Türkiye hükümeti, siyasi iflasın/kepenk kapatmanın eşiğine geldi dayandı. Son bir ayda olanlara baktığımızda bunun abartma olmadığı anlaşılacaktır.
İki gün önce Avrupa’nın en güvenlikli havalimanı olmakla övünülen Atatürk havaalanında DAİŞ militanları ellerini kollarını sallayarak katliam yaptılar. 42 insanımız yaşamını yitirdi, 150 üzerinde insanımız yaralandı. Bu katliam, Türkiye’nin “güvenlikli” bir ülke olmadığını bir kez daha gözler önüne serdi. Ya da “güvenlik” anlayışının probleminin büyüklüğünü ve derinliğini gözler önüne serdi.
Dış politikada başta izlenen “sıfır sorun” politikası, hızla “herkesle soruna” dönüştü. Cümle âlem Türkiye’nin hasmı oluverdi. Sanki bütün dünya, birkaç yıldır AK Parti hükümetini devirmenin peşine düşmüş.
Hafta başında Rusya ve İsrail ile yapılan anlaşmalar ise AK Parti’nin nasıl bir tehlikeli sulara daldığını gösterdi. Dış politikasını salt güvenlik ekseni üzerinde oluşturan Rusya ve İsrail ile bütünlük bir dış politika değişikliğinin bir parçası olmayan özür dileme siyaseti, Türkiye iç siyasetinde yeni güvenlik sorunlarını ortaya çıkarma potansiyeli taşıyor. Ülke yönetiminde demokratik normları, evrensel ölçütleri ve yerleşik temayülleri uygulamayan, aksine hukuksuzluğu, kanunsuzluğu hukuksallaştıran bir yönetim anlayışına sahip olanların, aşırı derece tavizlerle anlaşma yapmaları hayra alamet değil. Bunlar, çok yönlü sıkışmışlığın ve çaresizliğin sonuçları olarak yeni sorunların habercisi.
İki yıl süren Çözüm Süreci’nin kıymetini bilmemenin ve kibirli hallerin sonucu, Türkiye bir yıldır çatışma/savaş cehenneminde debeleniyor. Çatışma/savaşın ağırlaşan bedelini, her alanda her gün ödüyoruz. Ölümler kanıksanmaya başlandı. Cenaze haberleri sıradanlaştı. Asker cenazeleri siyasal ranta dönüştürülüyor. Yakılan, yıkan kentler, köyler, patlayan bombalara karşı derin sessizlik söz konusu. Lice yanıyor duyan yok, gören yok. Türkiye siyasetini kepenk kapatmanın eşiğine, bu duruma çözüm üretilememiş olunması sürüklüyor.
Bütün ülkenin kaderi sanki tek kişinin elinde, ağızından çıkacak söze bağlı. Boyun eğmeyenin boynunun uçurulduğu günlere dönüyoruz kaygısı toplumda her gün biraz daha yaygınlaşıyor.
Kapımıza dayanan büyük tehlikeyi savuşturmak, barışı/çözümü fiiliyata çıkarmakla mümkün olabilir. Çatışma/savaş dönemlerinde, muktedirler gerçeğin olduğu gibi tam ve saf haliyle bilinmesini istemezler. Gerçeğin en fazla karartıldığı ve kirletildiği dönemler, çatışma/savaş dönemleridir. Türkiye’de, toplumun doğru bilgi almasını engellemek, topluma karartılmış ve kirletilmiş bilgiler sunmak, barışa/çözüme direnmenin bir yöntemi oldu.
Bu nedenledir ki, savaş/çatışma dönemlerinde gerçeğe ulaşmanın ve topluma taşımanın bedeli de çok ama çok ağır olmuştur. Gerçeğe ulaşanların kişisel tercihlerinden bağımsız, gerçeği toplumun bilgisine sunmaları ise barışın/çözümün inşasına harç taşımaktır.
Türkiye’de bunu yapmak her daim zor bir iş olmuştur. Bugün ise çok daha da zorlaşmıştır. Bunu başaran Hayatın Sesi TV, İMC TV gibilerine seslerinin kesilmek istenmesi, özgür medya geleneğinden gelen çalışanlara zindanlarda ömür tüketmek düşüyor. Ağır hapis ve para cezaları, kapatmalar, tutuklamalar, cezaevleri, siyasi bedel ödemeler, gözaltında kaybedilmeler, yargısız infazlar hepsi yaşandı, yaşanıyor. Barış gazeteciliğinin bedeli bu ülkede her zaman ağır oldu.
Bu bedeli ödemeyi, göze almadan barışta/çözümde ısrar etmenin imkânı kalmamıştır. Türkiye’nin kepenk kapatma eşiğinden geri dönüşü her şeyden daha çok barış gazetecilerin çoğalmasında, seslerinin duyulmasında geçiyor.
Tek ses olmuş medya gerçeği, barışı imkânsızlaştırıyor, savaşın toplumsal bedelini ağırlaştırıyor. Muktedirin sesinden başka ses duymayan, başka söze değer biçmeyen medya, gerçeği görünmez kılmayı kendine asli görev edinmiştir.
Bugün savaşın/çatışmanın sona ermesi Kürt gerçeğinin görülmesini ve kavranmasını dayatıyor. Bu bakımda Gündem Gazetesi ile dayanışma salt basit bir dayanışma değildir. Aslında dayanışma değildir, gerçeğe ulaşma çabasıdır.
Gerçeğe ulaşma arzusu ve azmi bugün Gündem Gazetesi çalışanlarıyla bir arada olmamı gerektirdi. Dayanışma ile sınırlı bir arada oluş değil bu. Kendim için buradayım. Çünkü savaş/çatışma herkesi kendisi olmasını da bir ölçüde zorlaştırıyor, imkânsızlaştırıyor. Gerçek anlamda kendi özgürlüğümüzü savunmamızın yolu, başkalarının, ötekilerin özgürlüğünü de göz bebeğimiz gibi korumaktan geçiyor.
01 Temmuz 2016