İshak Karakaş:
Hakan Tahmaz Türkiye Barış Vakfı sözcüsü. Hayatını barış mücadelesine adamış biri. Önceki gün Irak’ta Kürtler’in yaptığı bağımsızlık referandumundan sonra maalesef siyasi ortam bölgede bir kere daha gerildi. Sert söylemler ve karşılık yaptırımlar gündeme geldi. Hakan Tahmaz ile buluştum ve kendisine referandum sonuçlarının anlamını ve gerginlikten kaçınmanın yollarını sordum:
“Hakan Tahmaz” denildiğinde akla Barış geliyor. Barış için verdiği mücadele geliyor. Barış Vakfı kurucusu. Kendisi ile önceki gün yapılan Irak Federe Kürt Bölgesi referandumunu konuşmak istedik. Öncelikle teklifimizi kabul ettiğiniz teşekkür ederim.
Tahmaz: Ben teşekkür ederim.
Siz Barış Meclisi olarak, bağımsızlık referandumuna ilişkin verilen tepkileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Barış Vakfı olarak siyasi konularda çok güncel gelişmelere dahil olmak istemiyoruz ama Türkiye’nin Kürt sorunun ve barış konusunu kapsayan her şeye karşı bir görüşe sahibiz. Referandum kararı uzun zamandır Kürt kamuoyunda tartışılıyordu. Bundan konuda kamuoyuna bir açıklama yaptık. Bu açıklamada Ortadoğu’da bir kaos durumu olduğunu ve bu kaos durumundan çıkış için Türkiye’nin de kim nasıl istiyorsa ona saygı duyması gerektiğini düşündüğümüze belirttik. Eşit yaşamdan, özgürlüklerden yana, herkesin başkasının özgürlük alanlarına müdahale etmeden, istediği gibi yaşayabileceği, iradesesel bir yaşama saygı duyulması gerekir. Bu açıdan Türkiye’nin son dönemde izlediği referandum karşıtı söylemlerinin hem bölgede hem de ülkede derin yaralar açacağını ve kaosu büyüteceğini düşünüyorum.
Siyasilerin verdiği mesajlardan mı bunu çıkarıyorsunuz?
Evet. Neredeyse Meclis’teki her üç partinin yani Ak Parti’nin, CHP’nin ve MHP’nin ortak bir konseptte buluştuğunu gördük. Neydi bu konsept? Kürtler’in yapmış olduğu referandumda söylenen “biz böyle yaşamak istemiyoruz. Ne Bağdat’ın iki dudağı arasında, esen rüzgara göre, Bağdat’ın bize biçtiği role göre oynamak ne de bölgesel güçlerin biçtiği rolleri oynamak ne de onların keyfiyetine kalmış bir biçimde yaşamak istemiyoruz. Biz kendi geleceğimizi kendimiz belirlemek istiyoruz. Bunun için de Güney Kürdistan’da yaşayan insanlar ne diyor, bunu test etmek istiyoruz”yönündeydi. Bunun altını çizerek söyleyelim. Kürdistan bölgesinde yapılan referandum Kürtler’in Kürt devleti kurmak için yaptığı bir referandum değildir. Bunun altını çizeyim. Çoğulcu Kürdistan yaratılmak isteniyor. Ve Türkiye’ye geldiğinde bu döndü dolaştı Türkiye’nin beka sorunu, Türkiye’deki Kürtler bundan cesaret alır mı bahanesi ile Türk milliyetçiliğini köpürttüler. Yapacaklarının sınırı belli olmasına rağmen köpürttüler. Bu da Türkiye’de ortak yaşamın zeminlerini tahrip ediyor ve sevgili Aysel Tuğluk’un annesinin mezarına dahi tahammül gösteremeyen bir güruhun ortaya çıkmasına yol açıyor. Bütün bu bölgedeki Kürtler’i ve Kürt siyasetini benimsememiş olanları düşmanlaştırıyor. Biz yine döndük Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur siyasetine neredeyse. Cumhuriyet’in kuruluşundaki şeye. Türkiye’ye baktığımızda ulusal mutabakat sağlanmış. Kast ettiğim şey Meclis ve meclis dışı siyasette referanduma karşı takınılan tutumları görüyorum. Doğru olanın ve gerçekçi olanın İŞİD’in komşusu olmaktansa Kürtt’lerin, yanı başımızda bir Kürdistan’ın komşusu olmanın Türkiye’nin geleceği için, Türkiye toplumu için çok daha avantajlı bir durumdur. Irak’ın işgalinden beri daha güçlü konuma gelen Irak Bölgesel yönetiminden Türkiye’ye gelen herhangi bir tehdit unsuru yok. Bölgesel Yönetimden kaynaklanan bir şey oldu mu? Olmadı. Son bir haftaya kadar Ak Parti’nin Kürt müttefiki Barzani’ydi. Barzani’nin dışında kimse ile ilişki kurulmuyordu. Bağdat, Meclis başkanı filan. Sadece Barzani ile ilişki kuruluyordu. Diğerlerini dışlama girişimi vardı. Bu bile bir şeyin göstergesi. Barzani hareketini çok değil ama biraz inceledim. Türkiye’ye ile dostluk kurmak gibi yaklaşımı vardı KDP’nin, bunu da sürdürdü Barzani. Bu açıdan Türkiye ne yazık ki baltayı taşa vurdu referanduma karşı çıkarak. Ve bunun sonuçları Türkiye için hiç iyi olmayacak.
Kaldı ki Irak Kürt Federasyonu diyor ki “bizim dışardakiler ile bir sorunumuz yok.” Sadece Bağdat ile olan anlaşmazlığımızın bir sonucu bu referandum. Biz de pozisyonumu alacağız. Referandum bizim konumuzu biraz daha güçlendiriyor. Türkiye en çok ihracat yaptığı üçüncü ülke ile neden böyle bir çatışmaya giriyor?
Bu soruyu Türkiye’de yaşayan bütün insanların sorması lazım. Yani Bağdat Irak Anayasasına göre Türkmen ve statüsü belli olmayan ve sorunlu olan alanların 31 Aralık 2007‘ye kadar yapılacak referandum ile netleşmesi gerekiyordu. Yani Türkiye için temel sorun olan Kerkük ve Musul gibi yerlerin statüsünün ne olacağına bir referandum ile karar verilecekti. Defalarca bu meseleler gündeme geldi. Petrol satışı sorunları ile. Türkiye ekonomik çıkarlarının dışında buna ilişkin tek laf etmedi. Ucuz petrolü Kürt yönetiminden alıyordu ve Türkiye ile hiçbir ülkeye tanınmayan bir ticaret ilişkisi kuruldu. Türkiye’nin şu anda izlediği siyaset Kürtler’in mevcut durumun değişmesine rıza göstermeme halidir. Bugüne kadar hep Türkiye bölünecek diye, yani iç tehdit olarak görünen Suriye Erbil’e kadar uzandı yani. Erbil’i de bir tehdit görme siyasetinin, kuruluş felsefesine yönelme siyasetinin sonuçları ile karşı karşıyayız. Ama bu uygulanabilir mi, dersek, mümkün değil,olmadığı da zaten Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’ye dönmesinin ardından yapılan MGK toplantısının sonuç bildirgesinde bu ortaya çıkmıştır.
Referandum sonuçları bölgedeki siyasi durumu nasıl etkiler? Olası çatışmalar nasıl engellenir?
Basına yansıyan sonuçlara göre yedi düvel “referandumu yapmayın” dedi. Bir kısmı “gündeme getirmeyin” dedi. Ama Kürt yönetimi kendi çizgisinde ısrar etti ve bütün çağrılara rağmen yüzde 80 gibi bir katılım oldu. Bu ciddi bir şey. Çünkü referandum ve seçimler aynı olmaz. Referandumlar düşük olur ama burada yüksek oldu. Yani Kürtler’in iradesi ortaya çıkmıştır. Hatta Türkiye Kürtler’inin büyük bir bölümü de bu sonuçları beklemiştir. Referandumun ortaya çıkardığı sonuç şudur, Kürtler eski hallerinde yaşamak istemiyor. Bunun değişmesi gerekiyor. Kendi geleceklerini kendileri kurmak istiyor. Buna saygı gösteren her ülke kendi iç sorunlarını dostluk, kardeşlik içerisinde çözer ve bu ülke ile olan sorunlarını da çözer. Aslında Türkiye için bir fırsat var. Türkiye bu iradeyi tanımadan ne iç sorunlarını çözebilir ne de bölgesel sorunlarını çözebilir. Didişerek, kavga ederek, savaşarak sorunları çözemediği açıkça ortaya çıkmıştır. Kürtler’in, orada yaşayan Türkmenler’in ve orada yaşayan diğer azınlıkların geleceği için gösterdiği bu iradeye bakıldığında sorunu dostluk ilişkisi içerisinde çözmekten başka bir yolun olmadığını görmek lazım. Bu da aynı zamanda Türkiye’deki sorunların çözümünde bize yol gösterir. Özet olarak, 1929 ve 1930’larda yeniden Ortadoğu’nun şekillenişinde küresel güçlerin başardıklarını bugün başaramayacakları, Kürtler’in bugün başka bir noktada olduğu bu referandum ile ortaya çıktı. Buardan kendimize bir şey söylemek gerekirse muhalefet hareketi de buradan sonuç çıkarmalı. Referandumda ki önerdikleri devletin beka politikasının başımıza dertler açacağını bilmemeliler. Daha açıkçası sol sosyalist muhalefet örgütlerin birçoğu sessizliğe gömülmüştü. Ama bu referandum tartışmasında Türk hükümetinin Kürtler’e karşı savaş yanlısı, ayrımcı tutum ve politikalarına sessiz kalarak güç vermişlerdir. Eleştirdikleri siyasal aktörlerin, ezilen ulus devrimcisi kendilerinin de ezen ulus devrimcisi olduklarını unutarak davranmışlardır. Aynı zamanda her zaman sabah “Ne Mutlu Türk’üm” diye çıkan ana akım medyanın propagandası altında yaşadıklarını unutarak sessizliğe gömülmüşlerdir. Buradan Türkiye’nin geleceğine dair gelecek sözün karşılığının olmadığı açığa çıkmıştır.
Türkiye’deki Kürtler bu tartışmalardan nasıl etkileniyor?
Siyasal aktörler düzeyinde bakarsan, açık söylemek gerekir ki bu konuya ana akım Türk siyaseti bir iç sorun penceresinden bakmıştır ve burada bir yanlışlığa düşmüştür. Kürt toplumu açısından bakarsan ben iki hafta önce Van’da bir toplantıya katıldım. Toplantıda CHP’li, AK Parti’li sivil toplum örgütleri vekilleri ve yazarları vardı. Çok iyi tanıdığım ve AK Parti içerisinde aktif olduğunu düşündüğüm, Hakkâri’deki bir İslamcı yazar konuşmada dedi ki “Kürtler’in bu referandumuna karşı çıkan Kürt düşmanıdır.” “Bu laf çok ağır” dedim. O da bana “Hayır” dedi. “Tarihsel olarak şöyle” dedi, “Ortadoğu kanıyor, karışık o zaman Kürtler bu karışıklık durumundan kendi ellerini güçlendiren, bir siyaset izlemesinler. Peki, kimin yanında duralım? Türkiye’nin mi, Amerika’nın, mı İran’ın mı yanında duralım? Niye kendi yanımızda durmayalım? Niye başkalarını sırtımızda taşıyalım?” dedi. Türkiye’den referandumu izlemek için Sivil Toplum Örgütleri’nden oluşan 100-150 kişi gözlemci olarak gitti. Bunların kendisi bile Kürtler’in yüzyıllık rüyasının gerçekleşmek imkanını test ettikleri bir referandum olarak gördüklerini söyledi. Diyarbakır’da da aynı şey olsa aynı sonuç olurdu.
Dışardan gelen bütün tepkiler boşa çıktı. Kürtler 80 oranında katılım gösterdi. Ve yüksek oranda Evet dedi.
Aynen Kürtler referandumda “evet” dedi. Çünkü katılım yüksekti ve sandığa giden sayısı fazlaydı. Bu bir yerde değil, her tarafta böyle oldu. Diğer azınlıklardan bölgeye gidiş var. Avrupa’dan kiliselerin, ibadet yerlerinin onarılması, yeniden köylerin kurulması projeleri var. Kürtler’in daha kapsayıcı sorunları yok mu? Var. Bunu burada Kürt olmayan bir vatandaş olarak söylemem olacak iş değil. Bizim de çok sorunumuz var. Ama bize müdahale edildiği zaman “bize karışmayın” diyoruz. Orada çözülecek bu iş. Yeni bir toplum, ülke, kültür yaratılıyor. Benim de eleştireceğim bir sürü problem var. Şöyle diyorlar, “kaderimizi elimize alacağız, Bağdat’a kalmayacağız, Türkiye’nin PKK ile mücadelesine bağlı olarak petrolümüzün parasını almak ve alamamak durumuna kalmak istemiyoruz artık, vereceksin. Güçlü irade olarak “evet” dediğimiz için konuşmak istiyoruz. Petrol paramı almak için Türkiye’ye muhtaç değilim”, bu ortaya çıktı. Bu açıdan Türkiye Kürtleri içinde şöyle bir havanın yükseldiğini gördüm. Bütün Kürt duygularını bu referandum güçlendirdi. Bu duygunun artmasına en fazla Kürt düşmanlığı üzerinden ortaya çıkan, Türk milliyetçiliğine dayanan ötekileştirme politikası sebep oldu. Bu, normal akış içerisinde bir referandum olsaydı, katılım bu kadar olur muydu? Ya da Türkiye’de bu kadar ilgili olur, gündem olur muydu? Bunu bilmiyorum.
HDP’nin bu süreçteki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?
HDP Genel Merkezi’nin açıklamasının ben pozitif olduğunu düşünüyorum. Ama ana akım Kürt siyasetinin süreci doğru okumadığını düşünüyorum. İç siyaset, rekabet, iç sorunlar, Kürt siyasetinin aktörleri arasındaki sorunların sınırları içerisinde, sınırlılığı içerisinde davrandığını düşünüyorum. Referandum sürecinde Kürt siyaseti arasındaki teorik tartışmaları eksen alan açıklamalar ve yaklaşımları –DBP’nin PM kararı felakettir- açıkça ifade etmek gerekirse, kötüdür. ÖDP’nin de açıklamasının milliyetçi bir parti açıklamasından farkı yoktur. Bütün statükocuların Kürtler’e karşı tutum aldığı bir yerde böyle siyaset yürütmek doğru değil, felakettir.
Barış Vakfı olarak bundan sonraki öncelikli hedefleriniz nelerdir, ne yapacaksınız?
Biz doğal olarak 2015 yılında Çözüm Süreci’nden sonra “neden daha fazla ilerleyemedik” sorusunu kendimize sorduk. Bu soru uzun süredir tartışılıyor. Buradan çıkardığımız sonuçlarda da gördük ki, evet Türk Devleti, siyaseti ve Ankara, Çözüm Süreci’ne hazırlıklı değildi. Kafasında başka bir şey var. Devletin Oslo sürecinden başladığımızda, devlet ile Kürtler arasındaki resmi görüşme tarihine baktığımızda devletin amacının başka bir şey olduğunu ve amaç farklılıklarının ortaklaşması sağlanamadığını gördük. Bugünkü çatışmaların altında ise Kürt korkusu var. Kürtlerin kazanımlarının elimine edilmesi politikası yatıyor. O zaman “bunun giderilmesi için, bu durumda sivil toplum örgütlerinin çatışmalara ilişkin çözüm önerileri nasıl olmalı, eksikleri nelerdir” bunun üzerinde yoğunlaştık. Bu referandum gösterdi ki Türkiye’nin kısa vadede Kürt sorunu demokratik, eşit, adil, çatışmayı bitirecek bir yönelime girmesi mümkün değil. Böyle bir üslup sergileniyor ki, PKK ile KDP’yi eşit tutuyor. Bunu şunun için söylüyorum. PKK bir silahlı örgüt, öteki anayasal bir parti, yönetim yahu. Bunu işleyen bir üslup hakim olmaya başladı. Toplumda bunun karşılığı olarak karşı çıkış yok, hatta büyük bir saldırma var Kürtler’e. “Sivil toplum örgütleri üzerinden toplumu çözüme nasıl hazırlarız” üzerine yoğunlaşmaya çalışıyoruz. Önümüzdeki 1 yılda bir dizi program yapacağız. Kasım ayında bir raporumuzu açıklayacağız. Ve onun ardından çeşitli etkinlikler hazırladık, yani 2018 yılını başkalarının değil kendi görevlerimizi hatırlamak üzerine kurduk. “Görevimiz ne”, “ne yapmalıyız” diye bir tür Barış’ı gündemden çıkarma çabalarına karşı bir direnç oluşturmaya çalışacağız.