AKP geri dönülmesi zor yolda

Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk, tahliyesinden sonra verdiği ilk röportajlarından birinde “Hükümet çözüm yönünde bir adım atarsa biz buna karşılık vermeye hazırız” dedi.

Hükümet sözcüsü ve Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş buna iki gün sonra yanıt verdi: “Biz Sayın Türk’ün açıklamalarının çok daha yüksek sesle söylenmesinin faydalı olacağı kanaatindeyiz, ama maalesef çok geç olmuştur.  Bundan sonra biz, Türkiye’ye karşı, bölgedeki halkımıza karşı acımasızca bu şekilde terör faaliyetlerini sürdüren örgütün diz çöküp, terör faaliyetlerini yapamaz noktaya gelmesinden başka hiçbir imkân artık elimizde kalmamıştır. Önce bu terör örgütünün bertaraf edilmesi, bu ülkede yaşayan 80 milyonun vazifesidir. Türkiye’deki bütün akil siyasetçilerin bu terör örgütünün bertaraf edilmesine katkıda bulunması gerekir diye düşünüyorum.”

Kurtulmuş’un açıklamasına paralellik taşıya bir yazıyı Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde Abdulkadir Selvi 7 Şubat 2017 tarihinde yazdı. Selvi: “Öcalan devreye girme konusunda istekli. Ancak konjonktür buna uygun değil. Diyalog değil, savaş konsepti geçerli” dedi.

Bunlar, referandum sonrasında yeniden barış sürecinin başlaması ihtimaline ilişkin yapılan spekülasyonlara yanıt niteliği taşıyor. Ama bu kadar değil.

15 Temmuz darbe girişimi sonrasında MHP lideri Devlet Bahçeli ile ortaklaşmasının arka planın oluşturan Türk milliyetçiliği yolu, Selvi’nin sözünü ettiği savaş konseptinin uygulamasının hukukun ve ne kadarsa o kadar ifade özgürlüğün ortadan kaldırılması gibi siyasal sonuçlarını hatırlatıyor.

Son KHK ile ihraç edilen Barış Bildirisi imzacısı akademisyenlerle ilgili AKP’li olarak bilinen kişilerin uyarıları çoktan bu yola girildiğini sergiliyor. İhraçlarının anayasa aykırı olduğu açıklayan Prof. Dr. Kemal Gözler’in çağrısı hukuksuzluğun kurumsallaşmış olduğunun kanıtı ve hükümetin kendi mahallesinden yüksek sesle yapılan itirazdır.

Fikir özgürlüğünün ortadan kalkması ve bunun yarattığı problemlere dikkat çeken yazarlardan biri de Karar Gazetesi’ndeki yazısıyla Mustafa Karaalioğlu.

Son KHK ile barış çağrısı yapan akademisyenlerin ihraçlarına, AKP çevresinde dillendirilen itirazlar ve uyarılar tabi ki bunlarla sınırlı değil. Hatta barış isteminin yasaklandığı, cezalandırıldığı bütün insani değerlerin ayaklar altına alındığı, ülkenin muhalifler için cezaevine dönüştürüldüğü ve sessiz kalanın dilsiz şeytana benzediği ortamda bu türden yaklaşımlar karanlığa yansıyan ışık işlevi görebilir.

İlk kez açık ve yüksek seslerle hayırlı itirazların yükseldiği söylenebilir. İhraç edilenlerden HAS Parti’nin kurucularından ilahiyatçı Prof. Cihangir İslam’ın “Söz veriyorum, diz çökmeyeceğim” açıklaması ve yine Adalete Davet Platformu adına görevleri süren Prof. Hayri Kırbaşoğlu, Prof. İlhami Güler, Prof. Adem Çaylak ve Doç. Emine Sonnur Özcan’ın ortak açıklamasında KHK’lerle yaratılan mağduriyetlere son verilmesi doğrultusunda çağrı yapmaları sorunun derinleşen boyutunu gösteriyor.

Bu tarz uyarılarının en ilginci ve dikkat çekeni ise hiç kuşkusuz uzun bir dönem AKP hükümetlerinin gayri resmi en baş danışmalarından biri olan Fehmi Koru’dan geldi. Korku, kişisel sitesinde “Kaçmıyorum, üstelik meydan da okuyorum: Sizler neden artık yanımda değilsiniz? başlığıyla yazdı.

Cemil Barlas, Cem Küçük gibi kimileri ise, bu ihraçları referandum öncesi Recep Tayyip Erdoğan’a kurulan bir komplo olarak değerlendiriyor. Hukuksuzluk, haksızlık, akademik yaşamın alt üst edilişi, öğrencilerin mağduriyeti, yılların emekleri, birikimi ve ihraç edilenlerin ailelerinin yaşadığı mağduriyet, siyasal ve sosyal sorunlar umurlarında değil. Ne yazık ki, AKP çevresinin ve seçmeninin ezici çoğunluğu benzer tutuma sahip.

AKP liderli, 2015 seçimleriyle girdiği yolda 15 Temmuz darbe girişimi ve Suriye krizi sonrasında Türk milliyetçiliği ile ilerleme iradesi gösterdiği için kendi içinden yüksel benzer uyarılara epey bir süredir eskisi kadar kulak asmıyor. Referanduma sunulan anayasa değişikliği bunun çok tipik örneği. MHP lideri Devlet Bahçeli ile ittifak kurması tesadüf, sıradan bir iş birliği değil. Hele de bu iş birliğini sadece pragmatik bir yaklaşıma indirgemek ve bir süre sonra girdiği yoldan dönebileceğini beklemek büyük bir yanlış.  Recep Tayyip Erdoğan pragmatik bir lider ama bel kemiksiz bir lider değil. Ne yaptığını, sonuçları iyi hesaplayan bir lider. Hiçbir şey hesapsız değil. Bize göre yanlış olması bizim sorunumuz.

AKP’ye bu yeni yolunda devletin bekası yalanının ardına saklanan Türk milliyetçileri, Ergenekoncular,  statükocular, yerliciler, milliciler, dünün zalimleri eşlik ediyor. Bunun bir bedeli var. Bunu göze alarak, tercih ederek girdiği bu yol, AKP’yi çözümün öznesi ve muhatabı olmaktan çıkardı, tam anlamıyla savaş makinasına dönüştürdü. AKP’yi son yıllara kadar çözümün öznesi kılan iç ve dış dinamiklerle arasında büyük problemler baş göstermeye başladı. Numan Kurtulmuş’un ifade ettiği gibi çözüm siyaseti gündeminde yok. Üzülerek belirtmek gerek ki, her gün toplum da çözümden uzaklaşıyor. Toplumun,  siyasal iradeyi dönüştürecek basınç ve müdahalede bulunmakta geciktiği sürece, Ankara’nın bu yola girmesini ummak ham hayalciliktir.

Daha açık bir ifadeyle RTE liderliğindeki AKP, girdiği çözümsüzlük, hukuksuzluk yolundan geriye dönmesi oldukça zor. İçte de dışta da zorlayıcı bir dinamik, odak söz konusu değil. Referandumda mevcut bloklaşmadan bu sorunu aşacak bir diziliş söz konusu olacak mı bek belli değil.  Siyasetin bu çıkmazı aşmasının manivelası AKP çevresinden yükselecek itirazların anlamlı bir hal almasına ve bir odağa dönüşmesine bağlı. Bu da hayli zaman alacak bir mesele. Referandumun hayırlarının bu sürecin ilk adımına dönüşmesi, bu itirazların evrensel değerler ve hukuk ekseninde çoğalması zaruri.

Hakan Tahmaz

htahmaz@imp-news.com

(IMP News)