Statüsü 15 yıldır yasal çerçeveye kavuşturulamamış Kerkük, bölge ülkelerin başını ağrıtmaya devam ediyor. Hatırlamakta yarar var: 2005 yılında yazılan Irak anayasasının 140. maddesine göre, Kerkük’ün statüsü, Saddam Hüseyin döneminde Kerkük’ten zorla göç ettirilenlerin geri dönmelerinin sağlanması ve Kerkük’te nüfus sayımı yapılmasından sonrası kentin statüsü hakkında bir referanduma gidilerek nihai durumun belirlenmesi hükmüne bağlanmıştı. O dönemde Kürdler, bölgeden zorla göç ettirilerek Arapların ve Türkmenlerin yerleştirilmesi nedeniyle kentin demografik yapısı bölge ülkelerinin gizli ya da açık desteğiyle, Kürdler aleyhine, ciddi ölçüde değiştirildi.
Irak anayasasının bu hükmü, Bağdat hükümetinin engellemesi nedeniyle uygulanamadı. Merkezi hükümet, geri dönüşler ve nüfus sayımı için bütçe ayırmadı. KDP ve YNK arasında yaşanan sorunlar ve başka bazı yerel ve bölgesel anlaşmazlıklar da bu sonuçta etken oldu. Zamanla Kerkük fiilen KBY’nin (YNK’nin) kontrolüne girdi. Özellikle de IŞİD saldırılarından sonra bu süreç hızlandı.
Baba Barzani
İlk günden itibaren Bağdat, Türkiye ve İran Kerkük’ün merkezi yönetime bağlanmasını istiyor. Kürdler ise, KBY’ne bağlanmasında ısrar ediyorlar. Bu ısrarı anlamak için 1974 yılında görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması sonrasında Mustafa Barzani’nin söylediği “Allah şahittir; savaşı sevmiyorum. Çünkü savaş bir sorunu halletmenin en kötü yoludur. Ancak Baas partisi bize başka yol bırakmadı. Onların bize getirdiği önerinin, onların lehine Kerkük’ten ve başka bölgelerden ödün vermemizden başka bir anlamı yoktu. Bu ise imkânsızdır. Bu uğurda her şeye hazırız, hepimizin öldürülmesine karar verilse de… Çünkü ben, Kürdlerin kabrime gelip tükürerek, ‘Niçin Kerkük’ü sattın’ demelerinden korkuyorum.” Sözleri kulaklarda küpe olmalı. (Aktaran Mesut Barzani)
28 Mart’ta Kerkük İl Meclisi’nin, Kürdistan bayrağını, Irak bayrağı ile birlikte devlet kurumlarına asma kararı, yeni bir gerilim konusu oldu. 41 kişiden oluşan İl Meclisi’nin 9 Türkmen 6 Arap üyesi toplantıları boykot etti. Karar sonrası hızla toplanan Irak Meclisi, Kerkük’e sadece Irak bayrağının asılması çağrısı yaptı. Irak Meclis’in kararı üzerine 4 Nisan’da yeniden toplanan İl Meclisi sonrasında, Meclis Başkanı Rebwar Talabani, Irak Meclisi’nin kararını uygulamayacaklarını ve Kerkük’ün kaderinin tayin edilmesi için referandum düzenleyeceklerini açıkladı.
Ankara, bu yaşananlara önce bir iki alçak ses ile itiraz etti. 4 Nisan günü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Zonguldak’ta yaptığı referandum mitinginde, tehditkâr bir tavırla “Kerkük Kürd savsatası, ilişkilerimizi bozar”,“ Hemen o bayrağınızı indirin. Yoksa şu andaki geldiğimiz noktadan kusura bakmayın geri adım atmaya mecbur kalırsınız” gibi açıklamalar yaptı. Buna paralel tutumlar AKP içinden de geldi. Hatta Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu “Kerkük İl Meclisi’nin böyle bir karar almaya yetkisi yok“ gibi sözlerle hâddini aştı. Kerkük konusunun boyutlarının derinliğine işaret etti.
Türkiye’nin derdi, Kürdleri kontrol etmek
Türkiye, Kerkük meselesine her zaman kentte yaşayan Türkmen nüfusu bahane ederek müdahil oldu/oluyor. Ama esas mesele Kerkük petrolü. Kerkük petrolü dünya petrollerinin yüzde 4’ünü, Irak petrollerinin ise yüzde 42’sini oluşturuyor.
Saddam Hüseyin sonrasında Ergenokoncuların, sahte gazeteci(resmi devlet ajansı) kimlikleriyle Kerkük’te yoğun çalışma yaptıkları, istihbarat faaliyeti yürüttükleri, bunların devletin resmi temsilcilerini zor sokan bir niteliğe büründüğü ortaya çıkmıştı. Bu çalışmaları nedeniyle emekli generalleri dönemin Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı ve Dış İşleri Bakanının uyardığı, Ergenekon Davası dosyalarında yer aldı. Yani Türkiye’nin ilgisi her daim Kerkük’ün üzerinde oldu. Önümüzdeki dönem de olmaya devam edecek.
Cumhurbaşkanın açıklamasında dikkat çeken en önemli husus uzun yıllar sonra AK Parti’nin, bölgedeki en sadık müttefiki KDP’ye/KBY’ne karşı tehditkâr dil kullanması oldu. Türkiye için Cizre, Yüksekova ne ise Kerkük’te o, ne bir fazlası ne bir eksiği. Türkiye, bölgede Kürd kazanımlarını kalıcılaştıracak, Türkiye’yi zayıflatacak bir gelişmeye kolay rıza göstermeyeceğini bir kez daha sergiledi. Dış İşleri Bakan Mevlut Çavuşoğlu’nun bayrak ve referandum meselesini İran ile ilişkilendirmesi bunun en belirgin emaresi. Türkiye’nin derdinin Kürdleri kontrol etmek ve Kürd meselesinin İran’ın bölgedeki nüfusunu güçlendirecek bir muhtevada gelişmesine takoz olma arzusu olduğu buradan da anlaşılıyor.
Bu krizin nasıl çözüleceğini kestirmek zor. Bağdat yönetimiyle ile Kürd Heyeti’nin görüşmesi sonrasında yapılan açıklamadan şimdilik Kürd tarafının geri adım attığı anlaşılıyor. Ancak Ortadoğu dengeleri hiçbir gelişmeye tam anlamıyla kapalı değil. Her şeyden önce KBY liderinin önceliği bağımsızlık referandumu. Kerkük ön hazırlık olarak peşrev olabilir. Bu, süreci hızlandırabilir ya da uzatabilir. Ancak Kerkük meselesinin kolay kolay gündemden düşmesini beklemek yanılgı olur. Tek başına Kürd partileri arasındaki rekabet, konunun gündemden düşmesine elvermez. Mesut Barzani, kendi iradesi, planlaması ve arzusu dışında da olsa alınan bu kararı dikkate almak mecburiyetinde. Kerkük’ün, ağırlıkla YNK’in denetiminde olması Barzani’nin işini kolaylaştırmaz aksine zorlaştırır Son tahlilde Kerkük valisi Necmeddin Kerim, YNK’li, ama atayan KBY Başkanı Mesut Barzani. YNK ve Değişim Hareketi(Gorran) ile yaşadığı bir dizi soruna bir de Kerkük meselesinden kaynaklanan yeni bir sorun ekmemeyi kolay göze alamaz.
Son yıllarda bölgede yaşanan IŞİD saldırıları nedeniyle Kerkük’ün demografik yapısının Kürdler lehine ve ciddi şekilde değişmesi referandum sürecini uzatmayı anlamsız kılıyor. Araplar ve Türkmenler IŞİD saldırıları sırasında Kerkük’ün terk ederlerken, Musul ve çevresinde IŞİD saldırısına uğrayan Kürdler, Kerkük’e sığındı/yerleşti. IŞİD ile çatışarak Kerkük’ü korudular. Bakmayın siz Türk Cumhurbaşkanın Kürd şehri savsatası dediğine, Türkler de bal gibi Kerkük’ün Kürd şehri olduğunu biliyorlar ama petrol kışkırtıyor.
Aslında Irak Başbakanı Haydar İbadi’nin açılmasında Kürdistan bayrağının 10 yıldır Kerkük’te asılı durduğunu söylemesi konunun ne derece çetrefilli ve netameli olduğunu ortaya koyuyor.
Türkiye, son iki yıldır kamuoyuna, Güney, daha çok da KDP üzerinde “Bizim meselemiz Kürdlerle değil, PKK ve onun politik çizgisini savunanlarla, Kürdler bizim kardeşimiz” mesajı veriyor. En son Cumhurbaşkanı Diyarbakır’da 1 Nisan şakası gibi bir konuşma yaptı. Konuşmasında, Türk-Kürd kardeşliğinden dem vurdu. Hafta içinde Zonguldak’ta ise “Kerkük, Kürd kenti savsatasını biz yutmayız, ilişkilerimiz bozulur” gibi sözlerle Kürdleri tehdit etti.
Cumhurbaşkanın bu hali, Gültan Kışanak’ın “Kürd siyasetçilerin Ankara’da söylediklerini, Türk siyasetçilerin ise Diyarbakır’da söylediklerini ciddiye almayacaksın” sözünü anımsattı. Diyarbakır’da barışın fedaisi olduğunu iddia eden Cumhurbaşkanı, Ankara’da Kürd korkusuna kapılıyor. Türk devleti, Kürd meselesindeki kırmızı çizgisini esas almayan her Kürt girişimini, her Kürd kazanımını tehdit unsuru görmeye devan ediyor ve bunu Kerkük meselesinde de sergiledi.
Türkiye, Kerkük meselesinde kendini daha da yalnızlaştıracak bir siyaset izliyor. Irak Başkanından daha şahin bir tutum içinde. Eski Türkiye’nin kırmızı çizgilerini cengâverce savunuluyor. Kürd’ü, içerde, dışarda kötü emelleri olan, bölücü olarak görme hali sürüyor. Bunun 16 Nisan referandumuna nasıl yansıyacağı merak konusu. Ağır bir bedeli olacağı açık.
Hakan Tahmaz
htahmaz@imp-news.com
(IMP News)