Barışı Diyarbakır’da, Ağrı’da değil; Konya’da, Edirne’de, Kürt inşaat işçilerinin Kürtçe konuşmaları için “PKK’lı” diye linç girişiminde bulunulan Altıntaş’da, Rize’de, İzmir’de, aramak gerek. Yani savaşa oy verenlerin tutumlarını değiştirebildiğimiz ölçüde barış gerçekleşecektir.
HAKAN TAHMAZ
Tükenmez Dergisi
2017 Sonbahar sayı:27
Ortadoğu’daki büyük altüst oluşlar kısa sürede durulacak gibi gözükmüyor.Yaşananlar,bölgenin statükocu devletlerini, toplumlarını derinden sarsıyor. Beklenmedik şeyler olmaya gebeyeni Ortadoğu ile karşı karşıyayız.
Türkiye, bu süreçte kendi iç sorununu kendi dinamikleriyle çözebilme fırsatını hoyratça kullandı; büyük yıkımların köşe taşlarını döşedi. Çözüm Süreci’nde yapılanlar değil, yapılmayanlar bugün ülke için büyük pranganın birer halkasına dönüşmüş durumda.
Çözüm Süreci’nin kıymetini anlamamak, Türkiye’yi bölgesel çalkantılar, altüst oluşlarda rotasız bıraktı. Abdullah Öcalan’ın Kürt isyanlarına son verecek çözüm “büyük ittifak” önerisi kabul görmedi. Bu ittifak, Türkiye için,bölgesel veuluslararası güç odakları karşısında koruma zırhı niteliğine sahip olacaktı. Ortadoğu’nun yeniden dizaynında Kürtler, Ankara ile müttefikliğin siyasal, demokratik zeminlerini oluşturma arzusu taşıyorlardı.
Çözümü çözümsüzlüğe dönüştürmek
Bu tarihi fırsat, yanlış bölge politikasının yanı sıra güç zehirlenmesinden ve Cumhuriyetin kurucu çimentosunu oluşturan Kürd korkusundankaçılırdı. Bu korkunun ürünü olan kuşkulu vekibirli benmerkezci yaklaşımlar güvensizliği aşacak tedbirlerin alınmasını ve çözüm projesinin yapısal problemlerinaşılamasını engelledi. Türkiye’yi çözüm öznesi olmaktan çıkardı. Daha da ötesi artık “Türkiye’nin Kürt Sorunu” “Türkiye’nin sorunu”olmaktan tam anlamıyla çıktı. Sorun daha fazla uluslararası ve bölgesel soruna dönüştü.
Ankara,Kürt siyasetinin altın tepside sunduğu “demokratik çözüm gücü olma” inisiyatifinideğerlendiremedi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarının politikalarına dört elle sarıldı. 1929-30 yıllarının Kürtkarşıtı politikalarını uygulamaya hız verdi. Kürtlerin taleplerini,Türkiye komşu olma çabalarını Türkiye’nin beka sorunu olarak tanımladı. Demokratikleşmeyi değil, Türklük soslu milli savunma ve güvenlikçi politikalar tercih edildi.
Şimdi yaratılan“beka sorununu” savuşturmak için Şam ile, Bağdat ile Tahran ile, Moskova ile, Washington ile çözüm aranıyor, yol bulmaya çalışlııyor. Kendi Kürtleriyle barış yapmaktan korkanAnkara, bölgesel ve Küresel güçlerin karşısında helak oluyor, karşılarında el pençe durmaya zorlanıyor. Çözüm ve barışı ufukta görünmez kılan savaş taktiklerini, siyasal tasfiye programını milli ittifakla uyguluyor.
Bunların büyük milli ittifakla ve toplumsal geniş rızayla uygulanması, barıştan neden ve ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor. Güçlü, netleşmiş, barış iradesinin olmadığını göstermesinin yanı sıra masanın taraflarca bu kadar kolay devrilmesi toplumda da güçlü, net barış arzusunun ve iradesinin oluşmadığını gösteriyor.
Türkiye’de çözüm Süreci veOslo görüşmeleri siyasal iradenin zayıf, kırılgan ve rotasız olduğunu açığa çıkardı. En son Kolombiya örneği gösterdi ki, güçlü ve net çözümiradesi, toplumsal desteğin sağlayabilir, barış programını hayata geçirebilir.
2017’nin sonbaharında Türkiye’nin bundan oldukça uzak olduğunu tespit etmek, barış arayışlarından uzak durmayı kabullenmek anlamına gelemez. Aksineşimdi CheGuevara’nın bildik, “Gerçekçi Ol, İmkansızı İste”sözünü kılavuz yapmanın tam zamanıdır.
Barış talebi, savaş ve çatışmayoğunlaştığında yükseldiğinde anlamlı olur. Taraflar veya bir taraf çatışarak/ savaşarak sonuç alamayacakları veya bunun bedelini kaldıramaz noktaya geldiklerinde barışa karar verirler. Bu koşulların oluşmadı yerlerde/ dönemlerde ise barış talebi toplumsallaştığından taraflar barışa mecbur kalırlar; barışın siyasal iradesi ve öznesi, belirir, ortaya çıkar. Bu da barış hareketinin adil ve demokratik taleplerle gelişmiş olmasına doğruda bağlı bir konudur. Tarafların sürdürdüğü müzakereye paralel, geniş anlamda sivil toplum örgütleri, girişimleri barışın toplumsal ayağını inşa eder, barışı toplumsallaştırır.
STK’lar muhasebe yapmalı
Kandil, İmralı, Ankara üçgeninde süren müzakerelerde güçlü ve net bir çözüm iradesininoluşamamasının yanı sıra barışın toplumsal ayağının örülememesi sorunuyla da yüzleşmeliyiz. Bugün güçlü barış hareketinin olmaması Ankara’nın baskılarıyla, sindirmesiyle veya barış mücadelesini kırmalize etmesiyle sınırlı bir probleme indirgemek bizi ilerletmez.
Bu bakımdan yeni bir barış sürecinin başlatılması ve siyasi öznesinin açığa çıkması için Çözüm Süreci’nin sivil toplum örgütlerinin çalışmaları bakımından da muhasebesine ihtiyaç var. Kaçımız, ne kadar uluslararası kabul gören kriterlerle ve alanlarda barış çalışması yürüttük, ne türden sonuçlar ve birikim elde ettik?
Bu kriterler ve alanlar 1-Sivil Koruma 2- Çatışmaya Duyarlık ve Toplumsal Birliktelik 3-Hesap Verebilirlik ve İzleme 4- Barış Kültürü ve Sosyalleşme 5- Arabuluculuk ve Kolaylaştırıcılık 6-Savunma ve kamu iletişimi 7- Hizmet Sağlamak gibi yedi başlık altında özetlemek mümkün.Bu muhasebe önümüzdeki dönemde barış görüşmelerine siyasal tarafları zorlayacak toplumsal basıncı, teşviki, cesaretlendirme veya özendirmeyi yapabilmemiz içinde önemli ve kaçınılmaz.
Barışın adresi Fırat’ın batısında
Bugün Türkiye siyasetiyle, toplumuyla barıştan uzak. Ancak her gecenin bir gündüzü var, her savaşın bir barışı var. Savaşın ömrünü kısaltmak, barışı inşa etmek bizlerin boynun borcu. Bizden öncekiler bizim geleceğimizin çalınmasını engelleyemediler, bizim ise böyle bir lüksüm yok. Biz barışı inşa etmek için savaşanları, çatışanları masa başına gelmeye mecbur bırakmak zorundayız. Bu çocuklarımıza, torunlarımıza borcumuz. Bunun için Kürtler ne istiyor sorusu gibiklişeleşmiş soruları bir kenara bırakmalıyız. Bu sorunun yanıtı belli. Barış mücadelesi veya barış hareketinin gelişimi ve toplumsallaşması için “biz” Kürtlerle eşit haklar temelinde yaşamak istiyor muyuz; mevcut sınır komşularımızla ve olası yeni komşularımızla güven ve hak eşitliği temelinde komşuluk ilişkisini sürdürmeye hazır mıyız ve herkesin başkasının özgürlüğünü taciz etmeden nasıl yaşamak istiyorsa öyle yaşamasına rıza gösterecek miyiz? Ve nihayet “beka sorunu” Kürtler mi yaratıyor, kendimiz mi yaratıyoruz? Gibi sorulara güçlü yanıt bulmalıyız.
Çözüm sürecinde Türkiye’nin barışını konuşuyorduk. Artık Suriye’nin, Irak’ın geleceğini, Türklerle, Araplarla, Kürtlerle, Ortadoğu’nun bütün kadim haklarıyla nasıl bir yaşam ve ilişki kurmak istediğimizi konuşmak ve karar vermek zorundayız. Bu eskisi gibi olamaz, olmamalıdır.
Siyasi elitlerin, karar vericilerin, toplumu etkileyenlerin, toplumsal kanaat önderlerinin ve bu topraklarda yaşan her bir yurttaşın bu sorulara vereceği yanıtları evet dönüştürebildiğimiz ölçüde demokratik çözümün imkanları çoğalacak, barış ulaşılabilir olacaktır. Barışı Diyarbakır’da, Hakkari’de; Mardin’de, Ağrı’da değil. Konya’da, Edirne’de, Denizli’de, inşaatta çalışan Kürt işçilerin, Kürtçe konuşmalarından dolayı “PKK’lı bunlar” diye linç girişiminde bulunulan Altıntaş’da, Rize’de, Samsun’da, İzmir’de, İstanbul’da aramak gerek. Yani savaşa oy verenlerin tutumlarını değiştirebildiğimiz ölçüde barışgerçekleşecektir.