Çözümün, barışın zeminini güçlendirmek     

Anayasa değişikliğinin Kürd seçmenden beklenenin ötesinde “evet” oyu alarak yürürlüğe girmesi, bazı çevrelerde iki yıldır izlenen Kürdpolitikasının revize edilmesi beklentisine yol açtı. Güvenlik eksenli politikanın yumuşatılması, diyaloğa kapı aralanması ve barış/çözüm sürecinin gelişme ihtimalleri üzerinde duruluyor.

Siyasi  iktidarın ve tarafların yeniden barış sürecine dönmeye hazır olup olmadıkları yada buna istekli olup olmadıkları ayrı bir tartışma konusu. Ancak Kürd sorunu nihayetinde müzakereyleçözüme kavuşturulacaksa taraflardan önce, yeni bir barış sürecine sivil toplum örgütleri  hazır mı veya ne derece hazır sorusu da büyük önem arz ediyor.

Uluslararası tecrübelerden biliyoruz ki, çatışma çözümleri/barış, salt taraflar arasında merkezi düzeyde yapılan müzakereyle tamamlanabilecek süreçler değildir. Taraflar arasındaki merkezi müzakerelere paralel, onu besleyen ve daha farklı, belki de alt alt düzeyde, yatay bir biçimde konusunda uzmanlaşmış ve kurumsallaşmış sivil toplum örgütlerinin  çalışmaları/müzakereleri gerekir. Dünyada tek başına siyasi aktörlerle yapılan merkezi/tepedeki görüşmelerle/müzakerelerle başarıya ulaşmış çatışma çözümü örneği yoktur.

Uluslararası arenada sivil toplum örgütlerinin barış süreçlerinde yedi önemli işlevi olduğukabul ediilir. Bunları 1-Vatandaşların korunması2-İzleme ve hesap verebilirlik 3- Savunuculuk ve kamu iletişimi 4-Sosyalleşme ve barış kültürü5-Çatışmaya duyarlı toplumsal birliktelik6-Arabuluculuk ve kolaylaştırıcılık7- Hizmet sağlamak olarak ifade etmek mümkün

Bu işlevlik kriterlerine göre son on yılda gündeme gelen “Demokratik Açılım”, “Milli Birlik, Kardeşlik Projesi”, “Oslo Süreci” ve son olarak içinden geçtiğimiz “Çözüm Süreci” olarak adlandırılan dönem dahil tüm deneyimlerde, oldukça etkisiz ve cılız sivil toplum faaliyetlerinden/katkılarından söz edilebilir.

Türkiye siyasetinin eksenini belirleme kapasitesine sahip Kürd meselesinde barış çabaları Ortadoğu’nun alt üst olduğu bugünkü süreçte,  sivil toplum kurumlarının, bu 7 işlev doğrultusunda çalışma yürütebilir kapasiteye ulaşılmaları  hayati önem arz etmektedir.

Artık “masayı kim devirdi?”,  “hata kimde?” ya da“sürecin tasarımında mı yanlışlık vardı?” gibi bir dizi soru etrafında süren tartışmaları aşmak durumundayız.İki buçuk yıldır, bunlara benzer soruları  ya da  Kobani’de /Suriye’de yaşananlarınsüreç üzerinde ne düzeyde etkisi olduğuproblemleri,  konuları tartışıyoruz.  Ama bu süreçte sivil toplum kurumlarının  rolünü,  neredeyse hiç konuşmadık/ tartışmadık.

Bugün dönüp geriye baktığımızda çözüm süreciyle birlikte ne kadar kıymetli bir fırsatın ve bu fırsatın yarattığı potansiyellerin avcumuzun içinde kayıp gittiğini daja iyi gözlemleyebiliyoruz. Bu gözlemin açığa çıkarttığı en önemli sonuçlardan birisi süreçte sivil toplum örgütlerinin ciddi eksiklerin olduğudur.

Türkiye’de sivil toplum örgütlerinin barışıninşası veçatışma çözümleri konularında çok fazla birikime, yeterli  bilgiye ve donanıma sahip olmadığı  çözüm sürecinde açığa çıktı. Zayıf, etkisiz,  toplum nezdinde kredibiltesitükenmeye yüz tutmuş sivil toplum örgütleri gerçeği ile yüz yüzeye gelindi.

Her şeyden önce uluslararası deneyimlerden hareketle sivil toplum örgütlerinin işlevli olabilmesi için çözüm süreçlerinde sivil toplum kurumlarının işlevleri belirlenir, çalışmaları yasal güvenceye kavuşturulur.  Bir anlamda yasal statüye kavuşturulur. İki buçuk yıl bir kez dahi uygulanmamış çözüm yasası olarak tanımlanan (6551 sayılı kanun) yasada dahi sivil toplum kurumlarına yer verilmemiş, çalışmalar devlet kurumlarıyla sınırlı  bir alana hapsedilmiştir.

Türkiye’de sivil toplum örgütü neye denir, nasıl çalışır,  kapsamı nedir gibi sorular  enine boyuna tartışılmış ve açığa kavuşturulabilmiş konular değil.  Türkiye’de sivil alan siyasi aktörler ve esas olarak da devlet tarafından kapatılmış durumda. Siyasi aktörler,  sivil toplum kurumlarını sonuna kadar kendi etki alanında tutmayı, kendi perpesktifine paralel çalışmalar yürütmesini sağlamaya dönük baskı uygularlar. Sivil toplum örgütlerinin bağımsız olmalarına izin vermek istemezler.

Siyaset kurumu gri alandan hoşlanmaz. Sivil toplum örgütleri ise gri alanda var olabilirler, etkili olabilirler.  Bu hiçbir biçimde tarafsızlıkla tanımlanabilecek kadar basit bir durum değildir. Ama “taraftar” olmamak gibi bir netliği gerektirir. Bu, evrensel değerler  ekseninde taraf olmak,  ama “taraftar” olmamaktır. Evrensel değerlerle, toplumsal kültürel değerlerin buluşma noktaları sivil alanı oluşur. Bu alan güçlendiği ölçüde barışın imkânı gelişir, çatışmanın sonlandırılmasına yaklaşılır. Bu açıdan hak temelli, özgürlüklerin   tarafı olmak ile “taraftar” olmayı karıştırmamak gerekir.

Sivil toplum örgütlerinin bir başka önemli zayıf noktası veya konusunu objektif olup olamama sorunu oluşturur. Değerler sistemine sahip olmadan yürütülen faaliyet doğal olarak “taraftarlık” konuma sürükler  ve nesnellikten uzaklaştırır.  Barış çalışması, evrensel değerlere amasız, fakatsız sahip çıkmayı emreder. Örneğinevrensel en kutsal değer olan yaşam hakkı konusunda ama veya fakat ile kurulan her cümle barış çalışmasını zedeler  ve sarsar.  Aynı biçimde İnsanHakları Beyannamesi’ndeifade edilenbireyin temel insan haklarını korumaya dönük çabaya/direnme hakkına mesafeli duruş datartışmalıdır.

Sivil toplum kurumlarının, müzakere süreçlerinde toplumsal güveni artırıcı, siyasal tarafları teşvik edici, uyarıcı, ikna etmeye dönük çalışma yapabilmeleri barış dilinin yaygınlaşmasına paralel olarak başarılabilir. Bu nedenle de çözüm süreçlerinde silahsızlanma, dilin ve sivil toplum örgütlerinin silahsızlandırılmasıyla birlikte ilerler.

Son olarak sivil toplum kurumları çözüm süreçlerinde belirleyici aktör değillerdir, çözüm süreçlerinin toplumsal güvenlik kurumları olarak görülmelidirler. Onları kıymetli kılan bu işlevleridir.   Tarafları sürekli masaya, müzakereye davet eden yaklaşım sahibi olan çalışmalarla,  toplumda barış talebinin güçlü hale gelmesini, tarafları bu konuda zorlayarak barış sürecinin terk edilmemesini sağlarla. Bu türden çalışmalarla, taraflar arasındaki krizlerin aşılmasını kolaylaştırıcı bir işlevi vardır sivil toplum örgütlerinin.

Özetle Türkiye’nin yeniden barış sürecine dönmesi, siyasi aktörlerden bağımsız olarak,  sivil toplum örgütlerinin donanımlarını geliştirmelerinden ve çalışmalarını yoğunlaştırmalarından,  farklı alanlarda uzmanlaşmalarını ve kurumsallaşmalarını güçlendirmelerinden  geçiyor. Bu noktaya uzak olduğumuz çok açık değil mi?

 29.05.2017