Katliamın 614’üncü gününde, Barış Meclisi heyeti olarak Roboski’deydik. 1 Eylül Barış Günü’ne evlatlarını, eşlerini yitirmiş insanlarla birlikte girdik. Bir yıl önce de aynı evde, aynı insanlarla birlikteydik.
Kürt meselesinde, Mart ayından bu yana ağır aksak devam eden sürecin ve Başbakan Recep Erdoğan’ın Şırnak Havaalanı’nın açılışında Roboskili aileleri temsil eden 6 kişilik heyetle görüşmesinin yansımalarını merak ederek yola çıktık.
Gazeteden arkadaşım İbrahim Varlı, geziyle ilgili yazı istediğinde aklıma “bir yıldır Roboski’de değişen ne” sorusuna yanıt aramak düştü.
Kızgınlık öfkeye, umut karamsarlığa dönüşmüş
Bize geçen sene olduğu gibi ev sahipliği yapan Şırnak İl Genel Meclisi üyesi İrfan Encü; “ Biz süreci destekliyoruz ama AKP’den beklentimiz veya umudumuz olduğu için değil” dedi. Suriye’deki gelişmelere atıfta bulunarak; “Artık çaresiz olmadığımız için süreci destekliyoruz. Eskiden bu dağlarda operasyon olduğunda, biz buradan izlerdik. Artık Kürtler operasyonları kesinlikle köylerden izlemez. Evlatlarının ölmesini ve öldürmesini seyretmez” diyerek, 4 ve 5 Haziran’da bölgede yaşananları örnek gösterdi. “PKK ile askerler arasında çatışma çıktığında, biz operasyon bölgesine yürüdük. Askerler engellemek istedi ama başaramadılar ve çatışmayı engelledik” sözleri işin rengini ortaya çıkardı. “Bize savaş ilan edilirse, biz de savaşın içinde oluruz artık, yetti!” diye tamamladı sözlerini. İrfan’ın bir yıl önceki sohbetimiz sırasındaki ruh halinden eser kalmamıştı. Artık sorumluların yargı önüne çıkarılmayacağından emindi. Başbakan’ın Şırnak’taki görüşmede “Askeri yargıya güvenin.” sözüne ve Diyarbakır’da yürütülen soruşturma dosyasının Genelkurmay Savcılığı’na 15 ay sonra gönderilmesine büyük tepkiliydi. Köyün en sakinlerinden biri olarak tanıdığım İrfan, öfke doluydu.
İrfan’a bunun nedeni sorduğumda; “Katliamın üzerinde 20 ay geçti ama bizim tek bir talebimiz bile yerine getirilmedi. Başbakan hala, ‘Para verdik, hata olduğunu kabul ettik, bu bölge terör yuvası, Hantepe, Üzümlü ve Gediktepe baskınları olduğunda niye hiç sesiniz çıkmadı’ gibi laflar sarf ediyor. Havaalanında, ailelerle yaptığı görüşmeye en ufak özen göstermedi, umut verici, gönül alıcı bir söz bile söylemedi” yanıtı verdiğinde söyleyecek söz bulamadım.
İmamın Sözleri, Mercan Ana’nın İsyanı
KESK üyesi, DİVES’in Şırnak temsilcisi ve köyün imamı Mehmet Kara’nın “Buraya barış da, süreç de uğramadı” sözleri, Roboskililerin öfkelerinin ve karamsarlıklarının nedenini yeterince açıklıyor. Genç bir imamın ağzından dökülen sözlerin anlamı, dertleşmek, çocuklarının hikâyelerini anlatmak için gece saat on gibi, göğüslerinde çerçevelettikleri çocuklarının fotoğrafıyla yanımıza gelen üç ananın sözlerinde gizliydi. “Neredeyse 24 saat herkese kapısının açık olduğunu söyleyen Başbakanın kapısı bize hep kapalı oldu, Esma için gözyaşı döken Başbakan, adalet arayışımızı teröristlikle suçladı. Beş kez kar demeden, kış demeden Ankara’ya görüşmeye gittik ama bir kez bile bizimle görüşmedi” diye isyan edercesine konuşan Mercan Ercü; bu analardan sadece biriydi. Mercan Ana’nın feryadına, isyanına dayanamayan arkadaşlarımız, gözyaşlarını tutamadılar.
Mercan Ana’yı tanımayanlar için kısa bir hatırlatmada bulunayım; katliamdan 15 gün sonra bir heyetle Roboski’ye giden Başbakan’ın eşi Emine Erdoğan ile görüşen analardan biri. Emine Erdoğan’ın “Ben bu işin peşini bırakmayacağım” diye verdiği söz unutan Emine Erdoğan’a TBMM önünde “Emine Erdoğan’a yedirdiğimiz, içirdiğimiz haram olsun” bedduası gazetelere haber olan ana. Çocuklarının nüfus cüzdanını Meclis önüne bırakan ve katledilen 18 yaşındaki Vedat Encü’nün anası.
Başbakanın, her ağzını açtığında para lafı etmesi Roboskililerin canını fazlasıyla acıtıyor. Şerafettin Elçi’nin havalimanının açılış töreninden sonra görüştüğü acılı insanların yüzüne karşı bu sözleri tekrarlamasını pişkinlik olarak tanımlayanlar olduğu gibi, provokasyon amaçlı da olabileceğini düşünenler var. Özür dilemediği sürece Başbakan’la görüşmek istemeyen ailelerin yerine, aynı köyden ölenlerin 3. derece akrabalarından oluşan on kişilik bir grubun hazırlandığı bilgisine ulaştıklarından sonra, nasıl düşünmesinler ki…
“Devlet bizi parçalamak ve yolumuzdan döndürmek için çabaladığının onda biri kadar, kanayan yaramızın tedavisi ve acılarımızın dinmesi için çabalamadı” diyorlar. Başbakan’ın, 34 insanın bizzat devletin güvenlik güçleri tarafından katledilmesini, memleketin her hangi bir yerinde olmuş olan trafik kazasına benzettiği bir durumda, acıları dağlara vurmuş insanların başka türlü düşünmelerinin de pek imkanı kalmaz.
Başbakan, görüşmede ailelerin, “Sizin haberiniz olmadan böylesine büyük bir katliam nasıl gerçekleşebilir” sorusuna “Benim olan her trafik kazasından haberim olmaz” yanıtı vermesi, 28 Aralık 2011’de Roboski’de meydana gelen büyük hay kırılmasının şiddetinin farkında olmadığını gösteriyor. Aynı şekilde Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay’ın ailelere yönettiği “Basın bu olayın üzerinde niye bu kadar çok duruyor ” soru da…
Bu farkında olmama, bir tepesinde Tugay, diğer tepesinde merkezi karakolu bulana Roboski’ye bir yılda 100 korucu atanması sonunu doğurmuş. Hem de daha önce istifa etmiş, tazminatını almış eski korucu, akıl sağlı yerinde olmayan korucu, çocuk yaşta korucular atanmış. Kısacası ne ararsan var. Ama köyün, kapısı kapalı olan sağlık ocağında doktor yok, hemşire yok, ebe yok, yani bir tek sağlık personeli bile yok.
Bütün bunların, Başbakan’ın samimi olmadığının kanıtı olduğunu söyleyen, katliamda oğlu Mehmet Ali Tosun’u yitiren ve Başbakan ile görüşen heyette yer alan Zeki Tosun, “Başbakan’a bizim satılık çocuğumuz yok” diye seslenmesindeki derin ruhsal kopuşun görülememesi, Roboski’de kanayan yaranın kapanmasının önündeki büyük bariyeri oluşturuyor.
Roboski’de insanlık halleri
Katliamdan sonra doğan Erkan, Hüsnü, Adem ve Nadir bebeklere babalarının veya ağabeylerinin isimlerinin verilmesi büyük bir travmaya yol açmış. Çocuklar ve annelerinin, bu büyük ve ağır yükün altında nasıl ezildiklerinin görülememesi, insanların geleceğinin karartma tehlikesi barındırıyor. Şimdi Roboski’de annesi, dedesi, babaannesi, amcası, dayısı tarafından ismi ile çağrılamayan, sevilemeyen bebekler, isimsiz kahramanlar büyüyor.
Bunun sosyal sonuçlarının farkında olmamak ya da önemsememek, umutları tüketmiş… Genç yaşında çocuğu ile baş başa kalmış, kaynanasının eline bakan, hayatı kararmış kadınlarla dolu bir yer olmuş Roboski.
Bizi, yastan çıkamamış, renkli bütün giysilerini aylar önce başka köylere göndermiş ve 614 gündür sadece siyah giyinen Roboskili kadınlar karşıladı. 614 gündür Roboski’de düğün yapılmamış, bayram kutlanmamış. Bunun daha ne kadar süreceğini de bilen yok. Hala evlerin içinde asılı bütün fotoğrafların üzeri bezlerle kapalı, günah diye. Bir gençten de “Bu ne kadar devam eder?” soruma “Roboski’de adalet sağlanmadan, yasın sona ermesi söz konusu olmaz” yanıtını aldığımda ilkokul çağındaki 17 çocuğu katledilmiş Roboski’de normalleşmenin ancak adaletle mümkün olabileceğini kavradım.
Barış Roboski’den geçer.
Roboskililerin adalet için ileri sürdükleri dört istemleri, bırakalım ileri demokrasiyi, sıradan demokrasi için bile çok sıradan talepler. Başbakan ile görüşmeye katılan Veli Encü, dillendirdikleri dört taleplerini şöyle özetledi: Devlet, Roboskilile den özür dilesin, emri veren/ler açıklansın, dosya üzerindeki gizlik kararı kaldırılsın, sivillere karşı işlenen suçlar sivil yargıdan görülsün, dosya askeri savcılıktan geri alınsın.
Roboskililer, bu taleplerinin karşılanmasının hem kolayca karşılanabilir olduğuna, hem de barışın kapısını açacağına yürekten inanıyorlar. Çünkü katliamı yapan belli, onların zincirleme sorumluları belli diyorlar. Bu nedenle Zeki Tosun’un “ Reyhanlı sanıklarını iki günde yakalayanlar, isterlerse Roboski’nin sorumlularını iki saatte ortaya çıkarabilirler” sözlerine istisnasız herkes katılıyor. Bunlar olduğunda barışın yolunun Roboski’den geçeceğini söyleyen Zeki Tosun, köyde herkesin aslında bunun için çalıştığını vurgulamaya gerek duyması da anlaşılabilir bir durum.
Roboski’ye karamsarlık ve öfke hâkim ama daha kararlı bir duruşları var. Askeri komutanlar, bakanlar, valiler köylülerin birliğini bozmak için çok uğraşmış, çok fazla mesai yapmışlar ama hiç biri başarılı olamamış. Boyun eğmeyenlerin sınır boylarında, ileride delil olarak kullanmak üzere resimleri çekiliyormuş. Sirit Yaylası bölgesine geçişleri keyfi olarak yasaklanmış. Katliamın 500’üncü gününde çocuklarının, katliam mahallinde kalmış ayakkabısını, cep telefonunu, giysisini bir kez daha görmek için katliam bölgesine gitmiş analara, babalara, kardeşlere, eşlere devlet ‘izinsiz sınırı geçmek’ suçlamasıyla 3600TL para cezası kesmiş. Bütün bölge komutanları Roboskililerin bölgenin tek geçim kaynağı olan ‘kaçakçılıktan’ ellerini çekmesi için çalışır olmuş. Özetle yara kanamaya devam ediyor ve derinleşmiş vaziyette. Kangren olma tehlikesi söz konusu.