Büyük ölçüde Ortadoğu’daki gelişmelerin etkisi ve olanaklarıyla PKK’nin, geliştirdiği yeni strateji, kamuoyunda ne oluyor sorusunun yüksek sesle dillendirilmesine yol açtı. Bir yıldır anlatılan “terörün” beli, KCK ve askeri operasyonlarla kırıldı iddialarının masal olduğunun ortaya çıkması, Fırat’ın batısını şaşkına çevirdi. 20 yıldır her yaz döneminde olan cinsten olaylar silsilesi karşı karşıya olunmadığını geçte olsa fark edildi. Ama Kürt meselesinde yeni bir döneme girildiğinin ayrımına hala varılamadı. Bu nedenle, CHP Dersin milletvekili Hüseyin Aygün’ün kaçırılması, BDP milletvekillerinin gerillalarla kucaklaşmaları ve Gaziantep katliamı sonrası eski paradigmayla değerlendirmeler yapılmaya devam edildi.
Şemdinli- Çukurca hattında aynı anda birkaç noktaya birden ağır silahlarla saldırması, saldırıların gündüz yapılmaya başlanması, aynı gün içinde ilçe ve mezra merkezlerine birden çok taarruzda bulunulması, saatlerce süren çatışmalar, PKK’nin Devrimci Halk Operasyonu diye ifadelendirdiği yeni stratejinin sonuçlarıdır. Yeni strateji, bir taraftan silahlı eylemleri artırarak bölgesel denetim sağlamak, diğer yandan demokratik özerklik çerçevesinde kendi kendini yönetmenin özerk mekanizmalarını oluşturmak, geliştirmek biçimde ortaya çıktı.
Bir yıl önce müzakere masasını deviren AKP’nin, uygulamaya koyduğu “yeni savaş konsepti”ni liberaller “barış için son savaş” olarak adlandırdılar. Müzakere masasının devrilmesine yol açanın AKP’nin Kürt sorununu idrak problemi ve yeni Ortadoğu planını olduğunu göremediler. Bu nedenle AKP’nin yeni savaş konseptinin, sosyal ve siyasal sonuçlarının “Kürt sorununda yaratacağı sıçramayı” hesap edemediler. Şimdi de olup bitenleri anlamakta zorlanıyorlar. Sorun şiddetin yeniden hız kazanması ve “terörü hep birlikte alt etmeliyiz ” gibi eskimiş klişe sözlerle izah etmeye çalışılıyor. Ama son gelişmelerle bunu yalanlıyor.
Yalnız PKK’nin silahlı eylemleri ve alan kontörlü diye tanımladığı faaliyetleri hız kazanmadı. Kürt hareketinin bütününde büyük bir makas değişikliği yaşandı. Hiç kuşkusuz bunda Ortadoğu’daki gelişmeler özelliklede Suriye’de (Güney batı Kürdistan’da ) Kürtlerin ayağına gelmiş olan büyük fırsatın yarattığı moral değerin çok büyük katkısı oldu. Bu hafta sonu DTK tarafından Cizre, Kızıltepe ve Yüksekova’da düzenlenen, hükümetin yasakladığı “Özgürlük Yürüyüşünüzü Selamlıyoruz” isimli mitingler bu makas değişikliğinin boyutunu göstermesi bakımında önemliydi. Bu önemi mitingi yasaklayan İçişleri Bakanın ağzından çıkan “Kürtlerin bu mitinge itibar etmeyeceği biliyoruz ve göreceğiz” sözlerinde anlaşılıyordu. Mitinglere katılım hükümetin beklentisinden yüksek ama eski kadar da değil. Başka bir gösterge Yüksekova mitingde konuşan DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk’un “Bu gerillalar bu halkın evlatlarıdır. Biz bu kardeşlerimize sarılırız, bu böyle bilinsin.” sözleri olsa gerek.
çözümsüzlük, Kürdistan sorununu yarattı
Devletin esas korkulu rüyasının bölge Kürtlerinin aralarındaki siyasal demokratik bağın ve ilişkinin güçlenmesi olduğunu bir kez daha bu mitinglerle görüldü. Nitekim üç gün sonra yapılan MGK toplantısının ana gündeminin Suriye’nin Kürt yerleşim yerlerindeki gelişmelere karşı alınacak önlemler olduğu açıklandı.
Türk devletinin korkusu, PKK’nin Hakkâri’de, Yüksekova’da alan faaliyetlerini ve kontrollünü geliştirmesi ve güçlendirmesi sınırlı değil. Güney’de kurulan Kürt Federal Bölge Yönetimi’nden sonra, Suriye Kürtlerinin durumlarında nasıl ve ne ölçüde değişiklik olacağı ve bunun diğer parçalardaki Kürtlerin yaşamını nasıl ve hangi ölçüde etkileyeceği konusu esas korkuyu oluşturuyor. Yani Türkiye’nin çözmediği Kürt sorununu yeni bir noktaya sıçrattı. Türkiye artık Kürt sorunuyla karşı karşıya değil, bir bütün olarak Kürdistan sorunuyla karşı karşıya. Aysel Tuğlu’un 16 Temmuz 2012 sarf ettiği “Devlet Kürtler nezdinde meşruiyetini yitirmiştir. Gerekirse ilişkimizi kesiriz” sözleri bunun emaresidir.
Erbil’de oluşan Kürt yönetimiyle Kürtlerin Irak’ta ve bölgede elde ettiği konumu gören Türkiye, Suriye’deki gelişmelerle içine girilen sürecin de farkında. İşgal sonrası Kürtlerin Irak’ta bu kadar hızlı kritik konum kazanacağını kimse beklemiyordu. Gelişmeler Kürtlere önünü açtı. Ama Türkiye, o dönem Irak’ta yaptığı yanlışı Suriye’de de tekrarlıyor. Dün Irak’ta olduğu gibi bugünden Suriye Kürtlerinin tercihlerine ambargo koymaya çalışıyor. Son MGK kararında Suriye Kürtleri tehdit ediliyor, bertaraf etmekten söz ediliyor. Suriye Kürtlerinin kendi bölgelerini kontrol etmesine müdahaleden dem vuruluyor.
Türkiye’nin farkında olmadığı, bölge Kürtlerinin artık beş yıl öncesinin Kürtleri olmadığıdır. Bölgedeki değişim en fazla Kürtleri etkiledi ve dönüştürdü. Birbiriye çatışan ve itaatkar Kürtler geriden kaldı. Türkiye ise, hala eski politikalarla durumu idare edebileceğini sanıyor. Sonbaharda salt güvenlikçi politikalarla PKK’nin yeni kalkışmasını bastırmanın, BDP’yi Meclis dışına atmanın ve demokratik siyasal kanalları daha da daraltmanın ve M. Barzani’ye sırtını dayayarak Suriye Kürtleri dize getirmenin planlarıyla uğraşıyor.
yanlış algının zararları
Öte yandan devlet, güvenlikçi politikalarına daha fazla sarıldıkça silahlı mücadele ile sorun çözüleceğine ilişkin yeni bir algı oluşmaya başladı. PKK’nin, silahlı eylemlerini artırmasını, PKK’nin silahlı mücadele ile sonuç alma stratejisine dönüşü olarak alkışlıyorlar. Başka yol yokmuş gibi davranma ve biat etme eğilimi belirdi. Bunlar ne PKK gerçeğinin, ne Kürt gerçeğinin ne de PKK’yi bu güne taşıyanın ne olduğunun farkında olamama ve kendine güveni yitirme halidir.
Salt Hakkâri’ye bakarak, Fırat’ın batısında gelişen bu yaklaşımın, Kürtlerin mücadelesine ne derece katkısı olduğu tartışmalı. Bu, Kürtlerin bölgesel gelişmeler ve devletin tasfiye hareketine karşı geliştirdikleri direnişle elde ettikleri moral üstünlüğünün istismarına yol açıyor. Bu tarz abartılı değerlendirmeler kolaycılığa kaçmaktır. Sol ve demokrat çevrelerde gelişen bu yaklaşım, bu gün Kürt hareketinde bir başka eğilimi de güçlendiriyor.
Barış, Türkiyelilerin Türkiyelileşmesi ile gelecek
Kürt hareketinin altı yıl önce önerdiği Demokratik Özerkliği, toprağa bağlı çözüm yerine eşit, özgür ve demokratik bir ülke birarada yaşamanın projesi olarak ileri sürdü. Altı yıl sonra gelinen nokta, barış için uzatılan elin havada kalmasıdır. Öneri, Fırat’ın batısında yeterli ilgi, heyecan yaratmadı ve karşılık bulmadı.
Bu gelişmelere paralel Kürt hareketi, demokratik özerkliğin sosyal, siyasal ve toplumsal zeminleri yaratma inşa etme kararı almasıyla bugüne kadar Türkiyelileşme çabası olarak ifade ettiği siyasette köklü değişime gitti. BDP geleneği 2000 yılların ortasına kadar yönünü belirlerken İstanbul, Ankara bakmaya çalışırdı. Son bir yıldır ise, sadece Hakkâri’ye bakarak yön belirliyor. Artık Kürt hareketi için Fırat’ın batısının hassasiyeti ile doğusunun hassasiyeti aynı değerde ve ağırlıkta değil. Hatta doğunun kendi içinde de bir sınıflandırmanın olduğunu söylemek yanlış olmaz. Fırat’ın iki yakasında son iki yıldır sosyal, siyasal olaylar, gelişmeler ve konulardaki algı farklılaşmasındaki açının genişlemesini dikkate aldığımızda bu siyasetin, birlikte yaşamı daha da zorlaştıracağı kesin.
Bölgedeki gelişmelerle birlikte değerlendiğimizde Türkiye’nin, demokratik özerklik önerisini elin tersiyle itmekle büyük bir fırsatı kaçırdığı daha iyi anlaşılıyor. Büyük bir girdaba sürüklendiğimiz görülüyor.
Buradan çıkışın yolunu bulmaktan başka çaremiz yok. Devletin “kök kazıma” siyaseti ne derece paslanmış bir siyasetse, silahla sorun çözme çabasının da zamanın ruhuna ters düştüğü bir gerçek. Paslanmış silahla savaş kazanıldığı görülmemiştir.
Çözümün yolu Türkiyelilerin, Türkiyeleşmesidir. Türkiye, çok dilli, çok inançlı, çok etnik yapılı ve çok kültürlü bir ülke. Birarada eşit ve özgür birarada yaşamın garantisi Kürt olmayanların en az Kürtler kadar Türkiyeleşmeleridir. Kürt olmayanların eski konumlarının değişmesine rıza göstermeleridir.
Kürtler, 30 kusur yıldır, “sorunlarını” göstermek, kabul ettirmek için mücadele ettiler. Şimdi çözüm yolunu göstermek için mücadele ediyorlar. Ancak kabul edelim ki bu iki dönemim mücadele tarzı ve araçları aynı olamaz. Çözüm mücadelesi aynı zamanda birarada yaşamının yolunu açmak durumunda. Geleceğin inşası için ihtiyaç duyulan “yeni tip insan” bu mücadelenin içinde gelişecektir.
Demokratik özerklik önerisinde ifade elden Kürtlerin statüsünün belirlenmesi, Kürtlerin yönetime katılma veya iktidarın paylaşılma isteğidir. Bunu elde etmenin mücadele yollarının kapatılması silahlı mücadeleye yüz dönülmesini dayatıyor. Silahlı mücadeleyle ricat etmekte, birarada yaşamın önüne çekilen kapkara bir perdedir.
1 Eylül 2012
BİRGÜN GAZETESİ