Tükenmez Dergisi 2017 kış / Sayı: 28 HAKAN TAHMAZ
Bu yazı 78’liler Girişiminin “Güney Kürdistan’da Referandum” isimli Yuvarla masa toplantısında yaptığım konuşmadır. Yuvarlak Masa toplantısının yöneticiliğini Celalettin Can yaptı. Konuşmacılar İsmail Beşikçi, Aydın Selcan Ve Nadir Yıldırım ve bendim.
Erbil referandumunda sol, ve muhalifler esas olarak Irak’ın olmayan toprak bütünlüğünü savunan bir tutum sergiledi. Ya da sessizce süreç geçiştirilmeye çalışıldı. İsmail Hocanın söylediği gibi “ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı” cümlesi çok kuruldu, sonra “ama denilerek referanduma karşı tutum alındı. Kimileri “ emperyalizm ulus devletleri parçalıyor, buna karşı çıkmak gerekir” gibi tuhaf cümleler kurdular. Farkında olmadan Türk devletinin Kürt korkusundan kaynaklanan “ beka sorununu” destekleyen bir yere savruldular. Sosyalistlerin her hangi bir ülkede toprak bütünlüğünü savunma önceliği olmasını anlamak mümkün değil. Eşit, özgür, ve herkesin nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşayabileceği bir ülke yaratmak, ulusların özgürlüğü esastır.
Irak’ın ABD tarafından işgal edilmesi sırasında yaptığımız tartışmayı son dönemde de sıkça yaptık. O dönem savaş karşıtı hareket içinde Kürtlerin savaşla ilişkilenme biçimlerini, ABD’ye tavır almamalarını tartıştık. Sert eleştiriler oldu. KDP’nin, Kürtlerin tutumunu Ortadoğu’da yeni İsrail yaratma olarak tanımlayanlar oldu. Gencay Gürsoy hocam bu tartışmaları çok iyi hatırlar. Ancak o dönem muhalefet hareketine bu eğilim hâkim olamadı, güçlü bir savaş karşıtı hareket inşa edildi.
Türkiye solunun, sosyalistlerinin toprak bütünlüğü ve ulus devletin bölünmesi kaygısı büyük ölçüde kurucu ideolojinin etkisinin sonucu olduğunu, bunun da bu süreçte çok belirleyici olduğunu düşünüyorum. Sorun referandumla sınırlı değil. Türkiye’nin Kürt korkusu depreşti. Türkiye 2015 yılından itibaren yeni bir sürece girdi. Bölgesel gelişmelerdeki tutumunda iç siyasetteki bu durum belirleyici oluyor. Bölünme korkusu ekseninde devlet politikası izleniyor. AK Parti bunun yürütücüsü. Kürt korkusuyla Türkiye Cumhuriyeti AK Parti eliyle reorganize ediliyor. Türklük yeniden ihya ediliyor. AK Parti yeni bir Türk kimliği yaratıyor. Cumhuriyetin kuruluşundakinden tek farkı Sünni İslam’ın, yeni Türk kimliğinde belirleyici olması. Muhalefet bütün iç gelişmeleri salt seçimlerle sınırlı bir pencereden değerlendirme yanılgısına düştü. Türkiye Güneydeki referanduma da bu Kürt korkusuyla veya beka sorunu ekseninde yaklaştı ve çok sert karşı çıktı.
KDP, 2014’den itibaren referandum çalışması yaptı. Barzani’nin ziyaret etmediği ülke, görüşmediği lider kalmadı. Türkiye’ye de birkaç kere geldi. Türkiye’de uzun süre “ AK Parti Kuzey Irak’ta referanduma el altından destek veriyor” dedikodusu yapıldı. Ankara yüksek sesle referanduma hayır veya evet demedi. Son bir ay içerisinde ise milliyetçi, nefret söylemi yükseltildi. Bütün Kürtler ötekileştirildi, düşman ilan edildi. Demokrasi mücadelesi yürüten kurumlar, insanlar buna karşı “ne oluyor” diye soramadılar. Bırakalım Kürtleri desteklemeyi, güçlü biçimde Türk milliyetçiliğine ve nefret söylemine bile karşı çıkamadılar. Hatta Türkiye Barolar Birliği gibi bazı kurumlar açıktan hükümetin yanında yer aldılar.
Süreç bambaşka bir noktaya gidiyor. Yeni bir Kürt kimliği şekilleniyor. Kobani’de, “Amerika ile iş birliği yapıyorlar, Suriye’yi bölmeye çalışıyorlar” gibi yaklaşımlarla, Kobani’de, Rojava’da Kürtlerinin izlediği siyasetin ve Kürt sorununun ana unsuru haline getiriliyor. Kürt hareketleri, KDP’nin, YNK’nin, PKK’nin, PYD’nin eleştirisi başka, onların izledikleri strateji ve taktikler karşısında olmak, doğrudan veya dolaylı statükocu devletlerin yedeği konumuna gelmek başka bir şeydir. Bu eksen kaymasıdır, sol muhalif bir çizgi değildir. Muhalif olmak, statükocu devlette karşı, ezilenden yana olmayı, dolaylıda olsa devlete, statükoculara güç vermemeyi gerektirir.
Türkiye Cumhuriyeti devleti, kim kazanırsa kazansın ama bölgede Kürtler kazanmasın siyaseti izliyor. Kürtlerin kazanımlarının kalıcılaşmasına, anayasal, yasal güvenceye kavuşturulmasına bir yerden sonra rıza göstermeye yanaşmıyor. Kürtler var ama en doğal haklarının kullanılması söz konusu edilemez noktasında. Rojava’daki Kürtler Şam’a, Diyarbakır’daki Kürtler Ankara’ya, Erbil’deki Kürtler Bağdat’ta bağlı olmaya devam etsinler istiyor. Bütün bölgede Kürtlerin statüsünde esaslı değişikliğe karşı. Bu anlamda Suriye’deki gelişmelerin ve Türkiye’ye yansımalarından korktup çözüm sürecini bozdu. Biz de işini kolaylaştırdık. Sürecin bitirilmesini seçimlere indirgedik. Halbuki her türlü seçim alt unsurları.
Burada Kürt ana akım siyasetlerinin kendi aralarındaki ilişkilere de bir şey söylemek istiyorum. Kürt örgütleri yıllardır kendi aralarındaki ilişkilerin problemleriyle ve sonuçlarıyla uğraşıyor. Bunlar, siyasi, ideolojik olmayan sorunlar. Bu Kürtlerin büyük enerjisini alıyor. KDP, YNK, PKK, GORAN gibi Kürt örgütleri arasındaki rekabet, çoğu zaman düşmanlığa vardırılıyor. Bu terk edilmediği sürece sadece Kürtler değil, bu bölgede yaşayan hiç kimse geleceğinden emin olamaz. Bazı arkadaşlar “referandumda KDP kaybetti diyor”, peki, kazanan Kürt var mı, İstanbul’da ki demokratlar kazandı mı? Türkiye kazandı mı? Referandumu sandıkta KDP kazandı, sonra hep beraber kaybettik. Türk devleti, Kürt karşıtlığı ile güç kazandı, bu anlamda bölgede güçlendi.
Erbil’de kaybedilen referandumun sonuçlarının Rojava’da etkilisi olamayacak. Bugün yapılması gereken bundan ders çıkarmak. Referanduma karşı, bölgesel ve uluslararası bütün statülü güçler, nasıl tek cephe oldular, neden bir gedik açılamadı düşünmek gerek.
Referanduma çeşitli nedenlerden dolayı zamansızdı denilebilir. Ama son iki ayda içinde Erbil ‘in KDP’nin referandumu olmaktan çıktı. Yeniden Kürt düşmanlığı hortladı. Bir noktada şunu yapmadı, bunu yapmadı gibi çeşitli eleştirilerin anlamı zayıfladı. Parlamento kapalı, parlamentodaki partilerle ittifak kurmadan, KDP tek başına karar aldı eleştiriler haklıdır, doğrudur. Ama bölge devletleri referanduma karşı seslerini yükselttiğinde yapılması gereken referanduma sahip çıkmaktı. Ama ile fakat ile başlayan cümle kurmamaktı. Bunun sadece Kürtlere değil herkese zararı oldu. Türkiye’nin demokratikleşmesinin kilit sorunu, Kürt meselesinin çözümünde ileri değil geriye gittik.
Referandum sonrası ortaya çıkmıştır ki Kürtlerin statüsü konusunda bir değişikliğe gidilmeden hiçbir şey yerli yerine oturmayacak. Ortadoğu’da hiçbir şey değişmeyecek. Batı ve bölge ülkeleri Kürt sorununda bütünlüklü siyaset belirlemeden Ortadoğu’da sular durulmayacak. ABD’ nın KDP politikası var ama Kürt politikası yok; PYD politikası var, Rojava politikası yok. İran’ın YNK politikası biliniyor, Kürt politikası net değil; ya da Türkiye gibi eskiyi korumaya dönük. Kısacası Ortadoğu’nun geleceğini Kürtlere yaklaşım belirleyecek. Bu nedenle çözüm sürecinde Öcalan sık sık ifade ettiği gibi Kürtler arasındaki ilişkilerin değişmesi gerekiyor. Bugün Kobani’deki Rojava’daki Kürtlerin geleceği Erbil’deki Kürtlerin geleceğiyle, Rojava’daki Kürtlerin geleceği tarihte hiç olmadığı kadar birbirine bağlanmıştır. Kürt örgütleri birbirlerine karşı bölgenin statükocu devletleriyle iş tutmak anlamına gelecek tutumları terk etmelidir. Ortadoğu’da Kürt karşıtlığı yükselişte, bunu engellemek daha da zorlaşacak. Sudi Arabistan’daki gelişmeler kaygı verici. Yarın yaşanacak Sünni Şii çatışmasında korkuyorum. Türkiye’nin barışı da bölgedeki karmaşanın sona ermesi de Kürkler arası ilişkilerin değişmesiyle çok ilişkili. Bu bölgede ciddi sosyal değişime yol açacaktır. Diğer yandan statükocu güçlere karşı, ciddi ve etkin bir mücadele hattı örmeliyiz. Barışın yolu böyle açılacak. Barışın, eşit ve özgür yaşamın toplumsal zeminleri geliştirmek ve sağlamlaştırmak zorundayız.
- Bölüm
Halen referandumu KDP üzerinden değerlendirmeye çalışıyoruz. Başta KDP’nin ve Kürt örgütlerin çizgisinin eleştirilecek bir sürü yanı var. Bunlar tartışılabilir ama referandum meselesi Türkiye’nin de dünyanın da 2 yıldır gündemindeydi. Örneğin İsmail Hocamın dediği gibi 2007 yılında neden referandum yapılmadı, Kerkük’ün statüsü belirlenmedi? Bu sorgulanmadı, eleştirilmedi? Irak anayasasının gereği yapılmadığında hiç kimsen ses çıkmadı. Tek bir Kürt yönetimi oluşturulamadı, ikili yönetim vardı. Bağdat ile krizsiz bir dönem olmadı. Türkiye’de bunu kullandı. Recep Tayyip Erdoğan, gönlüne göre Güneye petrol parasını verdi, zam yaptı. Erbil’de bu ilişkiler içinde kararlar veriyordu. Bu kriz döneminin bir aşamasında referandum kararı alındı. Bizim işimiz bunlar üzerinden bahane üretmek olamaz. Kürtlerin referandumda ne dediği sandıklar açıldığında ve sokaklarda görüldü. Biz eylemin muhtevasıyla ilgilenmeliyiz. Biz Türk-İş’i hep eleştiririz, yerden yere vururuz. Ama Türk-İş bir eylem kararı aldığında, bunun arkasında ne var diyerek tutum takınıyomuyduk? Önemli olan eylemin harekete girdisinin ne olduğudur. Erbil referandumu Kürtlerin güçlenmesi için bir fırsattı. Amasız, fakatsız desteklenmeliydi. Barış insanları, her koşulda bölgedeki tüm statükocu güçlerin karşısında ve referandumun yanında yer almalıydı. Bir arkadaş sordu, “birlikte yaşam çok kimliklik üzerinden olurmu” diye. Tek kimlikle birlikte yaşam diye bir şey zaten olmaz. Birlikteliğin kendisi çoğunlukçudur. Ayrıca İran’daki, Irak’taki, Suriye’deki Kürtler ile ilgili nasıl karar verebiliriz. Onlar kendileri nasıl istiyorlarsa yaşamalı. Kaba tabiriyle komşuda kavga var benim evime de sıçrayabilir diye, komşudaki kavgaya müdahil olmak istenebilir mi? Doğru olan mazlumun yanında, zalimin karşısında yer almaktır. Bu, işin alfabesi budur. Kendi ülkemiz için konuşabilirsin bunu ama son 3 yıldır Rabia işareti şartı dayatıldı koşullarda bu da olmaz. Anayasa tartışmaları sırasında Türkiyelilik tartışıldı. Şimdi tek millet dayatması var. Bu söylem eski resmi devlet söylemi. Görüyoruz ki bunda toplumda büyük bir mutabakat sağlandı. Bu nedenle tartışmayı buradan kurmamalıyız. Önce nefret ve ırkçı söylemi, Türk milliyetçiliğini geriletmeliyiz. Türk kimliğini yeniden İhya eden söylemin karşısında durmalıyız.
İsmail Beşikçi Hocanın söylediğini, ben de tekrarlamak istemiyorum. Uluslararası güçler, Kürtlere karşı yeniden anlaştılar. Büyük bir hesap var. KDP’nin Türkiye ile ilişkisiyle, PKK’nin İran ile ilişkisiyle, YNK’ nin İran ile ilişkisiyle ve ihanetiyle süreç izah edilemez. Ortada evrensel büyük bir problem var biz nerede duracağız, nasıl tutum takınacağız? Ben diyorum ki önce kendi devletimizin, kendi hükümetimizin bu düşman siyasetine bütün solcular, devrimciler, muhalifler birleşik şekilde karşı durmalıyız. Bunun içerisine milli mutabakat içerisinde yer alan cumhuriyetçileri de katmalıyız. Niye Kürtler söz konusu olduğunda daha fazla ama diye konuşulduğu sorgulanmalı. CHP’nin adalet yürüyüşü amasız desteklendi. Doğru yapıldı. Çünkü yürüyüşün CHP kitlesini ve toplumu dönüştürücü bir işlevi söz konusuydu. Bu, Kürtler, HDP söz konusu olunca neden böyle yapılmıyor. Başka duygular, kaygılar depreşiyor. Devletin beka kaygısı insanları etkiliyor. Bakın önümüze bir süre sonra Rojava bağlamında bu sorun gelecek. PYD’nin Rojava’ daki mücadelesine ilişkin bizim mahallede ne türden tartışmalar yapıldığına bakın olacakları kestirebilirsiniz. Kendi işimizi yapmayıp, soruluğumuzu yerine getirmeden başkalarının yaptığı eksiklikler, işler üzerinden kendimizi tarif etmemeliyiz. Bu biçimde birlikte, eşit koşullarda bir yaşamı kurma yolundan ciddi mesafe kat edemeyiz. Teşekkür ederim.