıyor.
“Bu korkunun sebebi nedir?” sorusunun yanıtı çok yalın olarak “Ne ekersen onu biçersin” biçiminde olabilir. AKP, 2014 sonrasında adım adım ‘devletin bekası’ söylemi ile korku rejimi yaratmaya çalıştı. Akla hayale gelemeyecek işler yapmaya başladı. Devletin bekası sorununun, aslında kendi beka sorunu olduğu anlaşıldı.
Beka sorunu
AKP, Türkiye’yi bu noktaya bir anda getirmedi. Kürt sorununda bölgede ve ülkede yaşanan gelişmeleri bahane ederek, devletin bekası sorununu 2014 yılından itibaren hortlattı. Bu gelişmelerin ortaya çıkardığı yeni durum ve Kürtlerin siyaset sahnesinde etkin ve hesap edilmesi zorunlu güç olmalar, bunun belli ölçü ve sınırlarda batılı siyasal güç odaklar tarafından kabul görme ihtimali, Türkiye’nin AKP eliyle hızla kuruluş ayarlarına tornistan etmesine yol açtı.
Bugün Cumhur İttifakı’nda yer alan partilerin birbirine kenetlenmiş olmaları bundan… Ancak her şeyi izah etmeye yetmiyor bu. Devletin beka sorunuyla karşı karşıya olunduğunu, sadece cumhur ittifakı içinde yer alan partiler düşünüyor değil. Sol ve sağ siyasetin değişik versiyonları, partileri de bu konuda iktidarla hem fikirler. Ancak Türkiye’yi bu sorunla burun buruna iktidarın politikalarının getirdiğini iddiasındalar. Daha açık bir ifadeyle devletin beka sorununu, iktidar bloğunun kendi bekasına indirdiği ve bu bahaneyle rejim değişikliğine gidilmek istendiği düşünülüyor. Bu kısmen doğru… Cumhur İttifakı, Türkiye’nin Kürt karşıtı ve yanlış bölge politikalarının yarattığı krizden çıkışı cumhurbaşkanı başkanlık sisteminde ve tek adam rejiminde gördüğü için bu yola saptı.
Ancak “ tek adam rejimi yaratılması” kriziyle, çözümsüzlüğe mahkum edilen Kürt sorunu arasında güçlü bağ var; bu görülmeli. İktidar partisinin bu sorunu kullanarak kendi bekasını savuşturmanın aracına dönüştürdüğünü düşünen muhalefet, eksik ve yanlıştır.
Kürt korkusunda ortaklaşan bazıları, tek adam yönetimi, cumhurbaşkanı başkanlık sistemine şiddetle direnç gösteriyor. Bu anlamda Cumhur İttifakı’nda yer almayan parti ve siyasi çevreler, sendika, meslek örgütleri gibi kurumlar da kendi için de parçalılar. Kürt sorunu ve bundan peydahlanan devletin bekası kaygısıyla, değişik düzey ve ölçülerde HDP ve Kürt hareketi bileşenlerinden uzaklar, Cumhur İttifakı’na aynı ölçüde yakınlar.
Ayrımcılık
Bu, Cumhur İttifakı karşıtlarının Türkiye’nin en önemli dinamiklerinin başında gelen Kürt siyasal güçlerinin düşman ilan edilmesini duymazlıktan, görmezlikte gelmelerini beraberinde getiriyor.
Muhaliflerin “beka kaygısı” en azından şimdilik iktidar bloğunun rejim değişikliği dayatmalarına boyun eğmelerine yol açmadı. Ama öncelikli mesele olarak rejim değişikliği görülüyor. Bu nedenle muhalif partilerin ittifak oluşturma arayışlarında HDP, dışarıda bırakıldı. Kapalı kapalılar ardında yapılan bazı görüşmelerin kahvehane muhabbeti gibi siyaset sahnesine sürülmesinden medet umuluyor. Meclis’in üçüncü büyük partisini, iktidar partisi gibi kriminalize eden bir yaklaşım sergilendi. Üstelik bu, iktidar bloğunun muhaliflere karşı bunu kullanabileceği gibi gayri siyasi bir gerekçe ile izah edilmeye çalışıldı. Bazı Türk aydın ve siyasetçileri, bu siyasal tutumu sahiplenerek ayrımcılığın ve dışlamanın meşruiyet alanının genişlemesine destek sundular. İktidarın “terör uzantısı” olarak kodladığı HDP’ye karşı ayrımcılık yapıldı, dışlandı.
Zeytin dalı, seçim kararı
Aynı çevreler Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Operasyonu’na da kahramanca destek verdiler. Afrin’deki tabelaların Türkçe ve Arapça olarak yazılmasında, vali, kaymakam atamasında bir beis görmediler. Kürt kentinin Araplaştırılmasını ve Türkleştirilmesini sorun olarak telakki etmediler ve etmiyorlar. İktidar bloğunun Afrin’de silahlı Türk milis gücü oluşturmasına göz yumuyorlar.
Afrin’de YPG ve PYD’nin direnişinin kısa sürede bitmesine rağmen Zeytin Dalı Operasyonu’ndan istenen sonuç elde edilemediği çok aşikâr. Bunun, iktidar bloğunun erken seçim kararında etkisinin fazla olduğu görülüyor. Türkiye, kaybedenler kulübünde yer almanın yükünü daha fazla taşıyamaz noktaya ulaştığı için de baskın seçim kararı alındı. Miadı dolmuş ayrımcı, milliyetçi politikalarla siyasal yelkenini şişirme yarışı başladı.
Ana muhalefet, tek adam rejimi yaratılmasını önleme çabasıyla kendini sınırlamış durumda. Krize yol açan sorunların başında gelen Kürt sorununu görmemekte ısrar ediyor. Krizin aşılmasında en etkili toplumsal siyasal güç Kürt dinamiğini yok saymayı tercih ediyor. HDP hariç, Cumhur İttifakı dışındaki siyasal güçleri belirleyen bu barış ve çözüm konusunu tali soruna dönüştürme yaklaşımı, özünde eski politikalarda ısrar edilmesiyle siyasal krizi daha da kronikleştiren bir sonuç üretiyor.
Ortadoğu ülkelerinin tamamını kapsayan altüst oluş ve belirsizlik sürecinde, ülke krizinin çözümünde hızlı ve sağlıklı yol alabilmek, bölgenin kadim sorunu Kürt meselesinde yeni bir yaklaşım geliştirmeyi gerektiriyor. Bu, iktidar bloğunun “ben yaparım olur” anlayışıyla olamaz. Sorunun muhataplarıyla diyaloga girmek, çözüm bulunmak zorunda. Türkiye’deki ve bölgedeki Kürt dinamik ile evrensel siyasal gelişmeler bunu artık dayatıyor.
Ancak bu perspektifle hareket edildiğinde Türkiye’de “tek adam rejiminin” kurumsallaşmasının önüne geçilebilir, savaş ve çatışma haline son verilerek barışın önünü açacak bir fırsatı yaratılır.
16 Nisan ve çözüm
Muhalefet güçleri, 16 Nisan 2017 anayasa referandumda izledikleri politikalara benzer politikalarla Kürt seçmenini kazanmaları ihtimal dahilinde olmadığı gibi Kürt sorununun çıkmaz sokakta ilerlemesinin de zeminini yaratırlar.
16 Nisan referandumunda Kürt seçmen, “Neden beklenenden daha fazla evet oyu kullandı?” sorusuna yanıt aranmalı. HDP’ye karşı keyfi, özel baskı politikalarına ve Kürt seçilmişlere karşı yapılan uygulamalara sessiz kalmanın bedelini sadece Kürtlerin ödemediği görülmüş olsa gerek. Edirne’de, Trakya’da uygulanan OHAL ile Van’da, Hakkari’de uygulanan OHAL’in farkını ve sonuçlarını kavramaktan ve karşı çıkabilmekten aciz ana muhalefete Kürt seçmenin yönelmesini, kulak vermesini ve güvenmesini beklemek aymazlık olur.
Cumhur İttifakı’nın başının, “Kürt siyasal hareketini sandığa gömmekten” söz ettiği bir süreçte, HDP’yi ittifak arayışlarında görünmez kılarak Kürt oylarını alma planı, Kürt uyanışının doğru kavranamamasıdır. İzlenen şiddet, savaş ve siyasal kırım politikası, Kürt seçmenin muhalefet ve sistem değişikliği isteğine karşı otomatik olarak muhalefet partileriyle yöneleceğini düşünmek aymazlıkta ısrar etmektir.
Milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yol veren siyasal iradenin, bu gün HDP’nin lideri Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden kampanya yürütmek zorunda bırakılmasına itiraz dahi etmediği koşullarda, ortaklaşma nerede ve nasıl olacak? HDP’nin 5 milyon seçmeniyle hangi noktada buluşulacak? Bu sorulara cevap üretilebilmiş değil. Muhalefet, tek adam rejiminin kurumsallaşmasını engelleme mücadelesinde Kürtlerin kanayan yarasına da derman nasıl olabileceklerini anlatabildiğinde başarılı olabilir.
Başka türlü siyaseti dizayn etmeyle bir sonuç elde edilemez. Bu, sürdürülebilir bir siyaseti ve yönetimi imkanlı kılmaz. Sandıktan elde edilecek başarının sürdürülebilir olması, Kürt korkusunu yenmeyi ve cumhuriyeti yeni baştan ihya etme cesaretine sahip olmayı gerektiriyor. Özgürlükçü, demokratik, katılımcı, çoğulcu, erkler ayrılığını sağlam kazığa bağlayacak, yerel demokrasiyi etkin ve güçlü kılacak bir anlayışla, 24 Haziran seçimlerinde büyük felaketin önüne geçebilir.
Sistem krizi, Kürt korkusu ve çözüm
“ ‘Tek adam rejimi yaratılması’ kriziyle, çözümsüzlüğe mahkum edilen Kürt sorunu arasında güçlü bağ var.”
Türkiye, “baskın basanındır” tarzında bir seçime yapıyor. Resmiyette hükümet dışı, fiiliyatta hükümet ortağı parlamentonun en küçük partisi MHP, emrivaki ile hükümete seçim kararı aldırdı. Ortada normal olmayan bir şeyler var. Seçim kararının üzerinden geçen süreye dönüp baktığımızda küçük partinin, AKP’nin liderini sadece düşünsel teslim almanın ötesine geçtiğini görüyoruz. Adeta politik öncülük ediyor, hükümet partisinin sözcülüğünü yapıyor.
İki yıldır MHP’yi saran erime korkusu ve panik hali iktidar partisine bulaştı. Abdullah Gül’ün aday olma olasılığının belirmesi üzerine kopardıkları kıyamet, kaygılarının boyutu gözler önüne serdi. İktidar partisinin lideri bu kez işinin oldukça zor olduğunun farkında olarak sürekli birilerine höykürüyor. Yeni bir 7 Haziran sürprizi yaşama korkusu yaşıyor.
“Bu korkunun sebebi nedir?” sorusunun yanıtı çok yalın olarak “Ne ekersen onu biçersin” biçiminde olabilir. AKP, 2014 sonrasında adım adım ‘devletin bekası’ söylemi ile korku rejimi yaratmaya çalıştı. Akla hayale gelemeyecek işler yapmaya başladı. Devletin bekası sorununun, aslında kendi beka sorunu olduğu anlaşıldı.
Beka sorunu
AKP, Türkiye’yi bu noktaya bir anda getirmedi. Kürt sorununda bölgede ve ülkede yaşanan gelişmeleri bahane ederek, devletin bekası sorununu 2014 yılından itibaren hortlattı. Bu gelişmelerin ortaya çıkardığı yeni durum ve Kürtlerin siyaset sahnesinde etkin ve hesap edilmesi zorunlu güç olmalar, bunun belli ölçü ve sınırlarda batılı siyasal güç odaklar tarafından kabul görme ihtimali, Türkiye’nin AKP eliyle hızla kuruluş ayarlarına tornistan etmesine yol açtı.
Bugün Cumhur İttifakı’nda yer alan partilerin birbirine kenetlenmiş olmaları bundan… Ancak her şeyi izah etmeye yetmiyor bu. Devletin beka sorunuyla karşı karşıya olunduğunu, sadece cumhur ittifakı içinde yer alan partiler düşünüyor değil. Sol ve sağ siyasetin değişik versiyonları, partileri de bu konuda iktidarla hem fikirler. Ancak Türkiye’yi bu sorunla burun buruna iktidarın politikalarının getirdiğini iddiasındalar. Daha açık bir ifadeyle devletin beka sorununu, iktidar bloğunun kendi bekasına indirdiği ve bu bahaneyle rejim değişikliğine gidilmek istendiği düşünülüyor. Bu kısmen doğru… Cumhur İttifakı, Türkiye’nin Kürt karşıtı ve yanlış bölge politikalarının yarattığı krizden çıkışı cumhurbaşkanı başkanlık sisteminde ve tek adam rejiminde gördüğü için bu yola saptı.
Ancak “ tek adam rejimi yaratılması” kriziyle, çözümsüzlüğe mahkum edilen Kürt sorunu arasında güçlü bağ var; bu görülmeli. İktidar partisinin bu sorunu kullanarak kendi bekasını savuşturmanın aracına dönüştürdüğünü düşünen muhalefet, eksik ve yanlıştır.
Kürt korkusunda ortaklaşan bazıları, tek adam yönetimi, cumhurbaşkanı başkanlık sistemine şiddetle direnç gösteriyor. Bu anlamda Cumhur İttifakı’nda yer almayan parti ve siyasi çevreler, sendika, meslek örgütleri gibi kurumlar da kendi için de parçalılar. Kürt sorunu ve bundan peydahlanan devletin bekası kaygısıyla, değişik düzey ve ölçülerde HDP ve Kürt hareketi bileşenlerinden uzaklar, Cumhur İttifakı’na aynı ölçüde yakınlar.
Ayrımcılık
Bu, Cumhur İttifakı karşıtlarının Türkiye’nin en önemli dinamiklerinin başında gelen Kürt siyasal güçlerinin düşman ilan edilmesini duymazlıktan, görmezlikte gelmelerini beraberinde getiriyor.
Muhaliflerin “beka kaygısı” en azından şimdilik iktidar bloğunun rejim değişikliği dayatmalarına boyun eğmelerine yol açmadı. Ama öncelikli mesele olarak rejim değişikliği görülüyor. Bu nedenle muhalif partilerin ittifak oluşturma arayışlarında HDP, dışarıda bırakıldı. Kapalı kapalılar ardında yapılan bazı görüşmelerin kahvehane muhabbeti gibi siyaset sahnesine sürülmesinden medet umuluyor. Meclis’in üçüncü büyük partisini, iktidar partisi gibi kriminalize eden bir yaklaşım sergilendi. Üstelik bu, iktidar bloğunun muhaliflere karşı bunu kullanabileceği gibi gayri siyasi bir gerekçe ile izah edilmeye çalışıldı. Bazı Türk aydın ve siyasetçileri, bu siyasal tutumu sahiplenerek ayrımcılığın ve dışlamanın meşruiyet alanının genişlemesine destek sundular. İktidarın “terör uzantısı” olarak kodladığı HDP’ye karşı ayrımcılık yapıldı, dışlandı.
Zeytin dalı, seçim kararı
Aynı çevreler Afrin’e yönelik Zeytin Dalı Operasyonu’na da kahramanca destek verdiler. Afrin’deki tabelaların Türkçe ve Arapça olarak yazılmasında, vali, kaymakam atamasında bir beis görmediler. Kürt kentinin Araplaştırılmasını ve Türkleştirilmesini sorun olarak telakki etmediler ve etmiyorlar. İktidar bloğunun Afrin’de silahlı Türk milis gücü oluşturmasına göz yumuyorlar.
Afrin’de YPG ve PYD’nin direnişinin kısa sürede bitmesine rağmen Zeytin Dalı Operasyonu’ndan istenen sonuç elde edilemediği çok aşikâr. Bunun, iktidar bloğunun erken seçim kararında etkisinin fazla olduğu görülüyor. Türkiye, kaybedenler kulübünde yer almanın yükünü daha fazla taşıyamaz noktaya ulaştığı için de baskın seçim kararı alındı. Miadı dolmuş ayrımcı, milliyetçi politikalarla siyasal yelkenini şişirme yarışı başladı.
Ana muhalefet, tek adam rejimi yaratılmasını önleme çabasıyla kendini sınırlamış durumda. Krize yol açan sorunların başında gelen Kürt sorununu görmemekte ısrar ediyor. Krizin aşılmasında en etkili toplumsal siyasal güç Kürt dinamiğini yok saymayı tercih ediyor. HDP hariç, Cumhur İttifakı dışındaki siyasal güçleri belirleyen bu barış ve çözüm konusunu tali soruna dönüştürme yaklaşımı, özünde eski politikalarda ısrar edilmesiyle siyasal krizi daha da kronikleştiren bir sonuç üretiyor.
Ortadoğu ülkelerinin tamamını kapsayan altüst oluş ve belirsizlik sürecinde, ülke krizinin çözümünde hızlı ve sağlıklı yol alabilmek, bölgenin kadim sorunu Kürt meselesinde yeni bir yaklaşım geliştirmeyi gerektiriyor. Bu, iktidar bloğunun “ben yaparım olur” anlayışıyla olamaz. Sorunun muhataplarıyla diyaloga girmek, çözüm bulunmak zorunda. Türkiye’deki ve bölgedeki Kürt dinamik ile evrensel siyasal gelişmeler bunu artık dayatıyor.
Ancak bu perspektifle hareket edildiğinde Türkiye’de “tek adam rejiminin” kurumsallaşmasının önüne geçilebilir, savaş ve çatışma haline son verilerek barışın önünü açacak bir fırsatı yaratılır.
16 Nisan ve çözüm
Muhalefet güçleri, 16 Nisan 2017 anayasa referandumda izledikleri politikalara benzer politikalarla Kürt seçmenini kazanmaları ihtimal dahilinde olmadığı gibi Kürt sorununun çıkmaz sokakta ilerlemesinin de zeminini yaratırlar.
16 Nisan referandumunda Kürt seçmen, “Neden beklenenden daha fazla evet oyu kullandı?” sorusuna yanıt aranmalı. HDP’ye karşı keyfi, özel baskı politikalarına ve Kürt seçilmişlere karşı yapılan uygulamalara sessiz kalmanın bedelini sadece Kürtlerin ödemediği görülmüş olsa gerek. Edirne’de, Trakya’da uygulanan OHAL ile Van’da, Hakkari’de uygulanan OHAL’in farkını ve sonuçlarını kavramaktan ve karşı çıkabilmekten aciz ana muhalefete Kürt seçmenin yönelmesini, kulak vermesini ve güvenmesini beklemek aymazlık olur.
Cumhur İttifakı’nın başının, “Kürt siyasal hareketini sandığa gömmekten” söz ettiği bir süreçte, HDP’yi ittifak arayışlarında görünmez kılarak Kürt oylarını alma planı, Kürt uyanışının doğru kavranamamasıdır. İzlenen şiddet, savaş ve siyasal kırım politikası, Kürt seçmenin muhalefet ve sistem değişikliği isteğine karşı otomatik olarak muhalefet partileriyle yöneleceğini düşünmek aymazlıkta ısrar etmektir.
Milletvekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yol veren siyasal iradenin, bu gün HDP’nin lideri Selahattin Demirtaş’ın cezaevinden kampanya yürütmek zorunda bırakılmasına itiraz dahi etmediği koşullarda, ortaklaşma nerede ve nasıl olacak? HDP’nin 5 milyon seçmeniyle hangi noktada buluşulacak? Bu sorulara cevap üretilebilmiş değil. Muhalefet, tek adam rejiminin kurumsallaşmasını engelleme mücadelesinde Kürtlerin kanayan yarasına da derman nasıl olabileceklerini anlatabildiğinde başarılı olabilir.
Başka türlü siyaseti dizayn etmeyle bir sonuç elde edilemez. Bu, sürdürülebilir bir siyaseti ve yönetimi imkanlı kılmaz. Sandıktan elde edilecek başarının sürdürülebilir olması, Kürt korkusunu yenmeyi ve cumhuriyeti yeni baştan ihya etme cesaretine sahip olmayı gerektiriyor. Özgürlükçü, demokratik, katılımcı, çoğulcu, erkler ayrılığını sağlam kazığa bağlayacak, yerel demokrasiyi etkin ve güçlü kılacak bir anlayışla, 24 Haziran seçimlerinde büyük felaketin önüne geçebilir.