Evrensel Kültür
Aylık Kültür; Sanat; Edebiyat Dergisi Sayı: 240 Aralık 2011
Hükümetin aydınlara, aydınların hükümete yaklaşımlarının analiz edilmesi aynı zamanda aydınların veya aydın hareketinin nasıl bir değişim geçirdiğini gösterecektir.
Özellikle AKP iktidarının son iki yılında yaşananlar, bu konuda kapsamlı ve derinlikli envanter çıkarmada ilginç ve özgün doneler sunacaktır. Türkiye’de demokrasi ve haklar mücadelesi söz konusu edildiğinde listenin birinci sırasında Kürt sorunu ve mücadelesinin gelmesi hasebiyle, bu konuya ilişkin tartışma ve değerlendirme, doğru sonuca ulaşmayı kolaylaştırıcı bir güzergâh olur.
Türkiye kapitalist sisteminde, bütünlüklü demokrasi ve haklar mücadelesi, rejim değişikliğini zorunlu kılıyor. Rejimin radikal değişimini sağlayacak kilit sorununu da Kürt meselesi oluşturuyor. Çünkü Türkiye’de rejimin, üzerinde oturduğu üç temel direkten (üniter, laik ve sosyal) biri olan üniter devlet anlayışı, rejimin karakterini belirleyen ana unsurdur. Cumhuriyetin kurucu ideolojisinin ana çerçevesi üniter devlet olgusuyla şekillendirilmiştir Bu bakımdan bugün rejimin radikal demokratik değişimine yol açacak gelişmeler ve mücadele Kürt meselesi çerçevesinde sürmekte. Bu alanda yaşanan gelişmeler ve mücadele diğer alanlara göre daha köklü bir biçimde rejimi zorluyor ve rejimi çatırdattı.
Geleneksel aydın tutumu
AKP’nin Küreselleşmeye Türkiye’yi uyumlu hale getirilmesinin siyasal aktörü olarak üstlendiği rolü yerine getirmede başarılı olduğunu kabul etmek gerek. Bu rol, rejim için eski halleriyle taşınamaz duruma gelmiş olan başta Kürt sorunu olmak üzere bir dizi sorun ve konuda yeni hal yaratmaktır. AKP’nin toplumda bu yanılsamayı yaratmasında aydınların çok önemli pay sahibi oldukları bir gerçektir.
Burada topyekûn bir aydın tutumundan söz etmek büyük haksızlık olur. Burada bizim ele almaya çalışacağımız AKP’nin Kürt sorununa ve genel haklar konusunda izlediği politikaya ve yaklaşıma koşulsuz destek vermiş geleneksel aydın tutumudur. Organik aydınlar ile geleneksel aydınların tavır alışları birbirlerinde çok farklı oldu. Esas kırılma geleneksel aydınlarda yaşanıyor. Yani bitmiş, tamamlanmış bir şeyden değil, içinden geçilen bir kırılma sürecinden söz etmek gerek. Bütün emareler bu kırılma halinin önümüzdeki dönem çok daha şiddetli ve gerilimli olacağını gösteriyor. Çünkü Kürt meselesini asayiş sorununa indirgeyen politika ve uygulamalar, demokratikleşmeden daha fazla uzaklaşılmasına, haklar ve özgürlüklerin daha fazla sınırlandırılmasına yol açması doğal bir gerilimin ve çatışmanın konusu olacağa benziyor.
AKP ile aydınlar ilişkisinde kırılma iki noktadan kaynaklanıyor. Birincisi aydınlar, Türkiye’nin yaşamakta olduğu değişimin ne yöne doğru geliştiğini ve değişimin ana dinamiklerinin ne olduğunu doğru analiz edemediler. İkincisi ise Türkiye siyaset geleneğinde iktidar, aydın ilişkisinde süre gelen problemli durumdur. Bir anlamda tutum almada, ideolojik, siyasal tutarlılık ve aydın olmanın etiksel sorumluluğu değil, sosyal, siyasal faydacılığın belirleyici olmasıdır. Bu da geleneksel aydın tavrıdır.
Kırılma noktası referandum
AKP’nin, AB ile müzakerenin başlamasından kısa bir süre sonra tökezlemeye başlaması, 2006 yılında geleneksel aydınlarla ilişkileri ciddi sinyal vermeye başladı. Ancak hemen peşinden Nisan Muhtırasına göğüs germesi, Ergenekon, Balyoz ve darbe soruşturmalarının geniş toplum kesimlerinde askeri vesayetin geriletilmesi olarak algılanması ve demokratikleşme yoluna giriliyor izlenimi yaratılması AKP’nin aydınlarla bozulmak üzere olan ilişkilerini hızla onardı. 12 Eylül 2010 anayasa referandumu ise bunu pekiştirdi.
Bu süreçte Kürt açılımı gibi, Alevi, Ermeni, Roman açılımının gündeme getirilmesi ve komşularla sıfır sorun adı altında bölgesel güç olma doğrultusundaki dış politikanın kısmen “istikrarlı” hale getirilmiş olması, AKP’nin “yeni Türkiye” yaratma doğrultusunda ilerleyişi olarak değerlendirildi. Bu algı AKP’yi üçüncü dönem iktidara güçlü bir seçmen desteği ile taşıdı. Aslında eski rejim yeniden reorganize ediliyordu. İşlevini yeni döneme uygun yerine getiremeyen, toplum nezdinde aşırı derece yıpranmış kurumlar, yapılar, ilişkiler AKP’nin mutlak iktidarının önünü açacak biçimde düzenleniyordu. Bunun evrensel ölçülerde hukuk devleti normlarına ulaşma ambalajıyla yapılması ise toplumsal beklentileri ve yanılsamalarının ölçüsünü artırdı. 12 Eylül referandumu bunun tipik örneklerinden birini oluşturuyordu. Yapılmak istenen değişiklikleri “ileri demokrasiye” ulaşma gayreti olarak sunanlar, karşı çıkanları demokrasi adına büyük ayıp ve günah işlemekte olduklarını anlattılar. 12 Eylül referandumunun asıl amacının yüksek yargı kurumlarını ele geçirme operasyonu olduğu, Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı ve Beypazarı Hakimi Orhan Gazi Ertekin’in, referandumda kabul edilen Anayasa değişikliği sonrası Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeliklerinde yaşananları ortaya koyan Yargı Meselesi Hallonuldu Yargının ‘Eşekli Demokrasi’ ile İmtihanı isimli kitabı ve referandum sonrası yüksek yargının pratikleriyle kısa sürede gün yüzüne çıktı.
12 Eylül referandumu döneminde Başbakanın, Türk milliyetçilerine, geleneksel muhafazakâr seçmene dönük politika ve söylemi bir anlamda olacakların işaretiydi. Buna tutum alan aydın ve siyasetçilere, hükümetin eteğine yapışmış demokratlığı elinden bırakmayan bir kısım liberal aydın karalama kampanyası yürüttü. Bu aydınlar AKP’nin demokratik Kürt siyasetini ötekileştirme siyasetini salt referandum dönemine ait bir yaklaşım sanarak, AKP’ye gözleri kapalı destek vermeye devam ettiler. Bu anlamda bugün AKP, aydınlara karşı buyurgan, dışlayıcı ve otoriter tutum ve yaklaşımlar sergilemesinde bu gözü kapalı tutum almanın çok büyük vebalı olduğu kesindir.
AKP’nin alelacele anayasa değişikliğini gündeme getirmesi, izlediği yol ve referandum döneminde sürdürdüğü propaganda irdelendiğinde, Türkiye’nin demokratikleşme yerine tek parti dönemine doğru gitmekte olduğu görülebiliyordu. Nitekim bunu dillendiren Nuray Mert gibi bazı aydınlar AKP ve yandaşlarının hedefi haline böyle geldi. Referandumu AKP’nin mutlak iktidar” isteğinin ilanı ve bunun önündeki engelleri temizleme hareketinin ilk fişeği olarak görmek gerekir.
Kürt Açılımı ve aydınlar
12 Eylül referandumunun Türkiye’deki bütün siyasal, sosyal, sendikal ve toplumsal kesimlerde olduğu gibi aydınlar arasındaki yarılmayı derinleştirmesi daha sonraki süreçlerde de pekiştirerek sürdü. Referandumun evet – yetmez ama evet, hayır ve boykot tartışması neredeyse yanlış bir biçimde siyasal dizilişin ana ekseni olarak işlev gördü. AKP, referandumda, askeri darbelerden ve statükocu yapılardan rövanş alma güdüsüyle seçmeni harekete geçirmeyi başardı. Milliyetçi, devletçi eksende sürdürdüğü kampanya, yeni dönemin daha fazla militarist, geleneksel eksende ve milliyetçi öğelerle bezenmiş olacağına dair oldukça fazla işaret veriyordu. Ancak bunun görülmesinin önüne, büyük ölçüde 12 Eylül ile hesaplaşma demogojisiyle geçmeyi becerdiğini söylemek gerek.
AKP hükümeti, Kürt Açılımı adıyla başlattığı süreçte toplumun değişik kesimlerinden olduğundan daha fazla aydınlardan destek gördü. Doğrusu böylesi destek şimdiyle kadar hiçbir siyasal iktidara nasip olmamıştı desek yeridir. Bu desteğin, bu derece yaygın ve güçlü olmasının bir nedeni de Kürt sorununun toplumda açtığı yaranın çok fazla derin olması, etkilerinin çok yönlü ve boyutlu olmasıdır. Bir anlamda verilen destek, bu dönemin geride bırakılması çabasınaydı. AKP, Kürt Açılım adı altında devletin geleneksel ret, inkâr ve imha siyasetinde, ikrar, idrak ve Kürt hareketini minimize etme siyasetine veya dönemine geçişin sinyallerini zayıfta olsa verdi. Böylece en azından Kürt meselesinde devletin geleneksel politikasında makas değişimine yol açma ihtimalinin ve şiddetle, çatışmayla ve savaşla birlikte anılır olan Kürt sorununun bütün bunlardan arınarak tartışılması, çözüm arayışı sürecine girilmesi olasılığının doğmuş olması, AKP hükümetine sunulan desteği anlaşılabilir kılıyor.
Aydınlar açılımlar siyasetiyle AKP’nin Türkiye’nin geçmişiyle yüzleşmesi için bir kapı aralandığını ve bu kapının sonuna kadar açılması için çaba gösterilmesinin gereğini yerine getiren tutumlar alırken, eş zamanda hükümete, açılım siyasetinin sonuca ulaşabilmesi için gerekli gördükleri uyarıları fazlasıyla yaptılar. Sürecin başında hükümetin sivil toplum örgütleriyle, sendikalarla, meslek örgütleriyle, yazar ve akademisyenlerle yaptığı toplantılarda açılım siyasetine verilen destek kadar, dile getirilen uyarılar ve öneriler de çok önemlidir. Bugün bu önerilerin bir tanesinin dahi hayata geçirilmemiş veya geçirilmeye dönük hamle dahi yapılmamış olması, hükümetin muradının ne olduğunu göstermeye yetiyor olsa gerek. Aynı dönem içinde PKK lideri Abdullah Öcalan ve diğer yöneticilerle görüşmeler yapılıyor olmasının hükümet kaynakları tarafından basına sızdırılmasıyla beklentilerin artması kaçınılmaz hal aldı.
Hükümetin, süreci ileriye taşımakta tereddütlü olduğunun açığa çıkmaya başlamasıyla birlikte, gazeteciler, aydınlar tarafından bu eleştiri konusu yapılmaya başladığında hükümet sertleşmeye başladı.
Dönüşün arifesi
Ancak AKP’nin hesabı Kürt siyasal hareketin boykot tutumuyla bozulmaya başladı. AKP’nin Kürt Açılımı siyasetine paralel izlediği Kürt siyasal hareketini etkisizleştirme siyasetinin tutmadığı özelikle bölgedeki boykot oylarıyla açığa çıktı. Yine aynı etkisizleştirme politikasının bir parçası olarak aydınlar ve demokrasi güçleriyle Kürt siyasal hareketi arasındaki açının genişletilmesi ve Kürtler içersinde ikilik çıkarma çabasının istenen karşılığı vermemesi AKP’nin hesaplarını bozdu.
12 Haziran seçimlerinde kurulan Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’u AKP’nin seçimlerde kabusu oldu. Seçimlerde bloğun aldığı başarı etkisizleştirmenin imkânsızlığını göstermeye yetecek kadar büyük oldu. AKP yeni bir siyaset belirleyerek Kürt demokratik hareketini yok etmeye yöneldi.
AKP yeni siyasal yönelimini, aslına rücu etme olarak belirlediği için önceki dönemindeki beklentilerini dillendiren aydınlara yollarını ayırmanın alt yapısını oluşturmaya başladı. Mutlak iktidara yürüyüşünde dikensiz gül bahçesi yaratma arzusu içersine girdi. Bir anlamda ayağına dolandığını düşündüğü aydınlara ya ötekileştirici bir tavır alıyor ya da hizaya çekmeye çalışıyor.
AKP Kürt hareketini elimine etme siyaseti karşısında beklediğinden çok daha geniş bir direnç odağı ve bir dizi engelinin olduğunu anladı. Bu açılım siyasetinin açılmadan kapanması Kürt sorununu idrak etmeyi terk ederek, yeniden çok yönlü “savaş” siyasetine dönüşü getirdi. Bu da doğal olarak savaşın parçası olmayan, olmamak için direnç gösteren aydınları, insan hakları aktivistlerini, barış insanlarıyla AKP’yi karşı karşıya getirdi. AKP, Kürt hareketinin siyasal etki alanını darlaştırmak için toplumu etkileme gücüne sahip kişileri itibarsızlaştırma, “ya benden yanasın ya PKK’den yanasın siyasetiyle” sindirme yolunu seçti. Bu yolla mutlak iktidarını inşa etmeye çalışıyor. Gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanması da, Profesör Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakolu, Ayşe Berktay gibi aydınların KCK davasından tutuklanması da, polis eliyle internet sitelerinde KCK’yı destekleyen aydınlar haberinin yapılması da, İsmail Beşikçi gibi birçok insanın terör örgütü propagandası yapmakla cezalandırmak da, Hopa’da yaşanlar da, Başbakanın medya yöneticileriyle ve sahipleriyle yaptığı toplantıyla medyaya ayar vermesinin de demokratik yönetim anlayışıyla en küçük bir ilişkisi olmayan mutlak iktidar olma arzusunun ve Kürt sorununu çözme değil “halletme” siyasetinin bir parçasıdır.
AKP kararını vermiştir. Geleneksel/liberal aydınların iktidarın eteklerine tutunarak “demokrat” olunamayacağını, sıra kendilerine gelmeden anlamaları gerekir. Başbakanın “bizi eleştirenler önce KCK’nın ne olduğunu öğrensinler” sözleriyle başlayan, Başbakan “Ankaralaşıyor” biçiminde süren tartışma, aydınların durumunu kavramak açısından oldukça öğretici olsa gerek. Çünkü bu yaklaşım aslında bu aydınların AKP’ye biçtiği misyonun ve yüklediği anlamın tükenmediğini gösteriyor. Bir anlamda aydın kolaycılığı devam ediyor diyebiliriz. Hem de Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce’nin 2 Kasım 2011’de yazdığı “KCK, liberaller ve yol ayrımı” başlıklı yazıda olduğu gibi, bir dizi yandaş yazarın liberallerle ittifakın yol ayırımına geldiğini ilan etmelerine rağmen.
Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür. AKP deneyimi ve yaşanan süreç demokratikleşme ve haklar mücadelesinde tutarlı, bütünlüklü bir perspektife sahip olmadan ülkenin demokratikleşmesini beklemenin hayalcilik olduğunu gösterdi. Demokrasiyi, insan haklarını ve özgürlükleri pazarlık konusu yapan, bunlara değerler sistemi olarak yaklaşmayan siyasal aktörlerle ileriye doğru fazla yol almanın bir sınırı vardır. Bu süreçte bazı aydınlar bunu gördü ama birçoğunun görmediği de bir gerçek.
Barış aktivistlerinin bugün öncelikli görevi de bunu açığa çıkarmaktır. Adil ve demokratik bir barışın gerçekleşmesinin biricik yolunun demokratik toplum iradesinin şekillenmesinin muktedirlerin arzuları hilafına olamayacağını görmelerini sağlamaktır. Hiç kuşkusuz AKP’nin basını, muhalifleri susturmak ve mutlak iktidarını sağlamak için silah olarak kullandığı Terörle Mücadele Kanunu’nun ve Türk Ceza Yasası’nın değiştirilmesi ve Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nin kaldırılması mücadelesi bu doğrultudaki en somut ve acil görevdir