Referandumun gösterdiği  

Türkiye tarihinin kritik bir referandumunu geride bıraktı. Sandıktan beklenmeyen büyük sürpriz çıkmadı.  Kamuoyu araştırmaları son haftalarda burun buruna bir sonuç çıkacağını gösteriyordu. Milliyetçi muhafazakâr blok, referandumu devlet zoruyla kazandı.

Toplum tam ortadan ikiye bölünerek, aşırı derece kutuplaşmış halde yönetim sistemi değişikliğini gerçekleşti. Ağızlarda pelesenk olan “anayasalar toplumsal uzlaşma belgesidir” sözünün  bir safsata olduğu görüldü. Artık kimse Yeni Türkiye’den söz edemez. Bir, Recep Tayyip Erdoğan’ınTürkiye’si var, bir de ona yüksek sesle itiraz eden, öfke duyan, boyun eğmeyen, isyan eden Türkiyevar. İkiye bölünmüş  Türkiye gerçeği bütün çıplaklığı ile açığa çıktı. Bu saatten sonra, bu iki Türkiye’nin, bir Türkiye olması oldukça güç. Bu nedenle devletin dümenini eline geçirmiş olan, Recep Tayyip Erdoğan’ın işi düne göre oldukça zor.

Türkiye önümüzdeki dönem aşırı derece kutuplaşan, kurum ve kuralları oturmamış, hukukun işlemediği toplumda 55 milyon 319 bin 222  seçmenden,  1 milyon 250 bin gibi bir oy farkıyla köklü sistem değişikliği yapmanın zorluğu ile boğuşacak.  Bu krizin tespit edilen ortakdeğerler ve evrensel kriterler geliştirilerek aşılması ihtimal dahilinde görülmüyor.  En azında siyasal öznelerin büyük bir kesiminin eğiliminin bu yönde olduğu referandumda görüldü.

Referandum Türkiye’nin krizinin çözülmesini kolaylaştıracak bir biçimde sonuçlanmadı. Aksine sandıktan devlet krizini daha da  derinleştiren bir sonuç çıktı. Türkiye’nin iç dinamikleriyle birlikte bölgesel ve küresel gelişmeler bu devlet krizinin uzun sürme olasılığına işaret ediyor.

Devlet olanaklarıyla, kurumlarıyla evet kampanyası yürütmenin toplumsal sonuçları oldukça sarsıcı oldu. Toplumun hukuka, kurumlara ve kamu otoritesine karşı güven duygusunda aşınma derinleşti. Yüksek Seçim Kurulu’nun seçimi adil yürüttüğüne ilişkin güven kırılması  bunun göstergelerinden biri.

Sandığın gösterdiği  önemli bir sonuca göre, her iki seçmenden biri,  evet cephesinin “devletin bekası” sorunu olarak tanımladığı sorunu veya bunun sistem değişikliğinin gerekçesi yapılmasını benimsememiş  veya doğru bulmamıştır. Hükümet partisinin  ve MHP’nin seçmeni dahi tam olarak buna ikna edilememiştir.

Benzer bir biçimde Kürd illerinde son iki yıldır izlenen asayiş politikasıyla  sokakları dizayn etmenin de  sonuç vermediği açığa çıkmıştır. Kürd seçmen,yerleşik bir blok davranış sergiledi. HDP seçmeninden Hükümetin beklentisi ölçüsünde bir kopuş olmadı.Yüksek Seçim Kurulu sonuçlarına göre bazı yerlerde bir miktar ana akım Kürd siyasetinde milliyetçi muhafazakar bloğa oy kaymış görünmesinin rağmen, her şeye karşın AK Parti, HDParasında bloklaşmış seçmen tercihinde ciddi değişim söz konusu değil.

Ana akım Kürd siyasetinde görünen oy kaymasının nedenini ve ne derece gerçeği yansıttığını detaylı araştırmak gerekiyor. Seçmen sayısının azlığı, az oy ile sonuçların değişmesiolasılığı, seçmen davranışını  ve sonuçlarını genel rakamlarla analiz etmeyi  imkansız kılıyor.  Ayrıca sandık sonuçlarının böyle şekillenmesine yol açacak Kürd illerine özgü birçok neden mevcut. Ağırlaştırılmış OHAL ve çatışma koşullarının yanı sıra, ortadan kaldırılmış kentler, zorunlu göç, birleştirilmiş sandıklar ve  tutuklamalar, gözaltılar nedeniyle kampanya sürdürülmesinin neredeyse imkansız olduğu siyasi ortam, seçim, sandık güvenliği bunların en önemlileridir.

Bütün bunlara rağmen   ana akım Kürd siyasetin bu günkün açık baskı koşullarında   7 Haziran seçimlerden yaptığı sıçramanın da kalıcı olduğu, dönemsel olmadığı  oylarının seçim barajı  üstünde seyretmesi ve yürüttüğü kampanyanın demokratik, çoğulcu  içeriğinin önemini kayıtlara geçirmek gerek.

Ana akım  Kürd siyasetinin beklentisi doğrultusunda da hükümetin son iki yıldır içerde dışarda uyguladığı Kürd karşıtı politikalar, Kürd seçmenin tutumunda gözle görünür bir değişime yol açmamıştır. Yani içerdeki güvenlikçi   ve dışardaki Kürdlerin kazanımlarına tahammülsüzlük politikası seçmenin tutumuna ciddi etki etmemiştir.

Kürd seçmenin bu durumu, Kürd sorununda çıkmaz sokakta olduğumuza dair önemli bir işarettir. Kürd mahallesindeki bu derece bloklaşma, sorunu daha büyük düğüme dönüştürme potansiyeli taşıyor. Kürd toplumunda ulusal değerlerde ve kimlikte aşınmanın işaretidir.

Ana akım Kürd siyasetinin kendi mahallesindeki bu durumu dikkate almadan politika üretmesinin imkanı kalmamıştır. Kürd siyasetinin, “iki yıldır  bu  olup bitenlerden sonra Evet demek onursuzluktur”  vurgusuna rağmen, evet cephesine  300 bine yakın oy kayması izaha muhtaçtır.  Türk milliyetçiliği ekseninde sürdürülen politikalara kimi siyasi çevrelerin gizli, açık desteğiyle verilen bu oyların, bu momentte ne anlama geldiğiiyi analiz edilmek durumunda.

Kürd mahallesinde bunların yaşanması da sürpriz olmadı. Burada dikkat çeken, Hayır cephesinin sürükleyici aktörü CHP’nin ve bir kısım demokratların bu sonuçların çıkma ihtimalini ve maraza durumu dikkate almadan kampanya yürütmeleri ve  yanlış hesapla adeta referandumu altın tepside sunmalarıdır. Kürd seçmenin duyarlığını dikkate almadan, Kürdlerden oy bekleme hayaline kapılmaları ya da Kürdlerin buna mecbur olduğunu sanmalarıdır. Türkiye belki de, CHP’nin bu aymazlığının ve son bir haftadaki denize dökmek gibi gafletlerinin ağır bedelini ödüyor.

Bilinmelidir ki, bu sonuçlardan hareketle yeniden barış sürecine dönüleceğine ilişkin beklenti yaratmak veya senaryo yazmak ham hayalciliğin ötesinde kirli bir pazarlamacılıktır. Referandum sonrasında da ısrarla “Türklük vurgusuyla ve idamı geri getirme vadiyle” konuşma yapan milliyetçi, muhafazakâr ittifaktan   demokratik Kürd açılımı beklemenin başka bir izahı olamaz. İki yıldır uygulanan politikaların meyvelerini verdiğinin ve Kürd oylarının artığını ilan edenlerin, bu yolda ısrar etmemelerinin veya politikalarınıdeğiştirmelerinin izahı zor olur.

18.04.2017