Ya Çözüm?

Ortadoğu, iyice kaynamaya başladı. Küresel aktörlerin Suriye üzerinde güç gösterisi ve savaş hamleleri yaptığı kaotik süreçte, Türkiye çözüm masasını devirmenin dezavantajıyla sıkışıklık yaşıyor. Hareket kabiliyeti sınırlandı.

Türkiye’nin Rusya ve Bağdat ilişkilerinde yaşanan problemler ve bunların ulaşacağı muhtemel boyut bizi çözüm yolunda ilerlemeye mola vermenin sarsıcı sonuçlarıyla bir süre sonra yüz yüze gelecek. O zaman kaçırdığımız fırsatın ve çözüm sürecinin kıymeti daha iyi anlaşılacak.

Artık Türkiye’nin Kürd sorununun çözümünün merkezine Suriye konusu oturmuştur. Suriye düğümünün nasıl çözüleceği ve bu süreçte Türkiye’nin konumlanışı iç barışın tesisine yön verecek gelişme olacaktır. Çözüm Sürecin ilk günlerinde çok sıkça dillendirilen “yerli çözüm” yaklaşımının geçerliliği kalmadı. Türkiye çözüm sürecinde kendi göbeğini kendisi kesme basiretini, yeteneğini ve gücünü gösteremedi.

Bunun bedelini daha da ağırlaştırmamak için taraflar, bugün sürdürdükleri politikaların yaratacağı sorunları, toplumda yarattığı tahribatı ve yıkımı dikkate almak durumundalar. Sürdürülebilir ve sonuç alıcı olmayan özerk savunma denemeleri, sokağa çıkma yasakları ve güvenlikçi politikalar Türkiye’yi çıkmaz yola sürüklüyor.

Bölgesel gelişmelerden güç devşirmeyi veya pozisyon güçlendirmeyi çatışmayı kentlere taşıma siyasetiyle başarma hedefinin kentlerde yaşanan toplu göçlerle sürdürülemez olduğu ortaya çıktı. Bütün ülke insanlarında çaresizlik duygusu yaratan, vicdanlarda derin yaralar açan ve gittikçe toplu akıl tutulmasına neden olan bu politikaların yüksek sesle sorgulanması ve terki yeniden çözüm masası kurmanın ilk adımıdır. Tahir Elçi’nin katledilmesinin yarattığı toplumsal şokun güçlü olması bundan olsa gerek.

Masaya dönüşün koşullarını ağırlaştıran politikalar krizin derinleşmesine ve yönetilemez hale gelmesine yol açabilir. Bu durumun ise Ortadoğu’nun keşmekeşliği içinde nelere yol açacağını kestirmek oldukça zor.

Bu tablo karşısında dirayetli davranarak, diyalogu zaman geçirilmeden başlatılmak, sokak çatışmalarına son vermenin ve müzakerenin önünü açacaktır. Kürd,   sorununda uzun süredir yürütülen ön keşif aşamasından, müzakere aşamasına geçilmesi tarafların, yapacakları süreç muhasebesinden çıkarılacak derslerin ışığında olacak. Kuşkusuz muhasebeye Barış Meclisi gibi  barış çalışması yapan sivil toplum örgütlerinin  de ihtiyaçları var. Çözüm masasının çok kolay devirme cesareti gösterilmesi barış çalışmalarının yetersizliğinin de göstergesidir. Çatışma sürecinin alışkanlıkları ve ezberleriyle barış sürecine yaklaşmanın handikapları Barış Meclisi gibi oluşumları etkisizleştirmiştir. Siyasal aktörlerin sivil toplum örgütlerini geri plana itmesinde, sürecin şeffaf ve katılımcı yürütülmemesinde etken oldu. Çözüm arayışlarının çoğulcu bir tarzda sürdürülmemesi ve hoyratça davranışlar dünya deneyimlerine sırt dönmenin bir sonucu oldu.

Hafta sonu İstanbul’da Barış Meclisi’nin konferansında konuşan  Barselona Otonom Üniversitesi’nin Barış Kültürü Okulu kurucusu  ve UNESCO Genel Direktörü’ne silahsızlanma, barış kültürü ve çatışmaların önlenmesi konularında danışmanlık yapan Vicenç Fisas, Dünya Barış süreçleri Kürt Sorunu İçin İpuçları (Agora yayınları) kitabında  benzer süreçler yaşamış 15 ülkede,  bizdekine çok benzer krizlerin yaşandığını  aktarıyor.  Bu krizlerin aşılmasında yerli ve uluslararası kurum veya kişilerden oluşan gözlemci, ara bulucu heyetlerin önemine ve belirleyici olmasına vurgu yapıyor. Krizlerin oluşmasında güven unsurunun, verilen sözlerin tutulmamasının ve dış faktörlerin ön plana çıktığının altını çiziyor. Vicenç, krizlerin esas nedenini taraflardan birinin müzakereye tam anlamıyla ikna edilememiş olmasıyla açıklıyor. Bizde de olanın bu olduğu çok açık. Sürecin imarından biri olan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yaklaşımları diğer aktörleri ikna etmeye yetmedi. Barışın yeni yolu, şimdilik Öcalan’ın süreci nasıl değerlendireceğinden ve ona fırsatı vermekten geçiyor.