İnsan gibi insan, evrensel insan Osman Kavala’nın, gözaltına alınması beklenmedik bir şey olmadı. Ama Türkiye’nin nereye sürüklendiği ve ne hale dönüştürüldüğü gözümüze sokuldu. Osman’ a “kötülük” yapmak için harekete geçenlerin kötülüğün büyüğünü Türkiye’ye yaptıklarının farkında değiller.
Şimdilik bunun ötesinde değerlendirmeler de bulunmak için erken. Soruşturma dosyası üzerinde gizlilik kararı verilmiş. Bunun sonucu olarak ailesine ve avukatlarına gözaltına alınmasının nedeniyle ilgili herhangi bir açıklama yapılmış, bilgi verilmiş değil. Haklı olarak sevgili eşi Profesör Ayşe Buğra, dün akşamüzeri kamuoyuna yaptığı açıklamada “Öncelikle, Osman Kavala’ ya şu ana değin verilen destek için herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Bununla birlikte konunun henüz soruşturma aşamasında olması nedeniyle, bu noktada acele değerlendirmeler yapmanın çok doğru olmadığını düşünmekteyiz. Kanaatimiz Osman Kavala hakkında bir yanlış anlamanın olduğu yönündedir. Kaldı ki, soruşturma ve yargı makamlarının bu hatayı süratle düzelteceğine inanıyoruz.” İfadelerini kullanmak durumunda kaldı.
Bundan öte söyleyebileceklerimiz Osman’ının, nasıl bir insan olduğuna dair tanıklığımız olabilir. Buna Osman’ı gözaltına alanların, alınmasına vesile olanların, hizmet edenlerin ihtiyacı olmadığına eminim. Hatta onların birçoğunun bir çoğumuzdan daha çok Osman’ın nasıl bir insan olduğunu bu ülke insanı için neler yaptığını çok iyi biliyorlardır. Çünkü kamu otoritesinin bütün bilgileri, belgeleri onların emrinde.
Ama toplumun yeteri kadar bildiğinden o kadar emin değilim. Çünkü Osman, yaptığı iyilikler, bu ülkeye kattığı değerler üzerine kamusal alanda konuşmaz, ortalığa saçmazdı. Her ne yapıyorsa “evrensel insan” olmanın meziyeti gereği olarak yapmayı içselleştirmiş bir insan Osman.
Osman ile benim tanışıklığım, dostluğum Türkiye’nin ezelî sorunu Kürt meselesinde süren şiddet sarmalından kurtulmak için 1999 yılında yakalanan fırsatın kaçırılma emarelerinin belirdiği 2005 yılının Mart ayında başladığımız, Profesör Gencay Gürsoy, Doçent Nuray Mert ve Tayfun Mater ile çalışmaya dayanır. Yürüttüğümüz çeşitli temaslar ve yaptığımızım görüşmeler neticesinde kısa bir metin hazırladık:
“Biz aşağıda imzası bulunanlar,
Son günlerde yoğunlaşan çatışma ortamından kaygı duyuyoruz.
Sadece geçen ay 50’ye yakın insanımızı yitirdik. 15 yıl süren ve 30 bini aşkın insanımızın yaşamının kaybına yol açan taraflarca “düşük yoğunluklu çatışma” veya “kirli savaş” olarak adlandırılan dönemin acıları, milyonlarca insanımızı derinden yaraladı. Artık insanlarımız ölmesin, barış içinde ve adil bir yaşam sürelim. PKK’nın silahlı eylemlere derhal ve önkoşulsuz son vermesini istiyoruz.
Hükümetin, kalıcı barışın sağlanması ve herkesin demokratik toplumsal hayata katılabilmesi için gerekli yasal düzenlemeleri gerçekleştirmesini talep ediyoruz.”
Ülkenin kanat önderlerinden, sivil toplum kurumlarından 150 yurttaşın imzaladığı bu metni, 15 Haziran 2005 tarihinde İstanbul Hill Otelde basın toplantısında Prof. Gencay Gürsoy kamuoyuna açıkladı. Ve bu çağrının gereğinin yapılması için çaba göstermek gibi büyük bir sorumluluk üstlendik.
Bunun gereği olarak çağrı metni çerçevesinde 10 Ağustos 2005 tarihinde Gencay Gürsoy, Osman Kavala, Nuray Mert, Adalet Ağaoğlu, Ali Bayramoğlu, Ahmet Hakan, Yücel Sayman, Tayfun Mater, Mustafa Karaalioğlu ile birlikte dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakanlıkta 3 saati aşan bir görüşme yaptık. Başbakan, bu görüşmede televizyonlarda canlı yayınlanana konuşmasında “Kürt sorununu ayrılıkçılık ve şiddet temelinden ele alamayız. Var olan sorunları yok sayamayız, hepsini gerçek kabul ediyoruz. Daha çok demokratikleşme ve reformla sorunu çözmeyi sürdüreceğiz. Genelkurmay Başkanı’nın ne istediğini anlayamadım. Geriye adım atamayız. OHAL konuşuldukça kabul edilebilir hale geliyor, demokratikleşme yolunda geriye dönmemiz mümkün değil.” (Şemdinli’den Ankara’ya Kürt sorun” Hakan Tahmaz Agora yayınları sayfa 13. 2008)
İfadeleri devletin merkezinde başbakanlıkta Türkiye tarihinde ilk kez dile getirildi. Tarihi doğru yazacaksak bu barış arayışlarının ilk işaret fişeği oldu. Tabi ki iki gün sonra Diyarbakır’da TOKİ evlerinin açılışında yaptığı konuşma bunun devamıydı. Bu Türkiye’yi sarstı. Büyük umutlar doğurdu.
Osman, gözaltına alındığı 18 Ekim 2017 Perşembe tarihine kadar bu insani sorumluğunun gereğine uygun davranmayı başaran ender insanlarımızdan bir oldu. Osman, birçok barış arayışına, girişimine yer almaya, mütevazı desteğini sürdürdü.
Bunların en kritiklerden biri de Türkiye Barış Meclisi’nin Çözüm Sürecine destek vermek için başlattığı “Barışa Omuz Veriyoruz” kampanyasının 26 Ocak 2013 tarihinde düzenlediği basın toplantısında yaptı konuşma oldu. Osman için bu konuşma bir ilk olmuştu. Çünkü ben benzer basın toplantılarında hiç kürsüde yer aldığını hatırlamıyorum. Biraz da benim ısrarımla kürsüden kampanyamıza desteğini şu cümleleriyle açıkladı:
“Barış zor şeydir. Bekir Bey’in (Bekir Özipek’i kastediyor HT) dediği gibi bu, karşılıklı bir dönüşüm gerektiriyor. Silahlı mücadeleyi seçen örgüt ve onu destekleyenler bundan sonra devlete karşı, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı daha farklı bir ilişki içerisinde olmayı kabul edecekler ve bununla birlikte bugüne kadar bu örgütü sadece terörist bir suçlular grubu olarak algılayanlar da düşüncelerini değiştirmek durumunda kalacaklar. Bu, zor bir süreçtir; ama imkânsız değildir.”
Bende bir örnek vermek istiyorum. Türkiye 1.Dünya Savaşı’ndan sonra Yunanistan ordusu ile savaştı. Ve Yunanistan tarafından Anadolu’ya ciddi bir işgal yapıldı. Ve bu işgal ile birlikte çok fazla etnik sorunlarda ortaya çıktı. Buna rağmen savaştan sonra Türkiye, Yunanistan ile barış yapmayı başarmıştır. Yani istenirse düşman diye görülen kesimlerle barış yapılabiliniyor. Türkiye’nin aslında böyle bir deneyimi var. Barış süreci insanların çok yabancı olduğu bir şey değil. Hepimizin menfaatine aykırı bir şey değil. O bakımdan, hep birlikte dediğim gibi kutuplaşmaya mahal vermeden, omuz verilerek bunun başarılacağına, gerçekleşeceğine inanıyorum.” 26 Ocak 2013/İstanbul
Bu çalışma gibi onlarca çabanın içinde yer alan Kavala, çözüm sürecinin sorunlar yumağına dönüştüğü ve kutuplaşmanın hız kazandığı, 2014’ün son aylarında barış çalışmaları kurumsallaştırmak, etkin kılmak için vakıf kurma girişimimize destek verdi; ısrarlımız üzerine 34 kurucumuzda bir olmayı kabul etti. Bir çok kişinin farklı görüşlerden insanlarla ortak çaba yürütmenin imkansız veya anlamsız olduğunu düşündüğü ve kurucu olmaktan imtina ettiği bir süreçte isteğimizi başkaları gibi geri çevirmedi. 1 Şubat 2016 tarihinde resmi kuruluş prosedürü tamamladığım Barış Vakfı’ndan onun da verdiği güçle HDP’ye, AK Parti’ye, CHP oy verenlerle çalışma imkanımız doğdu.
Bunlar gibi yüzlerce çalışmanın gönüllüsü, destekleyici olan Osman Kavala, gözaltına alınması yanlışından sevgili eşi Ayşe Buğra hocamın yukarıdaki “soruşturma ve yargı makamlarının bu hatayı süratle düzelteceğine inanıyoruz.” Cümlesiyle ifade ettiği isteğinin daha fazla geç olmadan gerçekleşmesi herkesin, daha çok da Türkiye’nin yararına olduğu çok açık değil mi? Ben Osman’ı kültür ve barış insanı olarak tanıyorum. Ya siz nasıl tanıyorsunuz?