“Referandum, ölüme yatmak”

İki gün sonra Türkiye’nin geleceğinin oylandığı referandum olacak. Üç aydır söylenmeyen, yazılmayan söz kalmadı. İktidar partisi, devlet gücüyle ve olanaklarıyla bir referandum kampanyası yürüttü. Herkes vicdanıyla ve aklıyla baş başa kalarak pazar günü oy kullanacak. Akıl ve vicdan, bizi ülkeyi son sürat uçuruma sürükleyenleri durdurmaya çağırıyor.

Pazar gecesi, aklını vicdanını kiraya vermiş olanlar, üç aydır bin bir yalan, yanlış bilgiyle yürüttükleri kampanyanın sonuçlarını televizyon ekranlarının karşısında keyifle veya büyük bir hüzünle görecekler.

Böyleleri cüzdanlarının, siyasal husumetlerinin ya da siyasal kaprislerinin yenilgisini tadacaklar. Son iki yıldır içeride dışarıda izlenen Kürd karşıtı politikalara sessiz kalan, ana akım Kürd siyasetine uygulanan siyasal kırım harekâtının sonuçlarını gizli sevinçle karşılayan, Kürdleri sandıktan uzak tutmak için bin bir siyasal takla atan Kürd ulusalcılarının, nasıl bir bataklığa saplandıklarını göremeyecek kadar gözlerinin kör olduğunu da bir kenara kaydedelim. Bu utanmazlığın, onursuzluğun unutulmayacağı bir süreç yaşandı. Yakılan, yıkılan kentlere, el konulan belediyelere, son bir yılda binlerce Kürd siyasetçinin cezaevlerine doldurulmasına gözlerini kapatılarak yaptıkları siyasetin pespayeliği gün yüzüne çıkacak 17 Nisan pazartesi günü.

Bunlar üzerine daha çokça yazılıp, çizilecek, konuşulacak. Ancak iki aydır referandum gölgesinde kalan cezaevlerindeki açlık grevlerine duyarsızlığa son vermenin zamanı geldi, geçiyor. Tutukluların yaşam haklarının riske girdiği bir zaman dilimine dayanıldı. Şakran Cezaevi’nde 15 Şubat günü başlayan açlık grevi iki ayını geriden bırakmak üzere. 23 farklı cezaevinde 42’si kadın 217 Kürd siyasi tutsak bedenlerini ölüme yatırmış durumda. Yakın tarihimizdeki kötü örnekler hafızalarımızda taze henüz, muktedirlerin ve toplumun açlık grevlerine karşı ilgisizliğinin, sessizliğinin ve duyarsızlığının bedelini çok ağır ödedik. Onlarca insanımızı toprağa verdik, yüzlerce bedense kalıcı hasarla aramızda dolaşıyor.

Onların yüzlerine bakamayan, göz bebeklerinden gözlerimizi kaçıran toplum olduğumuzu unutmuş gibi umarsız davranıyoruz.

İnsan yaşamını tehlikeye atan açlık grevi tarzındaki eylem biçimlerinin kabul edilemezliğinin yanı sıra gittikçe içinin boşaltılmasına yol açan gelişmeler yaşanıyor. Açlık grevleri araçsallaştırılan bir mecraya sürükleniyor.

Bunca kötü açlık grevleri tecrübesinden sonra hükümetin, sağlık meslek örgütlerinin açlık grevcilerinin yaşam haklarını korumaya dönük girişimlere duyarsızlık sergilemesi bu sürecin referandum hesaplarına heba edilmesi değilse nedir? Tabipler odası yöneticilerinin telefonlarına dahi çıkmaktan imtina etmeyi başka türlü izah etmek mümkün değildir. İki gün önce Tabipler Odası Merkez Konsey üyesi Doktor Selma Güngör, Sağlık Bakanlığı yetkilileri randevu talebine günlerdir yanıt vermediğini duyurdu. Yine üç gün önce İstanbul’da İHD, TİHV, Sağlık Emekçileri Sendikası ve İstanbul Tabipler Odası yöneticileri ortak basın toplantısı düzenleyerek grevin ikinci ayına dayanmış olmasının yaratacağı kompilasyonları ve tutukluların taleplerini tek tek kamuoyuna ve yetkililere bir kez daha duyurdular. Tutuklu ailelerinin ve farklı çevrelerin cezaevleri kapılarında yaptıkları duyurulardan anlaşıldığına göre 127 tutuklu, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın sağlık durumu ve görüşme yasağı nedeniyle ölüme yatmışlar.

Hükümetin, Öcalan’ın yaşam ve yasal haklarını yasadışı ve keyfi bir şekilde üç yıla yakın bir süredir ihlal etmesi protesto ediliyor. Açlık grevindekiler kendi yaşamlarını riske ederek bir başkasının yaşam ve yasal haklarına toplumun dikkatini çekmeye çalışıyorlar.

Öcalan’ın yaşam ve yasal haklarının savunulması, hukukun devleti olma isteği ve keyfiliğin durdurulma çabası olduğunun fark edilmesi, bu sessizliği dayanışma çığlığına dönüştürebilir. İktidarın duyarsızlığı ve keyfiliği dayanışma çığlığının gür çıkmasıyla bozulur ve sürüklenmek istenilen girdaba düşülmesinin önü kesilir.

Hakan Tahmaz

htahmaz@imp-news.com

(IMP News)