Yeni Müzakere sürecinden beklentiler

Keşke müzakere ve diyalogun yeniden başlatılması, silahların susması ana akım medyanın sunduğu kadar kolay olsa. Ölümleri durdurmak ve acıları dindirmek bir anda halledilebilecek kadar basit sorundan kaynaklanıyor olsa.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kongresi öncesi yaptığı açıklamalar,  PKK ve Abdullah Öcalan ile yeniden görüşmeyi gündemin ön sıralarına taşıdı. Başbakanın  “gerekirse yine görüşülür,  elimizdeki her türlü enstrümanı değerlendiririz” sözleri tartışmanın fitilini ateşledi.

AKP’nin bir yıl önceki   “sözün bittiği yerdeyiz, artık tolerans yok” “siyasetle müzakere,  terörle mücadele” diye tanımlanan yaklaşımdan yeniden müzakere noktasına gelmiş olmasını bir ilerleme olarak görmek oldukça tartışmalı. Her şeyden öte bir yılda çok şey değişti. Kaldı ki, yapılan açıklamalar neden zor olduğunu gösterir nitelikte açıklamalar.

Önce AKP, kafasını değiştirmeli

İlk önce hala başbakan çözülmesi gereken sorunu terör meselesi olarak tanımlıyor. Başbakan, PKK’nin silah bırakmasını sağlama gayesiyle, İmralı ve Oslo’da görüşme yapılabileceğinden söz ediyor;  Kürt sorununun demokratik ve eşit yurttaşlık temelinde bir çözümü için  bir müzakereden değil. Müzakereye katılanların, PKK’ yi silah bırakmaya ikna etmek için kullanmayı düşündüğü açık bir biçimde ifade ediyor.

 

Başbakanın son açıklamalarında, bir süre önce ifade ettiği “Kürt sorunu yok, terör sorunu, PKK sorunu var” görüşünün değişmekte olduğuna dair en küçük belirtiye rastlamak mümkün değil. Aksine “terörle müzakere siyasetle müzakere” görüşünden de geri çekildiğini son televizyon programında “teröristlerle kucaklaşan 9 milletvekili bulunan partiyle,  eş genel başkanıyla ben neyi ve nasıl konuşurum, müzakere ederim” sözleriyle açıkladı. Yani Başbakan BDP ile de müzakere etmek istemiyor.

 

Bu açıklamalar AKP’nin Kürt sorununu  idrak probleminin kronikleştiğini gösteriyor. Yani Kürt meselesinin ne olduğu kavrama konusunda sorunlu AKP,   Ortadoğu’da,  bir bütün olarak Kürt coğrafyasında yaşananları ve Kürt hareketinin sağladığı gelişme ve  ilerlemeye gözlerini kapamış durumda.

 

Bu yenide başlatılacak müzakerenin sonuçsuz kılacak ve zora sokacak bir yaklaşımdır. Bu nedenle,  AKP yeniden müzakere sürecini başlatmadan önce Kürt sorununa bakışını ve Kürt hareketine yaklaşımını gözden geçirmelidir. Bu konuda iyimser olmamızı sağlayacak her hangi emare ise ne yazık ki söz konusu değil. Aksine Sorunun daha da düğüm olmasına hizmet eden yaklaşım sergiliyor.

 

Müzakere sürecinden çıkarılacak bazı dersler

Bir başka önemli nokta ise bir önceki müzakere ve diyalog sürecinden  çıkarılması gereken derslerin hafife alınmamasıdır. 2005 yılından sonra  yaşananlar,  var olan güven sorununu katmerleştirmiştir. Karşılıklı hataların yarattığı problemleri gidermek yerine, hükümetin bakışının yarattığı güvensizlikle konu düğümlenmiştir. Hükümet, masayı deviren taraf olarak ilk adımı atarken güvensizliği giderici güçlü bir  yaklaşım göstermek zorundadır. 1 Ekim’de yeni yasama yılının başlaması bunun için bir fırsattır.

 

Son bir yıldır toplum büyük bir bilgi kirliliği ile boğuşuyor. Müzakerenin kesilmesi ya da diyalog masasının devrilmesi üzerine dolaşıma sokulan bilgiler, ortaya atılan iddialar toplumda “ne oluyor” sorusuna ve kaygısına yol açtı. Bu kaygı Fırat’ın batısında bir tür, doğusunda başka tür yaşandı. Bilgi kirliliğin kaynağını ise devlet bürokrasinin ve AKP yetkililerinin süreci maniple etme amacıyla yaptırdıkları sızdırma haberler oluşturdu. Bu kirliliğin önüne geçilecek önlemler alınmadan güven artırıcı ortamın inşası mümkün değildir. Cemaat parti gerilimi bu kirliliğin tuzu biberi olmaktadır.

 

Üzerinden durulması gereken en önemli noktalardan biri de, görüşmelerin sürdüğü dönemde tarafların kullandığı dil, söylem hiçbir biçimde barış veya çözüm çalışmalarını kolaylaştırıcı bir dil ve söylem değildi. Güvensizliği derinleştiren, milliyetçiliği körükleyen, nefret söylemiyle barış ve çözüm inşa edilemez. A. Öcalan’a müzakere için temsilcisini veya MİT yetkililerini gönderen başbakanın,  MHP lideriyle yarışarak meydanlarda “neden zamanında asmadınız” diye sorması gibi izahı mümkün olmayan yaklaşımlar süreci sakatlamaktadır.  Taraflar kamuoyunu yanıltan ve kendi seçmenin geri duygularını okşayan açıklamalardan ve birlikte masada oturduklarını haksız ve mesnetsiz karalamadan vaz geçmelidir.

 

Bir önceki dönemden çıkarılması gereken bir başka derste, “ben yaparım olur” anlayışıyla sorunun çözümünde ilerleme kaydetmenin mümkün olmadığını görülmesidir. AKP, yalnız başına Oslo veya İmralı ile müzakere yürüterek bir sonuç elde edemez.  Sonuç elde edilse bile   kalıcı sonuç olamaz. Bir önceki dönemde AKP,  sürece dahili ve desteği mümkün olan   aktörleri bırakalım sürece dahil etmeyi,  gerekli   bilgilendirme dahi yapmadı.  Bugün CHP ve BDP’den sürecin birlikte yürütülmesi, çağrıları mutlaka değerlendirmeli ama bununla da yetinilmemeli parlamento dışı siyasal güçler, sivil toplum örgütleri, sendika ve meslek örgütleri, çözüme katkı sunacak her kişi ve kurum Meclis’te oluşacak iradeyle birlikte süreci ilerletmesine şans tanınmalıdır. Unutulmamalıdır ki, her toplumsal sorun gibi Kürt sorununu da bir muhatabı var. Hem de bu muhatap bölgesel ve yerel düzeyde oldukça güçlü. Bunun katmanlarını bir kenara bırakacak müzakere süreciyle bir arpa boyu dün yol alınamadı,  bugün hiç alınamaz.

 

Bütün bu süreçlerde bazen savaşın yarattığı yorgunluktan ama çoğu kez de yanlış yaklaşım sonucu medya çok çabuk iktidarın yaklaşımının esiri oluyor. Bu tarz yaklaşımlarla toplumda oluşan yanlış algının ne türden sonuçlar ürettiğini medya mensupları hesaba katmalılar.  Yoksa bindikleri dolmuşun AKP kongresine kadar olduğunu göremezler.

3 Ekim 2012

BirGün