TÜKENMEZİl Bahar-Yaz 2017 sayı-25-26
Fırat’ın batısından, Ankar’nın elini zayıflatan her gelişme; yenilgi olarak algılanıyorken, Fırat’ın doğusunda ise barış umudunun güçlenmesi olarak görülüyor
Newroz’dan bir ay sonra, tekrar Diyarbakır’daydım. Bu kez daha geniş bir kesimle bir arada olduk. DİTAM’ın (Dicle Toplumsal Araştırma Merkezi’nin) ToplumsalBarış Ağı 3.Toplantısında sunuş yaptım. Bölgede faaliyet gösteren 70’e yakın sivil toplumtemsilcisinin katıldığıtoplantıda bir ay önceki gözlemlerim güçlendi. Bölgenin nabzının Diyarbakır Newroz’undaki gibi attığını gördüm:Kırgın, öfkeli, ürkek ama kararlı; Umudunu sınır dışından büyüten, gözünü Kobani ’ye dikmiş, benliğini bölge Kürtleriyle bütünleştirmiş bir Kürt gerçekliği.
BunlarınÇözüm Süreci’nin yeterince doğru değerlendirilmemesi; demokratik siyasetin tasfiyesi operasyonları; şiddetin, çatışmanın toplumsal yaşama yeniden ölçüsüzce ve vahşice sokulması; yaşam hakkının hoyratça ihlal edilmesi ve toplumun barış umudunun araçsallaştırılması ile nihayetinde “aldatılmışlık”duygusunun travmatik sonuçları olduğu kesin.
Toplantıya katılanlarda hükümet çevresinin referandum sonrası yaratmaya çalıştığı gibi bir algı ve kavrayışın zerresi dahi söz konusu değildi. Referandumda evet oyu verenlerin iktidar partisinden yeni bir hamle beklentisiyle oy vermedikleri çok açık. İki yıldır izlenen güvenlikçi politikaların kısa sürede değişeceğine dair umut yok. Aksine yeni güvenlikçi uygulamalardan endişe ediliyor.
STK’ların omuzda ağır bir yük
Çözüm sürecine yenidendönülebilmesi, referandumusonucunun ve Kürtlerin gösterdiği tutumuiktidarın ve Kürt hareketinin doğru değerlendirebilme kapasitesine bağlanıyor. İktidar bu noktadan çok uzak. Türkiye’yi bölge savaşına açık hale getiren milliyetçi ümmetçi politikaları terk etmeye ve Kürt korkusunu yenmeye zorlayacak, sivil toplum hareketine ve toplumsal duyarlılığın geliştirilmesine olan ihtiyaca güçlü vurgu yapıldı.
Bunu başarmaya takati, niyeti ve arzusu olmayanların muktedirlerin lütfuna bel bağladıkları bir gerçek. Anayasa değişikliğinin referandumda Kürtlerin oyu ile geçtiğini savunan Kürt aydınları ve siyasi çevreler, bunu hükümete pazarlamanın telaşıyla gerçekleri çarpıtma, şaibeli referandum sonuçlarını aklama telaşına düştüler. Bu noktada Kürtler arasında bir yarık ve kırgınlığın oluştuğundan söz edilebilir.
Hızla harekete geçilemediğinde geri dönülmesi zor bir yolun sonuna ulaşılmış olunacak. Türkiye çözmediği Kürt sorununun bir süre sonra ancak en fazla zorunlu bir parçası olabilir. Bölgesel gelişmeler özelde de Suriye Kürtlerinin, kazanımlarının anayasal güvenceye kavuşturma yolundaki ilerleyişlerinin bu sonu hazırlayacağından hiç kuşku yok. İzlenen politikalarda değişiklik yapmakta gecikilmesi yakın zamanda birkaç kez olduğu gibi Türkiye’nin bölgede etkisizleşmesi sonucunu doğuracaktır.
İktidar partisine oy veren Kürt seçmeni de dahil olmak üzere Kürtlerin ezici çoğunluğu Kürt sorununun çözümü söz konusu olduğunda yönünü Ankara’dan Kobani’ye, ABD’ye, Rusya’ya, Erbil’e çevirmiş vaziyetteler. Bu durumun, bir başarısızlık öyküsünün sonucu olarak belirdiği ortada. Bir yıl önce durum tam böyle değildi. 2016 Newroz’unda her an sürpriz bir biçimde gelişmeyle çözüm sürecine dönülebileceğine dair umut taşınıyordu. Artık buinsanlar umut bekledikleri yönü değiştirmiş vaziyetteler. Yönlerini Suriye’ye dönmüşler.
İki dünya, farklı gündemlerve sonuçları
Ruhsal, duygusal kopuşun bir göstergesi olarak görülebilecek bölgeler arası gündem farklılaşması referandum sonrası bir adım daha ileriye taşınmış. Referandumda sonrası Fırat’ın batısında partilerin 2019 seçimlerine nasıl hazırlanacakları tartışılmaya başlandı. Bütün partilerin içi kaynıyor.
Fırat’ın doğusunda ise, Suriye’deki, Kobani’deki gelişmelerbütün ağırlığıyla gündemin baş köşesine yerleşmiş durumda. Kürtlerin neredeyse tek gündemleri Kobani ve Güney. Gözleri, kulakları , ABD ve Rusya yetkililerinden gelecek haberlerde ve IŞİD ile mücadelede elde edilen mesafede. Türkiye Kürtleri, Kobani’de ve Erbil’de elde edilecek başarının, alınacak yolun yeni bir diyalog sürecinin, çözümün yolunu açacağına dair hemfikir.
Bu durum, Ankara’nın çözüm beklentilerini kendi iradesiyle gerçekleştirmeyeceğinive dış dinamikleri ve bölgedeKürtleri hesaba katmadan ve kazanımlarını bir biçimde kalıcılaştırmadan planlarını hayata geçirme şanslarının zayıf olduğu fikrinin güçlenmiş olduğunun işareti.
Kürt meselesiyle yakından ilgilenen herkes, çözüm süreci sonrasında barışın merkezinin Suriye’ye kaydığını görüyor. Ancak Fırat’ın batısında, Suriye’de Ankara’nın elini zayıflatanher gelişme Kürt korkusunu derinleştirip, yenilgi olarak algılanıyorken, Fırat’ın doğusunda ise, barış fırsatının güçlenmesi doğrultusunda gelişme olarak görülüyor. Kürtler, Ankara’nınSuriye’de başarısızlığa uğramadan barışa kapı aralamayacağını düşünüyorlar. Çünkü Türkiye’nin Suriye politikasının esasını, “kim kazanırsa kazansınama Kürtler/PYD kazanmasın” anlayışı oluşturuyor. Türkiye’nin, Kürtlerle sınır komşusu olmak istemediği için çözüm sürecini bitirdiği ve kendi Kürtlerine yeniden savaş açtığı kanısı ve düşüncesi egemen Kürtlerde.
Ankara, bölge siyasetini “güvenlikçi Kürt siyaseti” olarak formüle ediyor ve sunuyor. Türkiye’nin politikalarını, 1920’lerin sonunda 1930’ların başında olduğu gibiher düzeyde Kürt meselesinin belirlediğini söyleyebiliriz. Ancak bir farkla, bu kez mezhepçiliğin izleri çok belirgin. Sünni İslam eksenli bölgesel güç olma yaklaşımı, Türkiye Kürdleri içindeki yarılmayı derinleştirme amaçlı politikalara öncülük ediyor.
Gelişmeleri, son yıllarda Ankara’da oluşturulan milli mutabakatıniçinde kendini göremeyen veya bu mutabakatın parçası olmayan Kürtlerin referandum tutumlarıyla birlikte düşününce,bütün olup bitenlere rağmen duygusal kopuştan, siyasal kopuşa geçişi engelleyen bir gelişme olarak da okumak mümkün. İktidar partisinin, 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle oluşturduğu milli mutabakat çerçevesinde yürürlüğe sokulan “milliyetçi, muhafazakar makul vatandaş” yaratma projesi, referandumda, Devlet Bahçeli’nin, Ergenekoncuların ortaklığına, CHP’nin ve Kemalistlerin yedek kulübesinde ısınma hareketlerine rağmen tökezledi.
Sonuç yerine
Ancak bunu Ankara’nın bir fırsat olarak değerlendirmesi ham hayaline kapılmak yerine, Ankara’yı barışa zorlayacak barış, çözüm gücünün Fırat’ın batısında açığa çıkarılması gerekiyor. Bu anlamda hayır cephesinde özgürlük, eşitlik ve adalet talebiyle yer alan demokratik güçler, referandumsürecinde beceremediklerini başarabildiklerinde bu fırsat açığa çıkabilir ve bir şansa dönüşür. Bu aynı zamanda gündem farklılaşmasının da telafi edilmesi sonucunu doğuracaktır ki, bu çözüm sürecinin anahtarı olabilecek bir gelişme olur. Barış, Kürt meselesi söz konusu olduğunda “ortada kuyu var” yandan dolaş anlayışı ve yaklaşımıyla bugüne kadar bir yol alınamadığı gibi bugün de bir yol alınamaz. Kürtlerin Ortadoğu’nun kilidi konumuna geldiği bir dönemeçte,Kemalizm’in etkisi altında kalarak solun, milliyetçirüzgârın esiri olması solu sol olmaktantam olarak çıkaracağı gibi, bölgede esen Kürt rüzgarının farklı sonuçlar doğurmasının da doğal bir şey olmadığı unutulmamalı. Kürtlerin iki yıldır yaşadıklarına gözler kapatılarak, kulaklar tıkanarak referandum ya da başka bir siyasal alanda başarı elde etmenin imkansızlığı görülmeden demokratikleşme yolunda ilerlemenin imkansızlığının gün gibi ortada durduğu görmenin zamanı geldi de geçiyor.