Başbakan, Zehir Saçıyor

Başbakan ve insanın  “ salt insan olmasından kaynaklı değerini” yok sayan milliyetçilerin dışındaki herkes, açlık grevlerinin kritik bir aşmaya geldiğinin farkında.

Başbakan ve milliyetçiler ise olabilecek ölümleri umursamıyor.

Büyük insan ve dünya yazarı Yaşar Kemal Türkiye’nin cezaevlerindeki açlık grevleri serüvenini anımsatan “bir kuşak yok ediliyor” cümlesi tehlikenin boyutuna işaret ediyor.

Yaşar Kemal ile aynı toplantıda katılan 1996, 2000 yıllarındaki açlık grevlerinde ellerini taşın altına koyan Prof. Mehmet Bekaroğlu, Zülfü Livaneli ve diğer konuşmacılar da  AKP hükümetinin özellikle Başbakanın son dönemdeki dilin çok tanıdık olduğunu hatırlattılar.

Başbakan,  1984 yılında Sağmacılar cezaevinde tek tip elbise karşı yapılan açlık grevi dönemimde 1. Ordu ve İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Recep Ergün ile, F Tipi cezaevlerine karşı yapılan açlık grevcilerinde 1996 yılında dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ağar ile ve 2000 yılında dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan ile aynı dili kullanıyor.

Ortak söylem “Öncede yiyecek stokladılar. Gizli, gizli yiyorlar. Durum kontrol altında” gibi laflarla toplumu kandırmaya çalışıyor.

Her defasında ölümlerle çıplak gerçek ortaya çıkıyor.

Başbakan 1 kişi ölüm orucu yapıyor, açlık grevi yok, şov yapıyorlar” deye konuşuyor. Kürt siyasetçilerin aylar önce bir düğün yemeğindeki fotoğrafı diline doladı.

 

Ama kabinesinin Adalet Bakanı 683 kişinin açlık grevinde olduğunu; Sağlık Bakanı ise müdahale için gerekli tedbirleri aldıklarını açıkladı.

 

Başbakan, partisin grup toplantısında, Almanya’da her fırsat bulduğunda açlık grevi yapanlar ve Kürt siyasetçilerini aşağılayıcı, küçümseyici bir dille adeta yangına körükle gidiyor.

 

Başbakanın ölümleri önlemek gibi bir gündemi yok.

 

Devlete kimse zorla bir şey yaptıramaz gibi laflarla ölüme çağrı çıkarıyor.

 

Söylediği sözün anlamını düşünmeden hayal dünyasında dolaşıyor, ortalığa zehir saçıyor.

 

Bu sözler, demokratik ve meşru kamuoyu baskısı, demokratik mücadele ve talepleri yok saymaktır.

 

Bu sözler, “ben seçmenimden gelen istemleri dikkate alırım, gerisini takmam” demektir.

 

Bu sözler,  Başbakanın insana, insan olduğu için değer vermediğini gösteriyor.

 

İnsanların haklarını, onurlarını koruma ve hak elde etme mücadelesini “devlete zorla bir şey yaptırılamaz”  gibi bir bakışla polis, asker, yargı ve devlet zoruyla bastırmanın kendisi anti demokratiktir.

 

Açlık grevcilerin taleplerinin her üçü de hükümet politikasında değişim talebidir.

 

Başbakan, hükümete karşı geliştirilen her demokratik direnişi neden devlet karşı olarak tanımlıyor?

 

Çünkü toplumun geniş kesimleri için devlet hala en kutsal değer. İnsan ise devletten sonra geliyor.

 

Başbakan bu geri hislere seslenerek, toplumun sinir uçlarını harekete geçiriyor.

 

Toplumun en geri yanlarından beslenmek için nefret, öç, öfke dili kullanıyor.

 

Açlık grevcilerine ve Kürt siyasetine karşı dili de; 29 Ekim’de Ulusta yürüyüş yapanlar karşı dili de;

 

Siyasal İslamcı gelenekten gelen muhafazakâr bir Başbakanın Kürtlere, laiklere, Kemalistlere,  solculara kini ve öç alma isteğini ortaya koyuyor.

3 Kasım 2012